Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

226 syf.
·
Puan vermedi
Sürgünden sevdaya bir mavinin hikayesi
Cevat Şakir Kabaağaçlı (nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı), yaşamdan aldığını yine yaşama veren, kalemiyle, içtenliğiyle ve birikimiyle benim için yeri apayrı olan bir yazar. Aynı zamanda paylaştığımız Girit kökeni kendisiyle gönüldeşlik kurmama sebep olmuş, kendisinin entelektüel birikimi ve doğa sevgisi (öyle ki cebinde tohumla gezip, bulduğu toprağa atması) beni kendine hayran bırakmıştır. O kadar ki, bu kitabını bitirdikten sonra, yakın zamanda Bodrum’a gidip, kendisinin kabrini ziyaret etme planı yaptım. Neredeyse her kitabında olduğu gibi canlı tasvirlerle anlattığı Bodrum’a, sürgün edilmesiyle başlayan otobiyografik bir eserdir Mavi Sürgün. Bu sürgün sırasında kendisini tamamen denizin ve çevredeki ortamın güzelliğine kaptıran, adeta yeniden doğan Cevat Şakir’in, Bodrum'da yaşadığı deneyimler ve karşılaştığı insanlar, "Mavi Sürgün" de dahil olmak üzere edebi eserlerini derinden etkilemiştir. 1961 yılında yayınlanan kitap, aynı zamanda Cumhuriyetin ilk yıllarına da ayna tutar niteliktedir. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, bu kitabın öncesini kapsayan ve yaşamının devamını derinden etkileyen bir eğitim, iş ve aile hayatı olmuştur fakat bunlar konu dışı olduğu ve yazıyı hayli uzatacağı için değinmeyeceğim. Bu yüzden pruvayı tekrar kitaba çeviriyorum. Resimli hafta dergisinde yayınlanan "Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler" başlıklı yazısı yüzünden, siyasi nedenlerce İstiklâl Mahkemesi tarafından 3 yıl Bodrumda kalebentlik cezası almıştır güzel insan. Kitapta kendisi bu süreci ve yol hikayesini tüm içtenliğiyle anlatır. İstanbul’da başlayan bu hikayesini, izlediği tüm güzergâh boyunca (Ankara, Afyon, İzmir ve Aydın) sayfalarca yazar. Milas’a gelince ise o yol uzar da uzar. Dönem koşullarınca yol düzgün olmadığından Bodrum’a at üstünde gitmeleri gerekir fakat naif kişiliği buna el vermez. Satırlarında ise bu durumu şöyle anlatır; “Böyle dört ayaklı bir hayvanın üstüne binerek zavallı yaratığa eziyet çektirmektense, hayvanın da bana işkence çektirmesinden ise, iki ayağımı yere dayayarak canım yeryüzünden güç ve kuvvet almam daha doğruydu.” (160) Diğerleri at üstünde, Cevat Şakir ise yaya olarak yola koyulurlar. Sonunda cennetin mavisi çıkar karşısına ve şunları not düşer; “Artık serbest olarak, kendi ayaklarımın üzerinde dere tepe geziyorum. Seviniyorum, tepeme mavi ve uzun bir gök parçası taktı yaradılış, tüy diye. Göğsüm bu bitkilerin ısırıcı ve kekre can kokusuyla soluk alıp veriyor. Yanımdaki insanların ne jandarmalığı ne mandarmalığı kaldı, hep birlikte yol üzerindeyiz. Bodrum’ da hapishaneye tıkılacakmışım, vız gelir! Jandarmaların silahlarına bile bakmıyorum. Önlerinde uzun adımlarla yol alıyorum. Hızımın rüzgârı yüzümü serin serin yelpazeliyor. Vururlarsa vursunlar arkamdan. Sevincimle yere yüzüstü kapanır, toprakları avuçlar avuçlar bırakır, avuçlar kalırım. Mesnevî'den iki mısra hatırıma geldi: «Herkes kendi vüs’u ve sa’yı kadartnca nasip alır. Eğer senin kabın az su alıyorsa, deryanın ne günahı var?» Ne kap, ne kacak; gönül dolusunca yaşıyorum. Zamanı hep yatay sanırlar. Ben geçmişte yokum, gelecekte de yokum, şimdi dikine varım, yükselmesine sonsuz, derinlemesine sonsuz.” (162) Bodrum’la tanışma anında hissettikleri bunlardır Cevat Şakir’in. Başta onun için, “bir muamma, bir karanlık” olan Bodrum’u, sonrasında “Başka yerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır” şeklinde tanımlayacaktır. Bu noktadan sonra, sürgün olarak geldiği yerde, bütün acılarını ve travmalarını silmeye çalışarak, aşk ile yeni bir Bodrum yaratmaya çalışmıştır. Sürgünlüğünün yarısını Bodrum’da, diğer kısmı İstanbul’da geçse de sonrasında insanına, denizine ve doğasına duyduğu sevgi tezahür eder ve Bodrum’a yerleşir Cevat Şakir. Orada 25 yıla yakın bir süre yaşar. O artık bizim tanıdığımız haliyle Halikarnas Balıkçısı olmuştur. Bu onun sadece mahlası değildir, rehber, ressam ve yazar olmanın yanında artık geçimini denizden çıkaran usta bir balıkçıdır. Yaşamayı seçtiği Bodrum’u rehberlik edecek kadar tanıdıktan sonra turistlere de tanıtmanın ve ilk mavi yolculukların düzenleyicisi olmanın yanı sıra, bir doğasever olarak da iz bırakmıştır Balıkçı. Egzotik ülkelerden meyve fideleri, tohumları getirerek o dönemde Akdeniz’de olmayan turunçları ve diğer birçok ağaç çeşidini yetiştirmeye başlamış ve Bodrum Belediyesi’nin resmî bahçıvanı olarak da çalışmıştır. “Ekip yetiştirdiğim bitkiler her güzelliğine hayran kaldığım yaradılışa karşı bir borçtu” diyor Halikarnas Balıkçısı. Bu ağaçların bir kısmı hala Bodrum’un anıtsal ağaçları olarak varlığını sürdürüyor Halikarnas Balıkçısı, yaratılışın uyumuna tutunan bir insan. Mavi Sürgün’de onun hikayesini dinlerken, aynı zamanda modern uygarlığın ve onun doğal dünyadan kopukluğunun bir eleştirisini de okuyoruz. O, kişisel deneyimleriyle, okuyucularını doğayla yeniden bağlantı kurmaya ve yaradılışa uyum sağlamaya teşvik ediyor. Açıkça göreceğimiz gibi Bodrum'daki yaşamı ve deneyimleri, edebi hayatını büyük ölçüde etkiledi. Bir doğa ve deniz insanı olarak, canlı tasvirleri ve betimlemeleri bugün hala birçok okurun kalbine dokunuyor. Ve öyle kalmaya devam edecektir de. İyi ki bu topraklardan bir “Halikarnas Balıkçısı” geçmiş. Ruhu sonsuzlukta maviyle daim olsun.
Mavi Sürgün
Mavi SürgünHalikarnas Balıkçısı · Bilgi Yayınevi · 20221,547 okunma
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.