Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

384 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Detaylı inceleme
İçinde bulunduğumuz çağı tanımlamak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Post-Modernite, Geç-Modernite, Risk Toplumu, Ağ Toplumu, Post-Endüstriyel Toplum ve Tüketim Toplumu gibi kavramlar her ne kadar içinde yaşadığımız çağı ve toplumu tüm boyutlarıyla açıklamak gayesi gütseler de toplumun değişen yapısından ve dinamiğinden ötürü benzer yeni kavramlara yerlerini bırakmaktadırlar. Onların yerini alan kavramlardan birisi, üzerinde duracağımız kitabın yazarı, Amerikan sosyolog George Ritzer tarafından ileri sürülen ve sonraları akademik literatürün bir parçası haline gelen McDonaldlaşma (McDonaldization)’dır. Bu kavram esas alınarak yazılan kitabımızın ilk baskısı 1993 yılında yapılmıştır. Elimizdeki 2021 baskısı, kitabın yazılışının üzerinden 28 yıl geçtiğini bize haber vermektedir. Ayrıca, bu baskı, eserin orijinal dilindeki 2014 yılındaki son basımının çevirisidir. Yani, 1993 yılından 2014 yılına dek – eserde görüleceği üzere – kavrama ve kurama tesir edebilecek düzeyde birçok gelişme yaşanmıştır. Güncelliği yakalamak için Ritzer, yeri geldikçe aradaki dönemin değişimlerini, kurama anti-tez olabilecek yönlerini ve bu niyetle yararlandığı kaynakları kitaba eklemiştir. Bu son haliyle elimizdeki kitabın çeviri hali 384 sayfadan oluşmaktadır. *** Dokuz bölümden oluşan kitabın giriş bölümü olarak kabul edilebilecek ilk bölümünde McDonaldlaşma kavramının ne olduğu ve esasen ne olmadığı tartışılmaktadır. Yazar kavramın kapsamından söz ederken, yalnızca isminden dolayı McDonald’s ve hazır yiyecek sektörünün anlaşılmaması gerektiğinin altını çizer. McDonaldlaşma özü itibariyle tüm sektör ve iş kolları ile yakından alakalıdır ve bu olgunun en isabetli timsali/prototipi olduğu gerekçesiyle McDonald’s ismi uygun görülmüştür. “McDonaldlaşma, hazır yiyecek restoranlarında geçerli olan ilkelerin, hem Amerikan toplumundaki diğer sektörler, hem de dünyanın geri kalanı üzerinde ağırlık kazandığı bir süreçtir” (s.16-17). Banliyö ve orta ölçekli kentlere özgü bir fenomen olarak ortaya çıkan McDonald’s, yerel kimliğinden sıyrılarak uluslararası ölçekte bir “standarda” dönüşmüştür ve paradoksal bir şekilde günümüzde yerelliğe yönelik en büyük tehdidi meydana getirmektedir. Birçok iş modeline uyarlanabilmesi bu hususta ortaya çıkan mesleklerin “Mc-” öneki ile (örneğin McDişçi, McTamirci vd.) anılmasına sebebiyet vermiştir. Son olarak, bu bölümde diğer bölümlerin dayanağı ve altyapısı olan McDonaldlaşmanın boyutları tanımlanmaktadır. Bunlar: Verimlilik, Hesaplanabilirlik, Öngörülebilirlik ve Denetim olacak şekilde dörde ayrılmıştır. Verimlilik (ya da etkililik), kapitalizmin itici gücünü meydana getiren kârın en önemli bileşenidir ve “bir noktadan ötekine gitmenin optimum yöntemi” olarak tanımlanır. Hesaplanabilirlik niceliğe, istatistiklere ve rakamlara vurgu yapar, McDonaldlaşmış sistemlerde yapılan işin, ortaya çıkan ürünün veya verilen emeğin nicelik yönü nitelik yönüne eşitlenmiştir. Öngörülebilirlik ilkesi, McDonaldlaşmış sistemlerdeki ürün ve hizmetlerin dünyanın her yerinde aynı deneyimi sunmasına dayanır; geçmişte yediğimiz bir hamburgerin gelecekte yiyeceğimiz ile aynı lezzette olması ve Uzak Doğu’da deneyimlenen sözgelimi çıtır tavuk menünün Avrupa’da aynı restoranda tam olarak aynı deneyimi sunması örneklerinde olduğu gibi. Bu, aynı zamanda, öngörülemezlikten kaynaklanacak riski en aza indirgemek anlamı taşır. Son olarak, Denetim ile Ritzer kendi deyişiyle “gayri-insani” teknolojiler aracılığıyla gerek çalışanları gerek de müşterileri (tüketenleri) kontrol etmeyi kastetmektedir. Görüldüğü üzere, McDonaldlaşmanın ucu yalnızca McDonaldlaşmış mesleklerde çalışanlara değil aynı zamanda da sistemin devamlılığını sağlayan müşterilere de dokunmaktadır. “McDonaldlaşmanın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği” adlı ikinci bölümde, literatürdeki diğer teori ve alt kavramların ışığında McDonaldlaşma kavramının geçmişten günümüze kat ettiği yol ve olası geleceği tartışılmaktadır. Ritzer, McDonaldlaşma tezini Max Weber’in rasyonelleşme tezi üzerine bina etmiştir. Weber’in rasyonellik teorisinde önemli bir yer işgal eden formel/biçimsel rasyonelleşme (“insanların verili bir amaç için optimum araçlara ilişkin arayışını biçimlendiren kurallar, düzenlemeler ve büyük toplumsal yapılar” şeklinde tanımlar Weber bu kavramı (s.71) ) McDonaldlaşma tezinin esas odak noktasıdır. “McDonaldlaşma, Weber’in rasyonelleşme teorisinin, başta tüketim ortamlarını kapsayacak biçimde genişlemesi ve yayılmasıdır,” şeklinde ekler Ritzer (s.70). Ancak, her rasyonellik beraberinde irrasyonelliği getirir argümanını ileri süren Ritzer, bize Max Weber’in “demir kafes” (iron cage) kavramını anımsatır. Nitekim gitgide bürokratikleşen ve rasyonelleşen toplum bireyleri demir bir kafese hapsedecektir, yani insanlar rutinleşecek ve doğalarına yabancı hale geleceklerdir. Bu bölümün bir diğer tartışma konusu, 20.yüzyılda önemli ölçüde gelişen ve teknolojinin ilerlemesi ile karakterize olan iş modelleridir. Bunlar, oldukça gayri insani olup üretimde niceliğe odaklandığı için işçilerin yaratıcılığını göz ardı edip tek tip ve vasıfsız eleman talebi yaratmışlardır. Bu modellerin başında montaj hattı gelmektedir. Montaj hattı Ray Kroc’un McDonald’s’ı dönüştürmesinde hayli mühim bir rol oynamıştır. Günümüzde halen birçok hazır yiyecek restoranında ve pek çok sektörde bu model kullanılmaktadır. Son olarak, ‘Diğer önemli toplumsal değişimler: “Post”lar çağında McDonaldlaşma’ alt başlığında Ritzer, McDonaldlaşma ve modernleşme etkisinin ortadan kalktığını savunanlara karşı çıkmaktadır. O, gelecekte bu etkinin daha da artacağına inanmaktadır (s.100). Kitabın üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı bölümlerinde McDonaldlaşmanın dört boyutunun müşteriler (‘üretici tüketiciler’) ve çalışanlar açısından bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Üçüncü bölümde, McDonaldlaşmanın verimlilik ve hesaplanabilirlik ilkeleri tüketiciler açısından değerlendirilmiştir. İş yerlerinden evlere kadar uzanan ve evrensel bir boyut kazanan verimlilik, müşterilerin istediklerine en kısa zamanda ve en kolay şekilde ulaşmaları anlamını taşır. Hazır gıda endüstrisinde bunun örnekleri şunlardır: menünün sınırlı olması, bazı yerlerde araca servis yapılması, park yeri ile restoranın bitişik olması ve sipariş verip ödeme yapılabilen monitörlerin bulunması. Bunun yanısıra, ‘McÜniversiteler’de öğrenciler internet aracılığıyla ödevlerini daha kolay ve zahmetsiz hazırlarken, ‘McDoktorlar’ sayesinde ufak tefek sağlık sorunlarını hızlı bir şekilde tedavi ettirebilmektedir. Modern yaşamın pek çok veçhesi verimlilikten nasibini almıştır: uzun uzadıya mesaj yazmak yerine insanlar kısaltmaları ve emojileri kullanır hale gelmişlerdir, arabayla girilen kiliseler ve televizyonda yayınlanan dini programlar aracılığıyla ibadet eylemi McDonaldlaşmıştır, internet aracılığıyla insanlarla tanışıp randevulaşmak bile an meselesidir artık. Hazır gıda sektörünün getirdiği bir diğer verimlilik ise ürünlerin basitleştirilmesidir. İnsanlar çatal bıçak kullanılmadan elle bir bütün halinde yenilebilen yiyecekleri tercih etmeye başlamıştır, restoranların ise bu tarz yiyecekleri servis etme eğilimi artmıştır. Ritzer, müşterilerin kuyrukta beklemesi, yemeğini kendisi alması, yemeğini bitirdikten sonra çöplerini atması ve bazı restoranlarda kendi tabaklarını doldurması gibi incelikli yöntemlerle müşterilerin çalıştırıldığını; bir “üretici tüketiciye” dönüştürülerek restoranların verimini artırdığını savunmaktadır. Müşteriler tabiri caizse maaş almadan çalışmaktadırlar ve restoranların ek eleman ihtiyacını bizzat gidermektedirler. Hesaplanabilirlik konusunda ise nitellik yerine nicelliğe vurgu yapılmasının günümüzde birçok şeyin sayısallaştırılması eğilimini meydana getirdiğini savunur Ritzer. Restoranlar tarafından yiyeceklerin niceliğinin (gramının) fazla fiyatının ise az olduğu vurgulanmaktadır. Böylece, müşteri az para ödeyip çok tatmin sağlayacaktır ve üstelik karlı çıkacaktır! Hesaplanabilirliğin yan etkileri hazır yiyecek sektörü ile sınırlı değildir. Modern eğitim kurumlarında, eğitimin kalitesi öğrencilerin aldıkları notlar (skor demek daha doğru olur) ile belirlenir hale gelmiştir. Eğitimde yetenek geri plana itilmiştir, yalnızca alınan puana göre bir okula yerleşmek artık mevcut sistemde geçer akçedir. Dördüncü bölüm, üçüncü bölümün devamı niteliğinde olup tüketiciler açısından öngörülebilirlik ve denetim boyutları değerlendirilmektedir. Ritzer, rasyonelleşmiş toplumda tüketicilerin ne ile karşılaşacağını bilmek istediklerine önem verdiklerini, bu sebeple de kurumlar açısından sistematik olmanın, rutine bağlı kalmanın ve aynı/bilinen yöntemleri uygulamanın önem taşıdığını vurgulamaktadır. McDonaldlaşmanın dördüncü boyutu olan denetim, gayri insani teknolojilerin insanları (bu bölümün özelinde ise müşterileri/tüketicileri) denetlemesini ifade etmektedir. Rasyonel sistemlere göre verimsizliğin ve öngörülemezliğin temel sorumlusu insanlar ve insan kaynaklı hatalardır. Bu sebeple insanların denetlenmesi elzemdir.  McDonaldlaşmış sistemler müşterileri üç mekanizma yoluyla denetleyebilmektir; müşterilere yönelik uyarılar ve işaretlerle, yapılan kısıtlamalarla ve müşterilerin normları benimseyerek kurallara uyması ile (s.168). Müşteriler, böylece, sınırlı alternatiflerden birini seçeceğini, sipariş vermek için kuyrukta bekleyeceğini, yemeklerini taşıyacaklarını ve çöplerini atacaklarını istemsiz de olsa bilmekte ve zamanla buna uygun hareket etmektedir. Sağlanan bu denetimin en temel amacı ise müşterilerin parasını harcadıktan sonra fazla vakit geçirmeden ordan ayrılmalarını sağlamaktır. Ne de olsa bu işletmeler bir hayli müşteriye sahiptir ve yeni gelen müşterilerle ilgilenmek için yer açmak gerekmektedir. Bunun içinse rahat olmayan sandalyeler ve gözü rahatsız eden, insanları hoşnutsuz kılan birtakım renkler/fonlar (özellikle kahverengi) tercih edilmektedir. Son olarak, bu bölümün sonlarına doğru doğum ve ölüm gibi iki uç ve tezat kavramın McDonaldlaş(tırıl)masına tanıklık ediyoruz. Zira doğumlar ve ölümler artık daha kontrollü ve öngörülebilir bir niteliğe bürünmüştür. Şüphesiz bu gelişmelerin arka planında McDonaldlaşmanın nihai bir sonucu olan kâr mekanizması işlemektedir; hastaneler belirgin oranda bu boyutların katkısı ile karlarını maksimize etmektedirler. Beşinci bölüm, McDonaldlaşmanın verimlilik ve hesaplanabilirlik boyutlarının çalışanlar özelinde değerlendirilmesinden oluşuyor. Burada, ekseriyetle McMesleklerin avantajlı ve dezavantajlı yönlerini incelemektedir Ritzer. McDonaldlaşmanın bir yan ürünü olan bu meslekler olumlu özellikler barındırsa da çalışanlar açısından nispeten olumsuz yönlerinin ağır bastığı görülmektedir. Verimlilik boyutuna kitaptan bir örnek vermek gerekirse, akademisyenler ya da öğretim görevlileri öğrencilerin başarılarını ölçerken ucu açık ve yoruma dayalı sorular sormak yerine sonuçlarına hemen ulaşılabilen ve zamandan tasarruf sağlayan çoktan seçmeli soruları tercih etme eğilimindedirler. Buna benzer eğilimler pek sorgulanmasa da, esasen McDonaldlaşmanın kurbanı olabilmektedirler. Hesaplanabilirlik boyutunda ise özellikle hıza ve nicelliğe yapılan vurgunun çalışanları önemli ölçüde etkilediği belirtilmektedir. Çalışanlar zamanla yarışmakta ve bir hiç uğruna zaman zaman canlarından olabilmektedirler (örneğin günümüzdeki motorlu kuryeler). Kitapta hıza yapılan vurguya örnek olarak akademisyenler gösterilmiştir. Akademisyenlik mesleğinde yayın sayısı ve çalışmalarda yararlanılan alıntılanma sayısı belirleyici hale gelmiştir, bir akademisyenin niteliği yaptığı yayın sayısına indirgenir olmuştur ve haliyle de bu baskı sonucu daha az nitelikli çıktılar elde edilmesi ve sayıca fazla olan yayının arasından iyi olanları ayırt etmede zorluk yaşanması eğilimi pekişmiştir. Spor ve siyaset gibi meşguliyetler de hesaplanabilirlikten nasibini almıştır. Sözgelimi, politikacılar eskiye nazaran artık konuşmalarında daha az bir süre ile derdini anlatmak zorundadır (politikacılara konuşmaları için tanınan sürenin günümüze gelindikçe azaldığını görmekteyiz) ve spor müsabakalarında başarı artık rakamlar ile dile getirilmekle birlikte müsabakanın kuralları, zaman içinde süre ve skor gibi bakımlardan birçok değişime konu olmaktadır. Altıncı bölüm beşinci bölümün devamı niteliğinde olup burada, öngörülebilirlik ve denetim boyutlarının çalışanlar açısından doğan etkilerine odaklanılmaktadır. McDonaldlaşmış sistemlerde çalışanların kalifiye olmak zorunda olmadıklarından bahsetmiştik. İşte, McDonaldlaşmış sistemler bunu mümkün kılan, çalışanların uymakla mükellef olduğu muhtelif komutlarla bezenmiştir. Bu komutlar kuruluşlar tarafından hazırlanmakta olup, çalışanların ne ve bunu nasıl yapması gerektiğini belirten detaylı kullanım kılavuzları haline getirilip şubelere dağıtılmaktadır. Örneğin, bir hamburger siparişini ele alalım: hamburger hazırlayan kişi komutlar vasıtasıyla hamburgerin etinin ne kadar sürede  pişeceğini ve hamburgerin içine ne kadar turşu ve domates koyulacağını; siparişi alan kişi ise mağazanın karlılığını artırmak için müşteriye yönelteceği soruları (“2 TL farkla  içecek ve patatesinizi büyütmek ister misiniz?” ve “Menü yanında 6’lı soğan halkası 4 TL’ye geliyor, menüye eklememizi ister misiniz?” gibi) tam olarak bilmektedir. Böyle bir öngörülebilir eğilim doğal olarak çalışanların yaratıcılığını ortaya çıkarmasna köstek olacak ve müşteriler ile kuracağı etkileşimlerin otantikliğini zedeleyecektir. Denetleme unsuruna bakılacak olursa, McDonaldlaşmış sistemlerde denetlemenin en basit yolu teknolojidir, bilhassa da gayri insani teknoloji. Bu sistemlerde en büyük hata faktörü insan olduğu için, şirketler çalışanları denetlemekle yükümlü hissetmektedirler. Bunu, bazen işyerine müfettiş göndererek doğrudan yapmakta bazen de işçilerin davranışlarını daha da mekanik hale dönüştürerek daha dolaylı ve incelikli yollardan yapmaktadırlar. İşçileri denetlemede yararlanılan en etkili mekanizmanın bürokrasi olduğunu da eklemek gerekir. “Rasyonelliğin irrasyonelliği” adındaki yedinci bölümde, McDonaldlaşmış (rasyonel) sistemlerin her bir boyutunun meydana getirdiği irrasyonelliklere değinilmektedir. Yazarın, “her rasyonellik, bünyesinde mutlak surette irrasyonellik barındırmaktadır” şiarını bu bölümde akla yatkın ve verilerle desteklenmiş argümanlarla vurguladığına şahitlik ediyoruz. İrrasyonellik, rasyonel sistemlerin büyüsünü kaybetmesi anlamına gelir ve gayri insani bir niteliktedir. Üstelik bu irrasyonellikler hem çalışanlara, hem müşterilere hem de şirketlere problem yaratmaktadır. Doğaya ve gezegene verilen tahribat da cabası. Verimsizlik, etkinsizlik, aşırı yüksek maliyetler ve büyü bozumu (disenchantment) bu irrasyonelliklerin birkaçıdır. Kitaptaki somut örneklerin hepsinden burada söz etmek mümkün olmasa da benim açımdan en önemlisini nakledeceğim. McDonaldlaşmış sistemlerin işçiler üzerinde kurduğu denetim ve dayattığı monoton çalışma koşulları onları ya yarı zamanlı (part time) çalışmaya ya da kısa bir süre sonra işten ayrılmaya sevk etmektedir. Bu sorun çift yönlüdür: çalışanlar tatminsizdir; şirketler ise sürekli işten ayrılan işçilerin yerini alan çalışanları eğitmek için bir hayli zaman harcayacağından verimsizdirler. Ritzer, birçok McDonaldlaşmış sistemde yüksek personel devir oranlarının olduğunun altını çiziyor ve Birleşik Devletler’de hazır yiyecek sektörünün diğer sektörlere kıyasla yılda yaklaşık %300 ile en yüksek personel devir/değişim oranına sahip olduğunu ekliyor (s.276). Yani, bir işçi ortalama dört ay bu sektörde çalışmaktadır. Bu ve buna benzer oranların azaltılması için çalışma şartlarının rutinleşmeden arındırılması gerektiğini, ancak bu şekilde işçilerin işlerine yönelik yabancılaşma yaşamadan çalışmaya gönüllü olabileceklerini ileri sürmektedir yazar. İkinci bölümde dünyanın giderek daha da McDonaldlaşma eğiliminde olduğunu ileri süren Ritzer, sekizinci bölümde bireyler için McDonaldlaşmış dünyada neler yapılması gerektiği sorusunu yöneltir ve birtakım somut çözüm önerileri sunar. İlkin Ritzer toplumu üçe ayırır: 1)Toplumu kadife kafes olarak görenler (McDonaldlaşmış sistemlerden herhangi bir hoşnutsuzluğu olmayan), 2)Toplumu kauçuk kafes olarak görenler (McDonaldlaşmış sistemlerden görece hoşnutsuz olup pasif bir tavır sergileme eğiliminde olanlar) ve 3)Toplumu demir kafes olarak görenler (McDonaldlaşmış sistemlerin bilincinde olup bundan son derece hoşnutsuz olan kimseler, yazar kendisini bu gruba dahil etmektedir) (s.280-282). Yazar, ileri sürdüğü çözüm önerilerinin ikinci ve üçüncü gruba dahil olanlar için olduğunu belirtir. Sayfa 283 ile 286 arasında birtakım ‘McDonaldlaşmamış’ alternatiflerden bahsedilmektedir. Bu alternatifler özellikle kendi işini kurmak ve geliştirmek isteyenler için oldukça faydalıdır kanaatimce. Ayrıca, ilerleyen kısımlarda ‘skunk’ işlerden ve yerel karşı çıkışlardan bahsedilmektedir. Yüksek teknolojili kurumlarda rastlanan skunk işler McMesleklere bir alternatif sunmakla birlikte; rutinlikten azade olması, kurallara uymaktansa yaratıcılığı ve yeniliği teşvik etmesi gibi birtakım ilerici diyebileceğimiz niteliklerle sahiptir. Yerel karşı çıkışları açmak gerekirse, bazı yerel protestoların zuhur etmesi bir yana, birtakım otantik kalmayı başarabilmiş kasabalar ve şehirlerde yaşayan insanların bulundukları muhitteki yerel unsurları muhafaza etmek suretiyle McDonald’s ve Burger King gibi oluşumları engellemek için kıyasıya mücadele ettikleri görülmektedir. Bu örnekler ve kitaptaki diğerleri ile Ritzer bize McDonaldlaşma ile aktif bir şekilde mücadele edebileceğimizin sinyalini vermektedir. Dokuzuncu ve sonuncu bölümde küreselleşme adı altında McDonaldlaşmanın da tıpkı küreselleşme gibi geçişken, akışkan bir süreçler dizisi olduğu ve bu bağlamda McDonaldlaşmanın küreselleşme sürecinin bir unsuru olduğunu savunulmaktadır (s.325-328). “Hiçlik” ve “birşeyler” kavramları çerçevesinde McDonaldlaşmış sistemleri değerlendiren yazar, zaten pekçoğumuz tarafından bilinen globalizasyon kavramının yanı sıra “glokalizasyon” ve “grobalizasyon” kavramlarını açıklamış ve bu kapsamda McDonaldlaşmanın hiçliğin grobalizasyonuna bir örnek olduğunu ifade etmiştir (s.339). Son olarak, McDonaldlaşmadan çıkış niteliğinde olduğu varsayılan üç eğilim irdelenmiştir. Bunlardan ilki olan Starbuckslaşma yazara göre gerçeklikten uzak (teatral) bir eğilimdir ve gücünü McDonaldlaşma üzerine tesis etmiştir, bu bakımdan Starbuckslaşma hiçbir surette McDonaldlaşmanın emaresi olarak kabul edilemez. İkinci olarak, eBayleşme kavramına değinilmekte ve bu kavramı ileri sürenlerin McDonaldlaşma ile benzeşen üç boyutuna bakılmaktadır. Ritzer, eBayleşme eğiliminin kökenine inildikçe McDonaldlaşma ile karşılaşacağımızı ileri sürer, bu eğilim de McDonaldlaşmadan çıkışın emaresi sayılamaz ona göre. Üçüncü ve son olarak, Web 1.0 ve onun bir sonraki aşaması olan Web 2.0 süreçleri değerlendirilmektedir. Web 1.0 süreci yazara göre birçok açıdan McDonaldlaşmıştır ve katı bir denetim ile karakterizedir. Web 2.0 süreci ise internetin kullanıcıları daha özerk kılıp onlara birçok imkan sağlaması açısından McDonaldlaşmadan uzaklaşmanın bir emaresidir, yine de tamamen ortadan kalkmasına işaret etmez. Son olarak Ritzer, McDonaldlaşma tezini hazır yiyecek restoranları ve benzeri yapıların maddi dünyasını analiz etme maksadıyla ileri sürdüğünü ve internetin yani dijital dünyanın çok farklı bir yer olduğunun unutulmaması gerektiğini belirtir (s.362-363). *** Kitabın birkaç yerinde yazım hatası mevcut olsa da çevirinin kalitesi bu kusuru ortadan kaldırmaktadır. Kitap her ne kadar dokuz konu başlığından ve birçok alt başlıktan oluştuğu ve ele aldığı konu açısından oldukça karmaşık ve yalınlıktan uzak olabileceği izlenimini verse de hiç de öyle olmadığını söylemek gerekir. Üslubu gereği oldukça yalın bir dil kullanan yazar, muhtemelen bu kitabı alan dışından birçok kişinin okuyabileceği düşüncesiyle bu yolu tercih etmiştir. İncelemenin başında sözünü ettiğim ‘Post-Modernite’, ‘Geç Modernite’, ‘Risk Toplumu’, ‘Ağ Toplumu’ gibi kavramlar uzun süredir sosyoloji literatüründe yer edinmiştir. Bu kavramların sorunlu yanı, sürekli değişmekte olan dünyayı ve toplumu tasvir etmede oldukça muğlak bir yöntem izlemeleridir. Nitekim, bu kavramlar ile özdeşleşen yazarların (Friedrich Jameson, Jean Baudrillard vd.) eserlerini okuyup anlayabilmek için akademik bir birikim gerekmektedir, bu bakımdan bu eserlerin hitap ettiği kitle oldukça kısıtlıdır. Bu kitap ile Ritzer’in bu sorunu giderdiği ve sosyolojiye önyargılı olabilecek okurları tatmin ettiği kanaatindeyim. Üstelik, bahsini ettiğim yazarların eserlerinden altta kalır bir yanı da yok bu kitabın. Kapsamı oldukça zengin olan sosyolojiye yeni bir paradigma ile katkı sağlamak her ne kadar zor gözükse de yazar bu girişimin hakkını verebilmiştir. İlk bölümlerde kitabın merkezine yerleşen McDonaldlaşmanın dört boyutunun daha sonra somut ve olabildiğince çok örnekle (eserin kullanılan kaynakça açısından hayli zengin olduğunu eklemesem olmazdı) açıklanmış olması, bizler yani okuyucu açısından elzemdir, zira gündelik yaşantımızda birçok hadise deneyimleyip bolca gözlemde bulunuyoruz ve bunları açıklamakta zaman zaman güçlük çekmemiz oldukça normal, ancak kitabın tam olarak burada yardımımıza koştuğunu belirtmem gerekir. Ritzer, gitgide bir “küresel köy” vaziyetini alan dünyanın, hem olumlu hem de olumsuzdan ziyade bir tehdit halini alabilecek yönlerini, hem bir bakıma bizi uyararak hem de gelecek açısından aralanan kapıları göz kırpar bir şekilde bize aktararak oldukça tutarlı ve sağduyulu olmayı başarıyor. ~~~
Toplumun Mcdonaldlaştırılması
Toplumun McdonaldlaştırılmasıGeorge Ritzer · Ayrıntı Yayınları · 2021642 okunma
·
1 artı 1'leme
·
343 görüntüleme
Aylin okurunun profil resmi
Samet
Samet
, kavramını çok iyi özetlemişsiniz, bu konulara ilgisi olanlar için faydalı bir inceleme olmuş, emeğinize sağlık👏👍
Samet okurunun profil resmi
Sabır gösterip okuduğunuz ve yorumda bulunduğunuz için teşekkür ederim 🙏😊
1 sonraki yanıtı göster
Samet okurunun profil resmi
Kitabı okuyalı çok oldu, ödev maksatlı yazdığım bu incelemenin burada arşiv niyetine kalması iyi olur diye düşündüm.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.