Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

140 syf.
7/10 puan verdi
·
26 saatte okudu
“Cebimdeki Taşlar” büyük ve yabancı bir şehirde yabancı olmanın ne demek olduğu üzerine yazılmış bir kitap. Kendini arayış ve kimlik krizi hikâyenin merkezinde yer alıyor. Olaylar birinci tekil kişi tarafından roman havasından ziyade bir günlük tarzında, zaman ve mekândan bağımsız olarak anlatılıyor. Bir kadının kendi iç dünyasını, hayatını, tecrübelerini, geçmişini anlatması bir nevi otobiyografi sayılırken yazar işin içine kurguyu da ilave ediyor. Neticede ortaya “autofiction” dediğimiz bir tür çıkıyor. Yani diğer adıyla kurgulaştırılmış otobiyografi. Kimlik sorunu sürgünde olan yazarlar için ciddi ve önemli bir meseledir. Yazmak da kendi köklerini ve kimliklerini aramak için bir araçtır. “Ben kimim?” sorusuna cevap bulmaya çalışmak belki bir yazarın karşılaşabileceği en zor iştir. Daha da kötüsü bu soruya bir cevap bulamamak. Başlamadan önce başlıkla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Kitabın başlığı aslında kitabın içeriğini özetleyen, tanımlayıcı bir özelliğe sahip. Taş bilindiği üzere gücü, saflığı, direnci, sonsuz aşkı temsil eder. Taş edebiyatta değerli erdemlere, anlamlara ve sembollere sahiptir. Taşın temsil ettiği özellikleri ana karakterde görmek mümkün. Bu taşlar yazarın her zaman cebindedir. Yazarın ömrü boyunca taşıması gereken birtakım yükler vardır. Aslında hepimizin geçmişi farklıdır, cebimizde taşıdığımız taşlar ve yükler de farklıdır. Hepimiz Adimi gibi bir şekilde duygusal olarak bu yüklerle başa çıkmalı ve en önemlisi bunları ‘kabullenmeliyiz’. Kendimce bu kitaptan çıkardığım en büyük ders bu benim için. Hikâye yazarın annesinden gelen bir telefon görüşmesiyle başlıyor. Annesi Adimi’yi kız kardeşinin düğüne çağırmaktadır. Adimi 25 yaşında Fransa’nın Paris şehrine taşınmıştır. Adimi bir yayınevinde çalışan, bir apartman dairesinde tek başına kalan bekâr bir kadındır. Çok yalnızdır. Komşusu bile yoktur. Bir iki arkadaşı vardır ama hiçbiriyle samimi değildir, onları gerçek bir dost olarak görmez. Bu telefon görüşmesi Adimi’de geçmişe ve geleceğe dair korkularını, kaygılarını, endişelerini ve bilinmezliklerini tetikler. Bu görüşme aslında yalnızlık kavramını daha da su yüzüne çıkarır. Anne aslında kızının ruh dünyasında inanılmaz bir rol oynar. Bence cepteki en büyük taş anne figürü burada. Anne kızının yabancı bir ülkede bekâr olarak yaşamasının vermiş olduğu dehşeti her konuşmalarında dile getirir. Sadece orada değil, Cezayir’de bile 30’lu yaşlara gelip de hala bekâr olmak genç bir kadın için bir trajedi, ailesi içinse tam bir yıkıntıdır. Adimi Cezayir’e dönmeye karar verince hafızası bir anda devreye girer ve geçmişi ve anıları deşmeye başlar. Aradan geçen beş yıl içerisinde iki dünya arasında sıkıştığını anlar. Zaten kitapta ağırlığını hissettiren en önemli mesele de bu. İki farklı dünya arasında sıkışıp kalmak ve hangisini seçeceğine karar verememek. Aradan geçen zamanda Adimi artık ne Parisli ne de Cezayirlidir. Yabancı bir şehirde kimlik arayışının yanında sadece çocukluk ve ergenlik anıları eşlik eder ona. Geçmişi ile şimdi arasında köprü vazifesi görür bu anılar. Evet, ana karakterimizin iki kuşak, iki kültür, iki dünya arasında kaldığını söylemiştim. Cezayir onun için bir kimlik, doğduğu, çocukluk anılarının olduğu yerken Paris ise sürgünde yaşadığı, hayatını kazandığı ve en önemlisini özgürlüğünü eline tuttuğu yerdir. Fiziksel olarak Paris’te yaşasa da aslında zihnen hep Cezayir’dedir. Hikâyede aile baskısının çok geniş yer tuttuğunu ifade etmiştim. Cezayir toplumunda son yıllarda kadınlar önemli bir yer elde etse de evliliğin önemi, erkeğin egemenliği, kadınların toplumdaki statüsü konusunda hala gelenekler, değerler ve normlar hüküm sürmektedir. Hala tüm engeller ortadan kalkmış değildir. Cezayir’deki durumun aksine Fransa’da toplum bekâr bir kadına kötü gözle bakmaz. Orada bireysellik ve özgürlük ön plandadır ve yazar bundan fazlasıyla büyülenir. Batı, Doğu toplumları gibi evliliğe çok önem vermez, evlilik sosyal bir zorunluluk değil tamamıyla bireysel bir seçimdir. Batıda kadının toplumdaki yerini belirlemek için evlilik bir araç olarak kullanılmaz. Cezayir’deki erkek egemenliği dini bir sürecin parçasından ziyade tarihsel bir sürecin parçasıdır ve yazar bundan dolayı bu toplumu kınar. Erkeklerin hepsinden nefret eder ve kadınların durumu için onları suçlar. Paris’te bu konuda özgürdür, erkek egemenliğine ve toplumdaki geleneklere isyan eder. Cezayir’e dönmek aslında geleneklere boyun eğmek, onları kabul etmek, evlendirilmek ve daha da önemlisi kendini çiğnemek demektir onun için. Gelenek ile özgürlüğün, modernitenin talep ettikleri ile gelenekselliğin ağırlığı arasında bir seçim yapmak zorundadır. Hikâye Cezayir’e dönüşle sona erer. Yalnızlık, göçmenlik, yurt özlemi, toplumsal baskı, kimlik karmaşası, yabancılaşma gibi daha pek çok meselelere değinen bir kitap “Cebimde Taşlar.” Yukarıda belirttiğim gibi bu temalar günümüzde sürgünde yaşayan pek çok yazarın üzerinde çokça durduğu konular. Son derece sade ve samimi bir dille yazılmış, okunması da bir o kadar kolay olan bir kitap. Bu tarz kitaplar hoşunuza gidiyorsa bu kitabı da seveceğinizi umuyorum. Keyifli okumalar.
Cebimdeki Taşlar
Cebimdeki TaşlarKaouther Adimi · Delidolu Yayınevi · 202051 okunma
·
288 görüntüleme
Gökçe Erdem okurunun profil resmi
👏👏👏 Harika bir yorum olmuş emeğine sağlık hocam.Bende edinip okuyacağım.Bugün de Delidolu yayınlarının bir kitabını bitirdim.Harika kitapları var bünyesinde gerçekten.İyi okumalar dilerim 🌼🌼📔
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.