Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

150 syf.
·
Puan vermedi
·
15 günde okudu
Her birimiz iki kere doğarız diyor Todorov; Doğa içinde ve Toplum içinde. Hayat ve varlığa doğarız. Ne kadar da derin bir tespit! Belki kitaptan kopuk çok fazla yorum ekleyeceğim ama bende bıraktığı iz ve tespitleri tekrar okumak adına da not düşmek istiyorum. Ben, kendimi anlamaya çalışıyorum. Ben bir insanım, kendimi anlamaya çalıştıkça insanı daha iyi anlamaya başlıyorum. İnsanı çözümledikçe insanın toplum içindeki hareket ve seçim gerekçelerini görmeye başlıyorum ve bu noktada insanın, diğer insanların bakışını, onayını, sevgisini, takdirini, ilgisini ve zamanını elde etmek için giriştiği davranış modellerini görmeye başlıyorum. Anlayabildiğim kadarıyla; yaşadığımız sorunların, sıkıntıların, acıların ve başarısızlıklarımızın en büyük sebebi, diğer insanların zihnindeki varlığımızı önemsememizden kaynaklanıyor. Bu yanlış bir şey mi, değil tabii ki ama real varlığımızı tanımadan diğer insanların zihnindeki varlığımız için çabalamak negatif bir efordur. Kendinizden uzak, hayal ettiğiniz kendiliğinize çıkmak için real varlığınızı değersizleştirirsiniz. Kendinden kopan insan, gerçeklikten kopar ve ortak hayatın acımasız girdabına düşmeye başlar. Todorov'ın o kadar etkileyici tespit ve anekdotları var ki ben ve diğerlerinin sembiyotik etkileşimi içinde zorunlu var oluşumuz insanı ürkütüyor. Aristoteles şöyle der; Hayvanlar ve tanrılar kendi kendilerine yetmektedirler, dolayısıyla onlar yalnız varlıklar olarak düşünülebilir; insan ise çaresiz bir eksikliğe sahiptir, diğerlerine muhtaçtır. Biz zorunlu olarak diğer insanlara muhtacız, diğer insanlar olmadan yaşayabiliriz ama var olamayız. İnsanlar toplum içinde yaşamaya başlar başlamaz diğerlerinin bakışlarını kendi üzerine çekmeye çalışırlar. "Her birimiz diğerlerine bakarak ve bakılına isteğiyle başlarız hayata." Öteki, benliğimize kıyaslanabilir konumda değildir ama benliğimize bitişik ve tamamlayıcı bir konumdadır; benim tamamlanabilmem için diğerinin bakışı ve varlığı zorunludur. İnsan bakılmak ister, kamunun takdiri beklenir, başkalarının kendi yazgımızla ilgilenmesi istenir. Bu bir kusur değildir, ihtiyaçtır. Todorov şöyle bir sor soruyor: Bu hayatta izlenen amaç nedir, durumumuzu hep iyiye doğru geliştirme isteğinin altında ne yatmaktadır? Cevabı şöyle; "Bizi izlesinler, bizimle ilgilensinler, bize eşduyumla, hoşnutlukla ve takdirle bakılsın: İşte hedefleyebileceğimiz bütün fayda budur." Bunu elde etmek için ödemeyeceğimiz bedel yoktur, zira "insanlar ölümlerinden sonra keyfini süremeyecekleri bir ün elde etmek için bile isteye hayattan vazgeçerler" Aynı zıtlıkta takdirin yokluğu da başımıza gelebilecek en büyük kötülüktür diyor: Bu dünyanın büyükleri "bütün dünyanın bakışlarını üstüne çekebilmiş" kişilerdir; onlar için en tehditkar sefalet bir gün çevrelerini saran "o akılsız, dalkavuk, emir kulu güruhun" yok olması, "kalabalıklar tarafından seyredilmemektir" diyor. Bakılına ihtiyacı insanın diğer güdülenimlerinden herhangi biri değildir: Bu, diğer bütün ihtiyaçların hakikatidir. Maddi zenginlik için de durum budur: Zenginlikler kendi içlerinde amaç değil ötekinin takdirini sağlamak için bir araçtır. Zengin insan mutludur çünkü kamunun dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştır. Zevkler için de durum aynıdır: En yoğun zevkler, diğerlerinin hakkımızdaki görüşlerinden çıkardığımız zevklerdir. Kabul etmesi belki çok zor ama Todorov'ın belirlediği aşikar bir durum var. İnsanoğlunun etkinliklerinin en güçlü güdüleyicileri zevk, çıkar, açgözlülük ya da bunların aksine cömertlik, insan sevgisi, kendini feda etme değildir. Şöhret ve takdir arzusu, utanç ve suçluluk, gözden düşme korkusu, tanınma ihtiyacı, ötekinin bakışlarına başvuru, vb.'dir. Diğerlerinden takdir beklerken onlar da aynısını benden bekler, oysa biz birbirimize karşılıklı olarak bunu veremeyiz, bu takdiri birinin alması için diğerinin almaması gerekir. Tüm bu talepler diğerini kendimiz için eylemsel, zamansal ve psikolojik olarak domine etmeye sürükler. Klasik psikanalizin de son tahlilde konumu şöyledir; İnsan bencil ve tamamen yalnızdır, sadece arzularının tatminini düşünür, ona diğerkamlığı ve alicenaplığı öğreten şey toplumdur; bunlar bir gerçeklik değil birer idealdir. Derin itkiler sadece doğrudan öznenin çıkarlarını ilgilendirir. Takdir olgusuna o kadar geniş yer verir ki takdir görmenin varoluşu çoğalttığını, varoluşun takdiri zorunluğu kıldığına ikna oluyorsunuz ve takdir ile varoluş kavramları iç içe geçiyor. Hepimizin çok farklı oranlarda istediği iki takdir biçimi olduğunu savunuyor; uyum takdiri ve ayrıcalık takdiri. Bu iki kategori birbiriyle zıtlaşır: Ya ötekilerden farklı ya da onların benzeri olarak algılanmak isteriz. -Durumlarına uygun gördükleri adet ve normlara olabildiğince özenli biçimde uyarak takdir elde etmeye çalışanlar -Kendini en iyi, en güçlü en güzel, en parlak göstermek isteyip de ayrıcalıklı takdir elde etmeye çalışanlar. Takdir biçimleri ne olursa olsun ilk niteliklerinden birini unutmamak gerekir: İstek doğası gereği bitmez tükenmez olduğundan, tatmini de asla tam ya da temelli olmaz. Dünyanın en iyi iradesine bile sahip olsalar Anne ve Babalar bütün zamanlarını bebeğin bakımıyla geçiremez: Başka varlıklara da yönelmek zorundadırlar ve onların da bebeklerinin onlara sağladığı takdirin dışında başka takdirlere ihtiyaçları olacaktır. Üstelik bebek de kısa sürede gözünü başka takdirlere dikecektir: Ona sadece Anne Babası değil, ziyaretçiler de dikkatle bakacaktır; giderek bebek bütün dünyayı ister olacaktır. Ondan bakışlarını esirgeyecek kişiler neden olsun ki? Takdir açlığı umut kırıcıdır diyor. Varlığımızın takdiri ve değerimizin onanması varoluşumuzun oksijenidir. Herkes benzer bir istek dile getirdiğine göre bunların hepsini tatmin etmek tanım itibariyle olanaksızdır. Diğer bireyler de bunu isterler, dolayısıyla meşguldürler ve bize cevap veremezler. Uygulamada istek kayıtsızlığa ve redde çarpar. İsteğin sürekliliği ile insanların birbirlerine benzemeleri uyuşmazlık yaratır. Bir noktadan sonra takdir beklenmez, şiddetli bir şekilde elde edilmeye çalışılır. Takdir negatif anlamlarla kazanılmaya başlanır. (şiddet, diktatörlük, patron, yönetici, anne/baba sıfatları, köle/cariye almak) Benliğimiz neyden etkilenir, nasıl var olur? Cevap tabii ki oldukça sofistike. Çocukluk sırasında sadece Anne Babamızın emirlerini ve örneklerini alımlamakla kalmayız, ayrıca topluluğa özgü toplumsal normları da alırız. Bunlar geçmişteki ilişkiler sırasında içselleştirilir ve bu ilişkilerin tarafları belirlenebilir bireyler olmak zorunda değildir. Adetlerden, kesinliklerden, bilimsel keşiflerden, yasalardan, atasözlerinden, klişelerden oluşturulan özel bir faili olmayan zorunlu varlık üzerinde bir uzlaşım söz konusudur; insan bu zorunlu varoluş biçimini hafızasının derinliklerine, henüz nasıl kullanacağını bilmezken kaydedip saklar. Kişinin içindeki sahnenin karmaşıklığı burada bitmez. Tüm bu personaları gerektiği noktada, gerektiği ölçüde yüzeye çıkarması lazım. Toplum içinde var olmak, o kadar geniş ölçekli bir ağa tekamül ediyor ki ipi nereden tutarsak tutalım bir yerden muhakkak kaçırıyor oluyoruz. Ne yaparsak yapalım, etki alanımız ne kadar olumlu olursa olsun, diğer insanların zihninde salt bir başarı, takdir, sevgi, bakış, ilgi veya nefret elde edemeyiz. Çünkü bizim inşa etmeye çalıştığımız kendilik için diğer insanlar da çabalıyor. Ortak yaşam, görünmez bir sözleşmeyle kendiliğimizi yaratmaya, bölmeye ve çoğaltmaya çalıştığımız bir alan gibi duruyor. Aristoteles'in şöyle bir insan tanımı vardır: İnsan hem "monastikon" (yalnız olabilen) Hem "politikon" (kendini ancak başkaları ile birlikte, bir şehirde tamamlayabilen) Hem de "oikonomikon" (ikili ilişkiler kurabilen) bir canlıdır. Yapmamız gereken şey -hiç kolay olmasa da- bu denklemi korumak.
Ortak Hayat
Ortak HayatTzvetan Todorov · Dost Kitabevi · 20089 okunma
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.