Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Çok büyüksün :)
Bu eser ilk defa 1305'te (1889) basılmıştı. Şimdi 1335'te (1919) yani tam otuz yıl sonra ikinci kez basılıyor. Okuyucular, bu yaşlı hikâyede şimdiki Hüseyin Rahmi'nin deneyimsiz, nahif, cılız fakat ileride bolca meyve vermeye kabiliyeti olan bir fidanını göreceklerdir. Bu çelimsiz fidan, güçlü bir sap oluncaya kadar, yirmi yıl istibdadın tehlikeli boralarıyla hırpalandı. Bazen köküne yakın budandı. Hayatını, özünü muhafaza için muhtaç olduğu maddi, manevi gıdaları bulamamak tehlikelerine düştü. Bu Şık romanı, matbuat caddesine attığım ilk adımdır. Bu yüzden, bunun kendimce heyecanlı bir hâl tercümesi vardır. Eserin yazılış tarihi, basılmasından iki-üç sene kadar da evveldir. Birinci kısmı mektepte yazılmıştır. Zaten birçok cümlelerindeki beceriksizlik, acemilik, âdeta çocukluk, bazı fikirlerdeki büyük saflık, okuyanlara bu hakikati söyler. Şık'ın yazılmış ilk yarısını büyük bir zarfa doldurarak Ahmet Mithat Efendi'ye gönderdim. Efendi merhumun eserlerini okurum. En büyük tutkunu, hayranıyım. Fakat henüz kendisini yüz yüze tanımak şerefine erişmiş değilim. Ne mizaç ve ahlakta bir zattır? Onu da bilmem... Eseri gönderdikten sonra bana müthiş bir pişmanlık geldi. Hiç öyle büyük bir adama böyle çocukça, budalaca, saçma yazılar gönderilir mi? Eyvah... Ben ne yaptım! O gece üzüntümden, mahcubiyetimden uyuyamadım. Düşündükçe utancımdan terler döküyordum. Eserin beğenilip kabul göreceğine binde bir ihtimal vermiyordum. Ertesi günü arkadaşlarımdan biri elinde bir Tercüman-i Hakikat¹ nüshasıyla karşıma çıkarak: "Müjde... Eserin beğenilmiş. Ahmet Mithat Efendi hazretleri seni matbaaya davet ediyor." "Alay etme...Ben zaten mahcubiyetimden yerlere geçiyorum." "Vallahi alay değil... İşte nah... Al oku..." Gazeteyi aldım. Birinci sayfanın ortasında: "Aleni Haberleşme” başlığı altında şu satırları okudum: "Matbaamıza gönderilen Şık isimli hikâye gerçekten takdire şayan görülmekle beraber yazarı Hüseyin Rahmi idarehanemize teşrifleri rica olunur." Gözlerime inanamıyorum. O zamanın yazarları ve şairlerinin başvuru yeri olan Tercüman-ı Hakikat matbaasından böyle bir davet geleceği aklımın alacağı bahtiyarlıklardan değil... Arkadaşlarım beni tebrike başladılar. Ben hâlâ bu hakikate inanamıyorum, rüya görüyorum sanıyorum. Tüm aczimle Ahmet Mithat Efendi gibi zamanın önemli bir fikir adamının huzuruna çıkmak da bence pek mühim bir meseleydi. Bütün cesaret ve güzel konuşma yeteneğimi toplamaya uğraşarak matbaaya gittim. Efendinin orada bulunmadığını, kendisiyle Galata'da görüşebileceğimi söylediler. Büyük bir heyecanla Hazret'in huzuruna çıktım. Gür kaşlı, kara sakallı, iri yarı, heybetli bir adam... Beni görünce ilk suali şu oldu: "Kimsin sen çocuğum?" "Şık yazarı Hüseyin Rahmi..." Ah... Korktuğuma uğradım. Efendinin yüzünde derhal bir itimatsızlık tebessümü belirdi. Tabir hiç aklımdan çıkmaz. Bana pek alaycı gelen bir sesleniş ile: "Oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. Bu roman usta işi... Senin ne kalemin, ne güzel yazı yeteneğin, ne tecrüben ve ne de görgün henüz bunu yazmaya müsait değil... Bu hakikat görünüyor. Sen böyle bir şeyin tasvirine özenebilirsin fakat bu işi yalnız başına başaramazsın. Sana bir yardım eden var. Baban mıdır? Ağabeyin midir? Arkadaşın mıdır? O kimdir? Söyle..." O yazılarda bana hiçbir ferdin tek kalem yardımı yoktu. O tarihte Yanya'da bulunan babam Sait Paşa'ya her hafta mektup yazardım. Epeyce diller dökerdim. Babam mektupları görüştüğü bazı kimselere okuduktan sonra fotoğrafımı göstererek: "İşte bu satırları yazan bu çocukcağızdır" dermiş. O kimseler de mektuplar ile fotoğrafı mukayeseden sonra: "Hayır, ihtimali yok. Bu çocuk şu sözleri yazamaz. Sizi aldatıyorlar Paşa..." cevabını verirlermiş. Babam onların bu iddialarına nihayet kanaat getirerek bana şu nasihatleri yazmıştı: "Oğlum Rahmi, bana yazdığın mektuplarda bir usta kâtibin yeteneği ve üslubu var. Başkasının yazdığı satırların altına imza koymak münasebetsizliğine alıştığını görmek istemem. Cümlelerin hatalı, pürüzlü olsun... Zararı yok. Bence mühim olan senin samimi ifadendir." Bu yüzden zaten yüreğim yaralı... Koca Ahmet Mithat Efendi'nin aynı ithami karşısında küçüldüm. Bozuldum. Hiçbir söz bulamadım. Nihayet gözlerimden dökülen iki damla, hazin bir cevap yerine geçti. Bu saf, samimi, masumane ağlayışım, Efendi'ye dokundu. Hemen: "Ağlama... Ağlama... İnandım. Fakat böyle güzel başlayan eserlerin bazen sonu, başına uymayıverir. Bunu tamamla. Sonra neşredelim..." dedi. Bin yürek çarpıntısı, üzüntü, ümitsizlik içinde hikâyemi bitirdim. Efendi, başı kadar sonunu da beğendi. Artık haftada birkaç defa Karantinahaneye devama, fıkralar, makaleler de yazmaya başladım. Beni takdir ederek manevi evladı edindiğini gazetesiyle ilan etti. Matbuat pazarına dökülen isimlerin o hazin, meçhûliyet ve revaçsızlık devresi olan çetin başlangıcı görmedim. Şık, Tercüman'da tefrika edildi. Efendi'nin pohpohlarıyla birden tanındım. Yazdıklarım revaç buldu. 0 zamandan beri hiç okumamış olduğum bu hikâyenin sayfalarını otuz sene sonra şimdi gözden geçirirken uzak, biraz paslı, dumanlı, fakat sisli bir gün doğuşu gibi aydınlık, şen, mesut, kaygısız görüyorum. Ne safça yazılmış satırlar, ne ilkel hikmetler, ne çocukça tuhaflıklar, ne basit tasvirler... Eserin çocukça şenliğini bozmamak için cümleleri bütün saflıkları, fazlalıkları, bazen bağlantısız durumları kabalıklarıyla bırakıyorum. O zaman bu hikâyenin görmüş olduğu rağbet, hayretimi çekmiş, sebebini Efendi'den sormuş ve şu cevabı almıştım: "Oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. Eserin en büyük fazileti okuyanları kahkahalarla güldürmesidir." Meşhur Moliére, Le Médecin Volant Uçan Hekim adlı piyesini genç yaşında yazmış. Bir Fransız eleştirmen bu eser hakkındaki fikrini beyan ederken, "İşte bu Le Médecin Volant, Le Médecin Malgré Lui'nin Zoraki Hekim taslağıdır" diyor. Bu Şık hikâyesindeki Şatırzâde Şöhret Bey de kendisinden on yedi sene sonra doğan "Şipsevdi" kahramanı Meftun Bey'in çekirdeğidir. Şimdiki ihtiyar ben, genç, toy, acemi Hüseyin Rahmi'nin ne kadar kusurlarını görüyorum. Emin olunuz, zamandan büyük bir öğretmen, hakikatleri telkin etmede ondan daha kudretli bir eğitici yoktur. Yaşayan görüyor ve öğreniyor... Okuyunuz efendim, okuyunuz... Gençliğimin, ihtiyarlığımdan çok neşeli ve daha güldürücü olduğunu göreceksiniz... Çünkü ben bile kendi kendime bayıla bayıla güldüm. 20 Aralık 19194 - Heybeliada
Şık
ŞıkHüseyin Rahmi Gürpınar · Özgür Yayınları · 20143,005 okunma
·
103 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.