Yalnızlık duygusu iç paralayıcı sevgilim, benim çok sevgilim..Adria Arvedol isimli bir çocuğun kişisel tarihinin ayrıntılarıyla Avrupa kıtasının tarihsel dönemeçleri arasında geçişler yapılarak yazılmış bir kitap. Teknik olarak alışılmışın dışında, oldukça karmaşık bir kitap bu. Karmaşık, ama muhteşem.
Baş karakter koltuğunda oturan kişilerden biri 1764’ten kalma bir keman. Öyle ki, bu çatlak kemanı çekip alsak bu kitabın içindeki hayatlardan, tüm bu hikayeler asla var olmayacak, ya da her şey başka türlü olacak. Ama keman var. Eller o kemana dokunuyor, ve biz de tarihin çöplüğüne titrek alevli bir meşalenin aydınlığında bakma fırsatı buluyoruz.
Franco döneminde Barselona’dayız. Bir paragraf sonra bir sınır karakolunda Hitler’in teğmenlerinden biriyle kavga ediyoruz, Auschwitz kamplarında dolaşıyoruz. Birkaç sayfa sonra iblis sorgucusunun kara bakışları altında sapkın kötülüklerle mücadele etmek için engizisyonu demir yumrukla yöneten biriyle tanışacağız. 15. yüzyıldayız. Hayır 17. yüzyılda. Orada da duramayıp 2. Dünya Savaşı’na bir sayfa çevirip geçiyoruz.
Bu kadar tarihi bilmemkimlerin asık, zalim, mendebur suratlarını görmek için arşınlamış olmak iç sıkıcı, tarihi bu kadar yoksul bırakmak adaletsizlik olacağından, sanatın, edebiyatın nur yüzüne bakıyoruz uzun uzun. Şimdi her şey daha katlanılır.
Neden Proust’u bir defa okumak bile insanı başka birine dönüştürüyor, Brahms’ın Klarinet Beşlisi neden nefesimizi kesiyor, Beethoven’ın Pastoral’inin önünde neden saygıyla eğilmemiz gerekiyor, Abraham Mignon’un çiçekleri niye içimize akıyor, Nicolas Poussin Arkadya tablosu mutluluğa dair ne söylüyor?…Bu kitabın sayfa kenarlarına düştüğüm notlara bakarken bile mest oluyorum.
Bir çocuğun dokunamadığı kitaplar arasında toza bulanan çocukluğuna..
“Hayat sanki Barcelona’dan uzakta, dizlerini kirlettiğinde kimsenin seni azarlamadığı bir yerde sonsuz bir yaz mevsimiydi.” dedirten sancılar içindeki büyüme hikayesine..
aşka ve bilhassa “Güldün ve gökyüzü içeri girdi.” cümlesine..
sevdiğini yitirmenin acısına ve bilhassa “Yalnızlık duygusu iç paralayıcı sevgilim, benim çok sevgilim.” cümlesine..
tarihin zalim suretlerine ve yine bilhassa “Hiçbir diktatör senin hayatından bir buçuk iki yılı talep etme hakkına sahip değildir, âmin.” cümlesine bakıyorum, zenginleşiyorum. Müthiş.
Katalan, yahudi, eşcinsel..müzisyen, hırsız, dolandırıcı..tutkulu, takıntılı, çok takıntılı..az şefkatli, sert ve çok zalim insanlar arasında uzun bir yolculuk. Çok insan tanıyoruz, çok insanı uzun uzun demleyip, sayfalarca ağırlayıp, esamelerinin bile okunmadığı zamanlara bakıyoruz sonra. Neydi o hepimizin bildiği kısa öykü: “Bir varmış bir yokmuş.”
“Bir kum tanesini koruyabilecek hiçbir örgüt yoktur.” diyordu bir yerde. Bu kitabı okurken düşündüm de..Bu dünyada varlığı belli belirsiz olan o küçücük şeylere hürmet eden, onu koruyan ve ölümsüzleştiren tek örgüt edebiyat. İyi ki var.
Akılda tutulamayacak kadar çok bilgi ve ayrıntıyla, hele ki tekniğinden kaynaklı zor bir kitap olması gerekir bunun. Ama neden bilmiyorum, çok büyük bir keyifle okutuyor kendini. Yapışıp kalmıyorsunuz sayfalarda, akıp gidiyor.
Boğazınızdan aşağı rahatça akıp gitsin istiyorsanız, bu kitaba çok soru sormamayı, size verdiği her şeyi koşulsuz kabul edip aldığınız keyifle mutlu olmayı deneyin.
Mesela karakter neden ara sıra kendinden üçüncü tekil şahıs diye bahsediyor diye sormayın. Bu bir çeviri hatası diye düşünüp yayınevine ‘bu ne rezalet’ diye e-posta yazmaya kalkmayın (bkz. ben) Gördüğünüz tüm kusurlar, bu kitabın benliğinin bir parçası.
İçine çok tarih, içine çok sanat, içine çok felsefe, içine çok dil, çok din, içine çok insan, nesneler ve sessiz hikayelerinden biraz, biraz arkadaşlık, birazdan çok yalnızlık konulmuş, karıştırılmış, kabartma tozu fazla konulduğu için 830 sayfa kabarmış bir kitap bu. Gözünüzü korkutmayın, kahvenin yanında yeyin bunu. Bence yenir.
Anloorsunuz yavrumi? Çoogzel.
Okuyun nolur..