Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

416 syf.
9/10 puan verdi
Romain Gary Romanlarında Kadın'ın yeri.
Romain Gary (Emile Ajar)
Romain Gary (Emile Ajar)
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı
ROMAİN GARY (Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın.) Agora Kitaplığı peş peşe ünlü Fransız yazar Romain GARY’nin kitaplarını yayınladı. Yayınevi 2011 yılında da yazarın Emile AJAR takma adıyla yazdığı romanları yayımlamıştı. Böylece seksenli ve doksanlı yıllarda Can Yayınları tarafından basılan romanlar, uzun bir aradan sonra yeniden Türk okuyucusuyla buluşmuş oldu. Yazarın en ünlü kitabı şüphesiz 1956 yılında Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülünü kazanan ‘Cennetin Kökleri’. Ardından yine 1975 yılında Emile AJAR takma adıyla aynı ödülü kazanan Onca Yoksulluk Varken ve biyografik romanı Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı en etkileyici kitapları. Bunların dışında son iki yıl içinde yeniden basılan kitaplarından ‘Kral Salomon’un Bunalımı’, ‘Koca Tembel’, ‘Yalan-Roman’, ‘Kadının Işığı’, ‘Biletiniz Buraya Kadar’, ‘Polonya’da Bir Kuş Var’(Avrupa Eğitimi), ‘Uçurtmalar’, adlı romanlara ulaşmak artık çok kolay, ancak 1998 yılında yine Can Yayınları tarafından basılan ve yazarın en önemli kitapları arasında sayılan ‘Yıldızyiyiciler’in izine, ne kitapçılarda ne de sahaflarda rastlanıyor(1). Yazar Mehmet EROĞLU 1980 yılının Aralık ayında GARY’nin ölümünün ardından yazdığı ve ‘ilk kitap değerlendirmem’ dediği Cennetin Kökleri romanının kahramanı Morel için “20.Yüzyılın Donkişot’u” yakıştırmasını yapıyor(2). Söz konusu yazının Cennetin Kökleri’nin baş tarafına kısa bir ‘Sunuş’ yazısından sonra aynen eklendiğini görüyoruz. Böylece yaklaşık otuz yıl aradan sonra EROĞLU tarafından bu şekilde selamlanan Romain GARY’yi biz de bu incelememizde, görkemli romanları üzerinden okurlarımıza tanıtmaya çalışacağız. 1914 doğumlu ve asıl adı Roman KACEW olan Romain GARY’nin Rus asıllı Polonyalı bir göçmen ve gayrımeşru bir çocuk olduğu, Fransa’da hukuk eğitimi ve ardından İkinci Büyük Savaş’tan önce Fransa Ordusu’nda pilotluk eğitimi aldığı, savaş sırasında İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde ve Afrika’daki Özgür Fransız Kuvvetleri’nde Almanlara karşı dövüştüğü şeklindeki özet bilgilere, EROĞLU’nun yukarıda sözü edilen yazısında rastlıyoruz. Yazar hakkındaki ayrıntılı bilgilere ise Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı adlı biyografik romanda ulaşabiliyoruz. Bu roman okuyucuya yazarın tüm romanlarındaki olaylar, kişi ve karakterler ile bu karakterlerin ruh halleri ve mekânları hakkında bilgiler sunuyor. Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı her ne kadar biyografik bir roman olsa da, yaşamın bir serüven olduğu gerçeğinden hareketle biyografik olma özelliğinin ötesine taşıyor. Babasını hiç tanımadan annesinin sıkı koruması altında yetişen GARY, hukuk eğitiminin başlangıcına kadar neredeyse dış dünya ile asgari düzeyde iletişim içerisinde. Annesi bıkıp usanmadan yapmadığı hiçbir iş kalmamacasına didinerek GARY’yi bir sanatçı olarak yetiştirmeye çabalar. Zaman içerisinde kısıtlı olanaklarla tutulan tüm hocalardan ders alınmasına karşılık, GARY’nin hiçbir sanata yatkın olmadığı hususu anlaşıldıktan sonra bile, annesinin ve dolayısıyla GARY’nin inadı kırılmaz. Tüm yaşamı boyunca oğlu için çırpınan annesinin son olarak GARY’ye biçtiği yazarlık ve diplomatlık geleceği, yazar tarafından gerçeğe dönüştürülür, ancak acıdır ki annesi bir dergide yayınlanan kısa bir öykü dışında, ne yazarın ilk romanı olan Polonya’da Bir Kuş Var adlı kitabı eline alıp ‘Buffa Çarşısı’nda(3) caka satabilir, ne oğlunun çeşitli ülkelerdeki Fransız Konsoloslukları ile gurur duyabilir. Hele hele yazarın savaşta kazanmış olduğu Legion d’Honneur nişanı ile iki Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü, annesi için çok uzak bir gelecektedir ve haliyle bunları da göremeyecektir. Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı romanındaki yaşam öyküsüne bakıldığında, hayatından ve annesinden Romain GARY’e neler kaldı ve dolayısıyla romanlarına neler yansıdı? diye sorulduğunda verilecek yanıtlar arasında; olağanüstü direnme gücü ya da yeteneği, gayrimeşru ilişkilerde, ilişkinin kadın tarafına verdiği aklayıcı ve yüceltici önem ve serüven tutkusu sayılabilir. Serüven boyutu zaten kısa yaşam öyküsünde gün yüzüne çıkıyor. Annesi ile Litvanya’dan çıkıp önce Polonya’ya oradan Fransa’ya göç etmeleri, iki savaş arasındaki harap olmuş Avrupa toprakları üzerinde verilen yaşam mücadeleleri, ilk romanı olan Polonya’da Bir Kuş Var adlı romanının yazımını savaş sırasında tamamlaması, hepsi başlı başına birer serüvendir. Bu yaşam biçiminin türevi olan serüven tutkusu ile katıldığı savaş ve savaş sırasında emir-komuta zincirini çok fazla dikkate almadan, kaçırdığı uçakla Afrika’ya, oradan İngiltere’ye ve sonra yeniden Afrika’ya gitmesi, (diplomat olarak Afrika’da görev yapmadığı hususu dikkate alındığında) mekan olarak Afrika’da geçen Cennetin Kökleri adlı romanı için bulunmaz bir alt yapı oluşturmuştur. Gayrimeşru ilişkilerde, ilişkinin kadın tarafına verdiği aklayıcı ve yüceltici önem neredeyse tüm romanlarındaki kadın karakterlerde belirgin bir şekilde gözü çarpıyor. Cennetin Kökleri’ndeki bar kızı Minna, Uçurtmalar’daki Alman subayları düşüp kalkan Lila, Polonya’da Bir Kuş Var’daki Alman askerlerinin tecavüzüne uğrayan Zosia, Onca Yoksulluk Varken’deki genelev kadınlarının çocuklarına bakan Madam Rosa, Kral Salomon’un Bunalımı’ndaki Mösyö Salomon’un eski sevgilisi Matmazel Cora ve yine Uçurtmalar’daki genelev patronu Madam Julie; hiçbir şekilde cinsiyetlerinden kaynaklanan durumları nedeniyle yazar tarafından yargılanmaz, aksine yüceltilirler. Minna Afrika’da fillerin korunması için mücadele eden Morel’e can yoldaşı olur, Lila Alman subaylarından bilgi sızdırmak bir yana, bir kaç Alman subayını Hitler’e suikast düzenlemeye ikna edecek kadar güçlüdür. Zosia keza Polonya direnişçileri için Alman askerlerinden bilgi sağlar. Madam Rosa para karşılığı da olsa yaşamın dip noktasına düşmüş genelev kadınlarının yanındadır her zaman ve onca yaşına karşın. Matzamel Cora’nın hayranlık uyandırıcı yanı, savaş sırasında şehrin en işlek caddesindeki bir binanın bodrum katında saklanan, sevgilisi Yahudi Mösyö Salomon’u kimseye belli etmeden yıllarca beslemesi ve yaşatmasıdır. Madam Julie’nin savaş sırasında yaptıkları ise anlatılan tüm diğer kadınların başardıklarının çok ötesindedir, bir efsanedir adeta. Yazarın bu şekilde romanlarındaki tüm kadınları kutsaması, kendisini çok seven, onun yaşamını anlamlandırma mücadelesinde varını yoğunu ortaya koyan annesini kutsamasıdır bir anlamda ki bunun izleri Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı adlı romanın bir sahnesinde açıkça görülür. Polonya’dadırlar henüz ve on iki yaşındaki GARY bir gün arkadaşlarına hava atmak için, liseyi Fransa’da okuyacağını söyler. Arkadaşlarından birisi, “Duyduğuma göre, eski orospuları Fransa’ya almıyorlarmış.” der. Şok geçirmiş bir durumda eve gelip kendisini her zaman, iyi ya da kötü günde açık olan annesinin kucağına atar, ancak sevgi ve şefkatle teselli beklerken umulmadık iki tokatla karşılaşır. “Beni iyi dinle, Bir daha başına böyle bir şey geldiğinde, yani gözünün önünde annene hakaret edildiğinde, seni eve sedyeyle kanlar içinde getirmelerini tercih ederim. Sağlam bir tek kemiğin kalmamış olsa bile anladın mı? Böyle davranmayacaksan, hiç boşuna yola çıkmayalım. Oralara gitmek için hiç uğraşmayalım.”(4) Biyografik roman Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı’da anlatılan yaşam mücadelesi ile karşılaşılan güçlükler karşısındaki direnme gücü ve yeteneği, yazarın neredeyse tüm romanlarında belirgin bir şekilde kendini hissettirir. Her şeyden önce Polonya’da Bir Kuş Var ve Uçurtmalar, II. Büyük Savaş’taki Polonya direniş örgütlerinin destanlarını anlatır. Ama asıl direniş Cennetin Kökleri’nde Morel ile sembolleşir. Morel II. Büyük Savaş sırasında Alman çalışma kamplarında iki yıl kadar esir olarak bulunmuştur. Kamplardaki zor koşullara dayanabilmek, aç ve susuz, günlerce ve haftalarca çalışabilmek için direnç noktaları ararlar arkadaşları ile. Direnme güçlerinin sürdürülmesine yönelik olarak üç olaydan bahsedilir romanda. Birincisi mayısböcekleri olayıdır. Bitkin bir halde sırtlarında yükleriyle tek sıra halinde yürürlerken Alman askerlerinin dipçik tehditleri altında, yüzlerine çarpıp yere sırtüstü düşen mayısböceklerini görürler. Onları ölüme terk etmemek için parmaklarıyla dokunup düzeltirler ve uçmalarını sağlarlar. Bir böcek bir böcek daha derken, hızlanırlar ve bir mayısböceği kurtarma yarışı başlar aralarında. Ne yorgunluk kalır ne de moralsizlik. Diğer olay koğuşlardaki yorgunluk, pislik ve moral çöküntüyü önlemek için, arkadaşlarından birisinin koğuşa getirdiği hayali bir kadına karşı gösterilen saygıdır. Hayali kadın geldikten sonra herkes bambaşka bir havaya bürünür. Koğuş temizlenir, yüksek sesle konuşulmaz, hatta hergün hayali kadın giyinirken ya da soyunurken koğuştakiler arkasını döner. Bu duruma son verilmesi tehditlerine boyun eğilmez, ancak bedeli de hücre cezası ile ödenir. Son direnç noktası anekdotu ise fillerle ilgili olandır. Kamp yaşamının zorluklarına karşı özgürlük fikrini temsil eden filler. Koğuştaki siyasi mahkumlar hiç bıkıp usanmadan, geniş Afrika çöllerinde yeri titreten yürüyüşleriyle her şeyi yıkıp geçen filleri hayal ederler. İşte Morel çalışma kampından kurtulduktan sonra kendince özgürlük fikrini temsil eden, ancak gerek zevk için (avlanmak ve fildişleri) gerekse besin kaynağı olmaları nedeniyle öldürülen fillerin korumasına adar kendini. O sıralarda Fransa sömürgesi olan Çad’da (Fransız Ekvatoru) ortaya çıkar ilkin. Yazdığı dilekçeleri imzalatıp kendince ilgili olduğunu düşündüğü tüm makamlara iletir. Bir gelişme olmadığını gördüğünde ise elinde tüfekle, filleri korumaya başlar onlara kastedenlere kurşunlar yağdırarak. Morel’de dolayısıyla Romain GARY’de özgürlük düşüncesi, yazar Mehmet EROĞLU’nun da belirttiği gibi insanlığın temel ütopyasıdır. Filler ise bu düşüncenin sembolü. İnsanoğlu yarattığı uygarlık ve milliyetçilik, sömürgecilik gibi tüm ideolojileri ile (ironik biçimde hep özgürlük fikrine dem vuran ideolojiler) insanı insan yapan, insanın onuru ancak onunla koruyabileceği özgürlüğü yok etmektedir. Makine uygarlığı doğayı ve çevreyi yok etmekte, teknoloji savaş makinasının aracı olarak kullanılmakta, sözüm ona akıl sahibi olan insan türü, kendi kendisini yok etmektedir her türlü insan dışılıkla. Eğer bir şeyler yapılmazsa insanın kendi kendini aldatması için harcanan uzun süreli çabalardan oluşan yararcı (çıkarcı) uygarlık, her zamanki mantıksal sonucuna ulaşacaktır. Dünya ölçeğindeki zorunlu çalışma kampları. Bu kamplara karşı ancak filleri korumakla direnç gösterilebilir. Zira Morel’e göre; “Afrika’nın uçsuz bucaksız topraklarında dolaşan görkemli fil sürülerini görmüş özgür bir insanın, bu canlı güzelliği, insan adına layık olan herkesin yüzünde, görüntüsüyle her zaman mutlu bir gülümseme oluşturan bu özgürlük simgesini sonsuza kadar korumak için ne gerekiyorsa yapacağına söz vermemesi imkansızdır.”(5) Bu özgürlük yolculuğunda, hareketinin yankı bulduğu kamuoyu desteğinin yanında, insanın insan dışılığından nefret eden kişileri de bulur yanında. Amcası ve işgal altındaki Berlin’de bulunan Rus askerlerinin tecavüzüne uğrayan bar kızı Minna’yı, yarattığı teknolojinin hidrojen ve bazalt bombasına dönüştürülmesini protesto eden Prof. Ostrach’ı, Kore Savaşı’nda ülkesinin bakteri savaşı yürüttüğünü ve kendisinin de kolera ve veba aşılanmış sinekler içeren bombaları kullandığını itiraf ettiğinden şerefsizce ordudan atılan toplum dışı Amerikalı subay Binbaşı Forsyhte’ı, nükleer çağın sağ kalanlarına birkaç dal parçası saklayabilmek isteyen Saint-Denis’i, insan soyu ile ilişkisini kesmek için tiksintisinin büyüklüğünden insan dilini bile kullanmak istemeyen otobüs şoförü Baron’u, Afrika’nın doğal kaynaklarının utanç verici bir biçimde sömürülmesine dur deme zamanının geldiğine inanan eski Fransız Parlamentosu üyesi Waitari’yi ve hayatını doğal varlıkların korunmasına adayan Danimarkalı doğabilimci Per Quist’i. Tüm yol arkadaşları bir şekilde Morel’in yürüttüğü mücadeleden ayrılmaya karar verdiklerinde, İnsanca bir şeyi insanlarla birlikte savunmak istemekteki çelişkiyi şimdiye kadar hiç kimse çözümleyemese de, Morel yürüyüşüne tek başına devam eder. O her şeye karşın insana inanmaya devam eder. İnsanlık bir gün mutlaka ele ele vererek, gülümseyerek yıkıntılar içinden yükselmenin yolunu bulacaktır. Cennetin Kökleri’nde yer almasa da Uçurtmalar’da belirtildiği üzere, yazara göre insana inanmaya devam etmek gerekir. Çünkü “İnsanlık dışı denen şey de insanla ilgili, insanın bir yanı. İnsanlık dışı olmanın da insana özgü bir şey olduğu kabul edilmediği sürece, yobazca yalanlar içinde bocalıyoruz demektir.”(6) Bu inançlara sahip olan Romain GARY her şeye karşın insana, insanlığa olan güven duygusunu uzun güre taşır, taşımaya çalışır. Ancak bir süre sonra tıpkı romanlarında olduğu gibi uygarlığa, o uygarlığın yarattığı ilişkilere, kurumlara olan inancını, güvenini yitirmeye başlar. O kurumlarla dalga geçmek adına Emile AJAR takma adıyla her yazara bir kez verilen Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülüne ikinci kez aday olur ve kazanır. Ödülünü almaz, hatta dünya onun ödül kazandığını öldükten sonra bıraktığı vasiyet niteliğindeki yazılarından öğrenir. Romain GARY gerek Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı’da anlatıldığı üzere gerçek yaşamında gerekse romanlarındaki kahramanları aracılığıyla karşı cinsle olan ilişkilerinde, hep hayal kırıklığına uğrar. Annesinin boşluğunu hiç kimse dolduramayacaktır. Her ne kadar Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı adlı romanındaki bir bölümde, kendisini aldatan gençlik aşkının ardından “bir daha hiç aldatılmadım” dese de, ikinci karısı Amerikalı ünlü aktrist Jean SEBERG tarafından aldatılır(7). Bu olayın da etkisiyle (ama önce Jean SEBERG için Kadının Işığı’nı yazarak) girdiği bunalımdan çıkamaz, bıraktığı mektuba, yazımızın başlığı altında yer alan notu düşerek 1980 yılında intihar eder. DİPNOTLAR: (1)Romain Gary'in dilimize çevrilmeyen çok sayıdaki yapıtları arasında; Lady L (Hep Bu Aşk İçin), Tulipe (Lale), Adieu Gary Cooper, (Elveda Gary Cooper), Les Caleurs du jour (Günün Renkleri), La Danse de Gengis Cohn (Cengiz Han'ın Dansı), Le Grand Vestiare (Büyük Vestiyer), sayılabilir. (Dipnottaki bilgiler mehmeteroglu.net sitesinden alınmıştır. (2) 20. YÜZYILIN DONKİŞOT’U MOREL başlıklı yazıya yukarıdaki dipnotta belirtilen siteden …/Kitaplar&Yazılar/yol göstermesi ile ulaşılabilir. (3)Nice şehrinde annesinin otel-restoranının bulunduğu çarşı. (4)Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı. Sy:154 (5)Cennetin Kökleri Sy:41 (6)Uçurtmalar Sy:266 (7)Jean SEBERG, Romain GARY ile evliyken ünlü Meksikalı yazar Carlos FUENTES ile iki aylık bir kaçamak yaşar. Ama asıl önemlisi SEBERG o sıralarda, ABD’de şiddet yanlısı siyahi örgüt olan Kara Panterler’in önde gelen bir önderi ile de ilişki içerisindedir ve CIA tarafından takip edilmektedir. Bu takip 1979 yılında SEBERG’in bir araba içerisinde ölü bulunması ile sona erer. (Hem Agora Kitaplığı hem de Can Yayınları tarafından yapılan basımlarda, Yazarın biyografisine ilişkin bölümde Jean SEBERG’in ölüm tarihi 1970 olarak verilmektedir.) Carlos FUENTES sonraları bu aşk öyküsünü ve SEBERG’in ölümündeki gizemli olayları “Yalnız Avlanan Tanrıça DİANA” adlı kitabında romanlaştırır. Kitap Can Yayınları’ndan yapılan baskısıyla piyasada bulunabilmektedir.
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı
Şafakta Verilmiş Sözüm VardıRomain Gary (Emile Ajar) · Agora Kitaplığı · 2012326 okunma
·
305 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.