Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Basit bir çörek, onu biz yiyorsak eğer, XV. Louis'in önüne konmuş bütün çintelerden, adatavşanlarından ve kınalı kekliklerden daha fazla haz verir bize; bir dağın tepesinde uzanmış yatarken, birkaç santim ötemizde titreşen bir ot, kilometrelerce uzağımızdaki bir tepenin baş döndürücü yükseklikteki zirvesini görmemize engel olabilir. Zaten bizim hatamız, sevdiğimiz kadının, ne kadar sıradan da olsa, zekasına tatlılığına değer vermemiz değildir. Hata, başkalarının tatlılığına, zekasına kayıtsız kalmamızdır. Yalan, bizde daima uyandırması gereken öfkeyi, iyilik de minneti, ancak sevdiğimiz bir kadında gördüğümüz zaman uyandırır; tensel arzu, zekaya hak ettiği değeri vermek ve manevi hayata sağlam temeller kazandırmak gibi, olağanüstü bir güce sahiptir. O ilahi şeyi, yani her konuda sohbet edebileceğim, güvenip içimi dökebileceğim birini, bir daha asla bulamayacaktım. Güvenmek mi? Peki ama, başka insanlar, bana Albertine'den daha fazla güven vermiyor muydu? Başkalarıyla daha derin sohbetlerim olmuyor muydu? Ama güven ve sohbet vasat şeylerdir, mükemmel olup olmamaları önemli değildir; önemli olan, ilahi denebilecek yegane şeyin, yani aşkın, güvene ve sohbete karışmasıdır. Alebertine'i, siyah saçların çevrelediği pembe yüzüyle, otomatik piyanonun başına otururken görüyordum; aralamaya çalıştığı dudaklarımın üstünde, dilini hissediyordum; Albertine'in o anaç, yenilemeyen, besleyici ve kutsal dilinin gizli alevi ve çiyi sayesinde, Albertine dilini sadece boynumun, karnımın üstünde gezdirirken bile, aslında yüzeysel olan, ama bir şekilde, astarı görünen bir kumaş gibi dışsallaşarak, teninin içi tarafından gerçekleştirilen bu okşamalar, en hafif dokunuşlarda bile, içeriye nüfuz edişin esrarengiz hoşluğuna bürünürdü.
Sayfa 84
··
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.