Olumsuz olanın kaybıKötülüğün şeffaflığı kitabının giriş bölümünde yazar, ‘‘Modernliğin
patladığı an; her alandaki özgürlüğün patladığı an’’ olarak nitelendirdiği
Orji sonrası dönemden bahsetmektedir. (s. 9) Ona göre orji, ütopyaların
gerçekleştiği ve yaşamaya devam etmek için ‘simülasyon’ kavramını önerdiği
bir dönemdir. Bu bölümde, kötülüğün kaynağına dair, detaylıca düşünülüp
günümüzdeki durumlarla örneklenerek güncellendiğinde haklılık payı olan
iddialarda ve çıkarımlarda bulunmaktadır.
Evrende 10 yıl öncesine kadar var olan ama şu anda düşüncesi bile
köreltilerek ortada olmayan birçok şey var peki bunlara ne oldu? diye soran
yazara göre, hiçbir şey yok olmadan dönüşüm (fraktal) halinde katlanarak,
sistemler kendi varlıklarını riske atarcasına virüse (viral) maruz kalarak
ve simülasyona uğrayarak dağılmış durumdadır. İnsanlık alışılan durum
karşısında kendi rollerini oynayarak, tepki gösterme yetisini kaybederek ve
değerlerin zihinlerdeki düşüncesini yok ederek bu virüsü beslemektedir.
(s. 13-18) Aslında bu iddiasıyla yazar, kötülüğü bitmeyen ve insan eliyle
sürekli var olan bir olgu haline getirmektedir. Bu yüzden yaşadığımız
sistem içerisinde, kötülük bitmeyecek ve bir şekilde var olan kötülük farklı
versiyonlarıyla virüs gibi insanlığın içinde yaşamaya devam edecektir.
Sanat, günümüzde gördüğümüz kadarıyla kısır döngüye girmiş
ve müzelere hapsolmaya ve süreç içerisinde yok olmaya mahkûm
bırakılmıştır.
Baudrillard Trans-sanat bölümünde bunun nedenini, sanatın
özü olan estetiğin ticarileşmesine ve estetiğin farklı alanlarda çıkar amacıyla
kullanılmasına bağlayarak açıklamıştır. Bunun sonucunda sanat, toplumlar
içerisinde virüslü (fraktal) ve kısır döngüye mahkûm edilerek pazarlama
aracına dönüştürülmüştür (s. 20-21). Yazarın, toplumda kötülüğün ortaya
çıkma nedenlerinden birini de sanattaki bu dönüşüme bağlaması, bizlere
farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır.
Baudrillard’a göre Trans-seksüellik cinsel kutupların farklılaşması ve
cinselliği önemsememenin haz olarak dönüşüme uğramasının temel kaynağı,
cinsiyet göstergelerinin (kadın-erkek cinsiyet özelliklerinin ve farklılıklarının
umursanmaması) yer değiştirmesidir. Cinsellikteki bu dönüşüm hayatımızın
her alanını istila etmeye devam etmektedir. Ona göre bu durum cinsellikten
kaynaklı kötülükleri de beslemektedir.
Müellif, Wall Street iflasından sonra fark edilen sanal ve gerçek
ekonomi dönüşümünden yola çıkarak medya ile dengelerin süreç içerisindeki
değişiminin insan zihninde ve gerçekte nelere mal olabileceğine Transekonomik kısmında değinmektedir. Bu bölümde ‘kullanılabilir nükleer
gücün binde biri dünyayı ortadan kaldırmaya yeterliyken dünya hala dünya
olmayı sürdürüyor’ şeklinde ilginç bir çıkarımda bulunmaktadır. Aslında
gerçeklerin medyada yansıtıldığı gibi olmadığına temas ederek (medyatik)
gerçeklikler olgusunu işaret etmektedir. (s. 31-40)
Baudrillard, ‘Medusa' öyle kökten bir ötekiliği temsil eder ki ona bakan
ölür.’ cümlesiyle son bölüme giriş yaparak, Batının bağışıklık sisteminin,
kendi bünyesindeki virüsler sebebiyle tehdit altında olduğunu açık
etmektedir. (s. 115) Batı’yı, sömürgeciliğinin bedeli olarak, kendinin kopyası
olan zihniyetlerin türediği, kendi cehenneminde yaşayan bireylerin dünyası
olarak görmektedir.
Kitap yoğun bir kavramsal yapıyı arz ettiğinden okuyucuyu yorsa
da, kötülüğün felsefi-dini tartışma alanının dışında, sosyolojik bir düzleme
çekilmesi bağlamında oldukça ilgi çekicidir. Yazar oluşturduğu kavram
kümesinin içinde bulunan fenomenlerin dönüşümlerin hangi boyutlarda
kötülüğe neden olduğunu açıklamaktadır. Kitabın ismiyle içerik, yazarın
Jean Baudrilların iddiaları ve çıkarımlarına hakimiyeti sayesinde ince noktalarda kesişmektedir.
Sorun sadece kötülük olarak anlaşılsa da toplumsal dönüşümlerin kaynağını
merak edenlerin, günümüzde toplumlarda meydana gelen ve devam eden
kötülüklerin kaynağına farklı açıdan bakmak isteyenlerin ve Batı’nın masumca
görünen uygulamalarının nelere sebep olabileceğini öğrenmek isteyenlerin
bu kitabı okumaları faydalı olacaktır