Gönderi

“Zor Zamanda Konuşmak”tan...
Belki yaşamanın gerçek anlamı 'vesaire'den geçer. Sanırım kimilerinin ayrıntı olarak gördükleri şeyler, olaylar ve düşünceler bünyelerinde umulmadık bir derinlik ve önem taşırlar. Sanatın ve düşüncenin bize kazandırdığı ... hakikate giden yolda işlek bir zihin çalışmasıdır. Biz insanlar olaylar hakkındaki yetersiz gözlemlerimiz sebebiyle çoğu zaman varlık alanında olup biten her şeyin tek bir şeriata uygun biçimde seyrettiğini anlayamayız. Bu yüzden de din ve dünya gibi bazı yapay ayrımlara saparız. Sana yaklaştıkça zamanın kısalacağı, yani kısa zaman dilimleri içinde çok olayın vuku bulacağı bütün geleneksel kültürlerde ifade edilmiştir. Ne var ki rakamlar değilse bile çağların gitgide azalan zaman dilimleri içinde sona erdikleri gerçeği değişmemektedir. Son zaman en kısa zamandır. Olayların adedi ve vuku buluş hızı günden güne artıyor. Dolayısıyla bir insan ömrüne sığın vakıaların sayısı geçmişe göre her halükarda fazlalaşmaktadır. Bunda da esrarlı bir denge saklı, bir bakıma insan ömrü farkına varılabilecek hakikatler bakımından hep aynı. Yani bizlere ancak yüklenebileceğimiz kadar ağırlık yüklenmektedir. Günah ve sevap karşısındaki tutumumuz bizi belirleyen şartlar ve bizim karşı karşıya olduğumuz durumlar gözönüne alındığında köklü bir adaletin ifadesidir yalnızca. Şimdiki zaman içinde biz geçmiş tarafından öne doğru itilmekte, gelecek aracılığıyla da geçmişe bağlanmaya zorlanmaktayız. Oysa 'olmak' görmenin manası içinde bulunanı görmektir. Bölünmüş paramparça bir dünyada yaşıyoruz. Fakat bu dünyada herkes aynı şartların ağırlığı altında kıvranıyor. Dünyada birbirine benzeyen fakat birbirinden sürekli uzaklaşan insanlar durmadan çoğalıyor. Bütün haklar toplumsal kurumlara devredilmiştir, görevler de ondan beklenir. Hiçbir insan bir başka insanın 'insanlığına' iltica etmez, herkes toplumsal bir mültecidir. ... Şerri olduğu kadar hayrı da insan kaynaklı esasları oturtmak istiyor bunlar. Çırılçıplak gezen ve avlanarak yaşayan Amerika vahşileri de hiçbir zaman egemenlik altına girmemişlerdir; gerçekten, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan insanlara nasıl boyundurluk vurulabilir! Aklı başında olmak her var saydığımızın var olmayan bir yanını görebilmek, her yok sandığımızın varlık alanına çıkan bir yanı bulunduğunu bilebilmektir. Yalancının mumunun çabucak söneceğini sanmak yanlıştır, münafıkların mumu kendilerinin mümin olduklarını dillendirmeye yetecek zamana kadar yanar. Toplumun yürürlükteki anlayışına uygun bir tanımlama başarısına ulaşan kim olursa, o hasmını yemek gücünü de ele geçirmiş olur. En büyük yanılgı aşkınlığın daha fazla bir 'şey' de aranmasıdır. Artmak değildir aşkınlık, azalmaktır. Aşkımla komşunun balkonunda değil, bizim kendi avlumuzdadır. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların kaynağı bu yönüyle ortaktır diyebiliriz: İnsan*(evladı) kendi bireyliğini hissedemediği, insan olarak kendi önemini kavrama imkanından mahrum kaldığı anda benzerlerine çeviriyor silahlarını. Başkaları cehennemidir, diyor. Maymunlara olan düşmanlığımız onların bize çok benziyor olmalarından değil mi? Tuttuğu oruç, çektiği çile doğrudan doğruya kendisi için bir kazanç oluyordu. Bununla varmak istediği anlama yaklaşıyor, göstermek istediği saygıya ulaşıyordu. Amaçları bulanık olanlar kuşku yok ki araçların dolambaçlarında takılıp kalacaklardır. ... Onlar balık tuttuktan, tavşanı yakaladıktan sonra bile ağlarıyla ve tuzaklarıyla uğraşacaklardır. Eğer düşünceleri aktarmak istiyorsak kelimeler bizi tutmamalı, sadece geçirgenlik yapmalıdırlar. Kelimelerin ötesindeki anlama varmak, gerçekte bütün çağlarda elde edilmeye değer tek şey o. "... İnsanlarla iş gördüğün sıra onlardan ayrı olan tarafına, insanlardan daha Seçkin olan özelliklerine ve yeteneğine dayanarak kendini ortaya koymaya kalkma." Her tahkik aykırı olanı hesaba katmakla mümkün olabilir. Genel kabuller çoğu zaman bilginin üzerine bir sis gibi çöker, doğru ve sağlıklı bilginin elde edilebilmesi ancak bu sisin kalkmasıyla mümkün olabilir. Hümanist teknolojik bir medeniyetin sultası altında bulunuyoruz. Medeniyet de çağımızın genel kabulleri, Üstün sayılan kavramları arasında yer almakta. Gerçi bütün akademik ve entelektüel çabalara rağmen henüz medeniyet kelimesinin “ağyarını mâni, efradını câmi” bir tanımı genel kabul çerçevesinde yerleşmiş değildir. Hakikat nasıl kendini ortaya dökebilmek için belli şartlara, insandaki “hakikati kabul etmeye hakikatine öncelik verme” vasıflarına muhtaç ise yalanın da insandaki “yalanın meyyal yalanla hoşnut olma” eğilimlerine ihtiyacı vardır. İnsanlar arasında sağlıklı bildirişin ancak bildiriyi alanın karşı karşıya kaldığı bildiri önünde 'boş' bulunmasıyla ile mümkün olur. Türk toplumunun zihniyet itibariyle köklü bir değişikliği uğradığının delillerinden biri de Hoca Nasrettin'in gülünecek tuhaflıklar yapacak biri olarak anlaşılması, Yunus Emre'nin bir tür hümanizm içine sokulmasıdır. Eğer biz batı düşüncesinin temelini kavramaya gücümüz yetmediği için doğulu, içinde yaşadığımız toprakların nefes alışlarını hissedemediğimiz için de batılı kafa yapısını benimsemek tavrını seçersek zihniyetimizin çarpıklığı kemikleşir. Düşünce planında da kan dolaşımını kendi içinde sağlayabilecek bir etkileşim bölgesi sağlayabilmiş değiliz. Bu konuda şikayetler sıralamak kolay. Umarım ki, kemikleşmiş çarpıp batıcı zihniyeti kırmak için sunulan 'tasarılar' yerini 'sonuçlara' bıraksın. |pin.it/2NKH3TL - pin.it/6LRXceJ
Zor Zamanda Konuşmak
Zor Zamanda Konuşmak
·
85 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.