Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

248 syf.
·
Puan vermedi
Faşizme Karşı Direniş Hep Var Olacak
16. yüzyıl Avrupa’sında Cenevre isimli bir kentte yapılan reformasyon... Ve sonrasında yaşanılan baskı, despotizm.... Vicdanların ve fikirlerin tutsaklığı... “Kaderine razı” çoğunluğa rağmen, “vicdanın zorbalığa karşı” sesini yükseltmesi gerektiğine inanan ve gerçekleri söylemekten çekinmeyen bir avuç insan... Zweig’ın 1936 yılında yazdığı ve Hitler başkanlığındaki “Nasyonal Sosyalizm” döneminde yayımlanan bu kitap; yazıldığı dönemde düşünce bazında kölelik ile özgürlük arasındaki mücadeleye ışık tutan ve bu mücadelenin dünya tarihi boyunca her dönem güncellenerek sürdüğüne dikkat çeken, mutlaka okunması gereken eserlerden. Bir okuyucu olarak her kitabın, okunulacak belirli bir zamanı olduğuna inanmama rağmen, bu kitabın konusunun evrensel geçerliliği kitabı da zaman aşımsız hale getiriyor. Bir bakıma geçmiş zamanı aydınlatan, şimdiki zamana kılavuzluk eden bir kitap... Zweig’ın bu kitabı başta olmak üzere; biyografi yazmasının ve tarihsel olayları aktarabilme başarısının temel sebebi, kendi döneminde yaşadıklarını ve tecrübelerini ön planda tutmasıdır. İki dünya savaşını da görmüş, bizzat savaşın yıkım ve tahribatını yaşamış; Nazi yönetiminin baskıları sebebiyle ırkçılığa maruz kalmış, kitaplarının basımı yasaklanmış, daha sonrasında kitapları yakılmış, “saf ırk” olmadığı gerekçesiyle ülkeyi terketmek zorunda bırakılmış biri olarak Zweig, bu kitapla Calvin döneminden yola çıkarak kendi zamanının ve hatta bütün zamanların “zorbalık ve diktatörlük” yönetimlerini eleştirerek bir çeşit “hatırlatma” ve “uyarı” yapmış oluyor. Zweig, bu eserinde üç önemli ismi mercek altına alır ve bu isimler üzerinden zorbalığı ve düşünce özgürlüğünü sorgular. Jehan (Jean) Calvin, Miguel Servet ve Sebastian Castellio... CALVIN... Aslında belki de yaşananların tek sorumlusu Farel isimli bir rahip. Calvin’e cesaret veren, Cenevre’ye gitmesini, kiliseye yönelik öncüsü olduğu reformasyonu bitirmesini ve ruhani meclise başkanlık etmesini öneren de kendisi... Calvin, Cenevre macerasından önce “Hristiyanlığın kutsal ilkeleri (Instituo)” isimli bir kitap yazar. Ve kitapta “kanun hükmünde kararname” vazifesi görecek, kilise vaizlerinin Tanrı’nın sözünü öğretme konusunda yetkili olduklarından statü gözetmeksizin herkese hükmedebileceği, emir verebileceğini belirten cümleler yer alır. Bu cümleleri dikkate almayan Farel ve Cenevre yönetimi, 16. Yüzyıl Cenevre’sine ve dolayısıyla Avrupa’sına “karanlık bir dönem” yaşatacak bir zorbanın, bir diktatörün doğmasının sorumlusu olarak tarihe geçmiş olurlar. Kendi yaşamında dünyevi zevkleri gereksiz gören bir anlayışa sahip olan Calvin, aynı yaşam tarzını Cenevre’de de benimsenmesini ister ve uygulatır. Hatta daha da ileri gider. Bu mizantropik ve sığ adam, insanları Tanrı’nın bir hatası olarak görür, insanların ahlak sahibi olmaları, disipline edilebilmeleri için özgürlüklerinin kısıtlanması gerektiğini savunur... Katolik kilisesinin öğretilerine karşı Protestan kilisesinin başlattığı reformasonu bitirmeye gelen Calvin, Cenevre’ye asıl geliş sebebini “belki de unutarak” diktatörlüğünü ilan eder, halkın yaşamına dair ne varsa hepsine “Tanrı adına” müdahale ederek kendince bir ahlak anlayışı ortaya koyar... Ve ne yazık ki Calvin döneminde tüm bu yasaklamalardan sonra uzun süre Cenevre’de sanatçı yetişmez. Kent adeta karanlıklara gömülmüş, “yaşayan” dünyadan kendini soyutlamış olur... "Kişisel yaşam zevkinden böylesine bir vazgeçiş içinde olan biri, bu vazgeçişi -kendisi için elbette gönüllü- başkaları için yasa ve norm haline getirmek isteyecek, kendisi için doğal olan şeyi başkalarına doğal olmayan bir şey olarak dayatacaktır. Her zaman -Robespierre örneği- despotların en tehlikelisi keşiş olandır, insanca olanı tam ve sevinçle yaşamayan biri, her zaman insanlara karşı insanlık dışı davranacaktır. "(s:62) "İnsan özgür bırakılmamalıdır, zira insan özgürlüğü her zaman suistimal edecektir! Tanrının büyüklüğü karşısında insan ancak zor kullanılarak küçültülmelidir! İnsan, itirazsız, dindar, itaatkar sürüye katılasıya, olağanüstü olan her şey genel düzen içinde tamamen eriyesiye, birey kitle içinde çözülesiye kadar, kibirliliğiyle ilgili aklı başına getirilmeli, gözü yıldırılmalıdır!"(s:65) "Gece gündüz her an kapınız hızla çalınabilir ve din polisi “denetim”e gelebilir; Cenevrelilerin buna direnmesi de olanaksızdır. En zengini de, en yokulu da, en yaşlısı da, en genci de ayda bir kez, bu profesyonel ahlak ajanları tarafından sorgulanmak zorundadır; saçlarına ak düşmüş, saygın, deneyimli adamlar, okul çocukları gibi, duaları ezbere bilip bilmedikleri ya da örneğin Calvin’in bir vaazını neden kaçırdıkları konusunda saatlarce sınavdan geçerler. Kadınların giysilerinin fazla kısa ya da fazla uzun olup olmadıklarını, gereksiz dantellerle bezenip bezenmediklerini ya da tehlikeli biçimde dekolte olup olmadıklarını kontrol eder, saçların şekline bakar, parmaklardaki yüzükleri, dolaptaki ayakkabıları sayar. Tuvalet masasından mutfağa geçip, izin verilen biraz çorba ve bir parça etin dışında şeyler yenip yenmediğini, herhangi bir yerde tatlı, ya da marmelat saklanıp saklanmadığını araştırır. Kitap dolabına el atıp sansür damgasını taşımayan kitaplar bulunup bulunmadığına bakar, herhangi bir kutsal resmin ya da tespihin olup olmadığını görmek için dükkanları köşe bucak araştırır. (...) Aynı zamanda din polisi, kutsal olmayan şarkıların çalınıp çalınmadığını, insanların şeytana uyup neşeye garkolarak günah işleyip işlemedikleri denetlemek için sokakların sesini dinler. (...) İşten sonra bir yudum şarap içmek için tavernaya gitmek isteyen ya da kağıt ve zar oyunlarından zevk alan Cenevrelilerin vay haline! Bu insan avı günbegün sürer, ahlak ajanları pazar günleri bile dinlenmez. Pazar günleri bütün sokaklar denetlenir, bütün kapılar çalınarak, tembel ya da gevşek kişilerin, Bay Calvin’in vaazıyla yüce duygulara ulaşacak yerde, yatakta kalmayı tercih edip etmediklerine bakılır. Öte yandan kilisede de denetçiler, kimin geç geldiğini ya da erken çıkmak istediğini ihbar etmek için yerlerini almıştır. Bu resmi ahlak koruyucuları her yerde yorulmaksızın çalışırlar; akşamları Rhone sahilinde karanlık köşelerde dolaşarak günahkar çiftlerin birbirlerine dokunup dokunmadıklarını denetler, hanlarda yatakların içini, yabancıların bavullarını ararlar. Cenevre’den giden ya da Cenevre’ye gelen bütün mektupları açarlar..."(s:67) SERVET... Miguel Servet... İspanyol bir bilim adamı ve teolog... En önemli özelliği gerçekleri savunmak konusundaki kararlılığı... Calvin, diktatörlüğünün altın çağını yaşarken, Servet de “Christianismi restitutio” isimli kitabında Hristiyanlıkta “teslis” inancının olmadığını belirterek Calvin’in şiddetini üstüne çeker. Calvin, Tanrı sözü kabul edilen İncil’de de tek söz sahibi olduğunu varsaydığından Servet’in bu hadsiz açıklamasının cezasız kalmaması gerektiğine inanır... "Her İspanyolun kişiliğinde bir parça Don Kişot bulunduğu (...) Miguel Servet için mükemmel ve neredeyse göze batan bir gerçekliktir. Bu (...) adamın ruhunda da, absürd olan için mücadele etme ve gerçekliğin bütün direnmelerinin üzerine kör bir idealizmle yürümenin o aynı mükemmel ve garip tutku ateşi yanmaktadır. Her türlü özeleştiriden uzak, hep bir şeyler keşfeden ya da iddia eden bu teoloji şövalyesi, zamanının bütün engellerinin ve rüzgar değirmenlerinin üzerine sürer atını. (...) Servet, gençliğe özgü bir radikalizmle, eski kilisenin önerdiği bütün çözümleri ve yenilikleri fazla ikircikli, fazla gevşek, fazla kararsız bulmaktadır. Luther, Zwingli ve Calvin gibi cesur yenilikçiler bile, Protestanlığı arındırma işinde Servet’e yeterince devrimci görünmezler; çünkü yeni öğretilerinde üçlük dogmasını devralmışlardır. Ve Servet yirmi yaşın uzlaşmazlığıyla (İznik) Ruhaniler Meclisi’nin geçersiz ve üç sonsuz ruh* dogmasının Tanrının birliği düşüncesiyle birleştirilemez olduğunu açıklar."(s:102) Bir “din adamına” ne kadar yakıştığı tartışılır hilelere, senaryolara, iftiralara başvuran Calvin, şeytan ve “sapkın”(ateist) olarak gördüğü Servet’i öldürtebilmek için bütün otoritesini seferber eder. Sonunda uzun bir hapis hayatı ve işkence dolu günlerden sonra, sahte kanıtlarla tarafsızlığı tartışılır bir mahkeme kararıyla yakılması kararı alınır. Bir tarafta sadece düşüncelerini söylemekten başka suçu olmayan Servet, diğer tarafta elinde gücü ve otoriteyi bulunduran Calvin...Vicdan, zorbalığa yenilmiş olur böylece...Voltaire; bu cinayet için “Reform hareketi içinde ilk din cinayetidir.” yorumunu yapmıştır. Bana göre Servet’in yakılarak katledilmesinin, Madımak otelindeki insanların yakılmasından hiçbir farkı yok... Hepsinin temel sebebi aynı... Farklı seslerin “din, siyaset” vs. adına susturulmak istenmesi... Tahammülsüzlük... Hoşgörü yoksunluğu... Bütün bunlar, fanatizmin insanlara neler yaptıracağının bir kanıtı maalesef... Düşünceler, dinler, yaşam tarzları, inançlar... ne kadar farklı olursa olsun bu kavramlar uğruna “insan katletmek” tasvip edilemez. Çünkü; "Bir insanı öldürmek hiçbir zaman bir doktrini savunmak anlamına gelmez, bunun tek anlamı bir insanı öldürmektir." (s:184) Bütün dinler “semavi olsun ya da olmasın”, kutsal kitaplar, dinlerin temsilcileri Tanrı’nın varlığı konusundaki inkarı, büyük günahlardan sayar ve bu kişileri “sapkın” olarak nitelendirir ve ceza uygulanacağından söz eder. Yalnız burada belirtmem gereken, “sapkınlık”olarak nitelendirilen her neyse, mutlak olmadığıdır. Teslis inancının kabulu İslam dininde sapkınlık olarak değerlendirilirken, Hristiyanlıkta teslisi inkar etmek sapkınlıktır. Her inanç kendinden olmayanı sapkın ve günahkar kabul ettiğine göre, “sapkınlık” göreceli bir kavramdır. Sapkın kavramını en iyi Castellio tanımlamış. "Kime "sapkın" dendiğini düşündüğümde sadece şunu bulabiliyorum: Bizimle aynı düşüncede olmayan herkese "sapkın" diyoruz." (s:161) Kendinden olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni tahammülsüzlük, şiddet, dışlama, “sapkın” olarak nitelendirmeye kadar giden cezalandırmalar sebebiyle insanlarda sorgulama başlıyor. Bu kadar ideolojinin, dinin, inancın içinde hangisi hakiki Tanrı sözünü barındırıyor? Hangilerinin emirlerini yerine getirirsek cezalandırılmadan kurtuluruz? Budizm, Musevilik, İslam, Caynizm...??? Hangi inancın diğerinden daha üstün olduğunu ispatlamak bu kadar önemli mi? Eğer herkes kendi inancını üstün görüyorsa, o halde bireysel veya toplumsal olarak “diğer” inananlardan daha merhametli, daha hoşgörülü ve daha “iyi” olmamız daha mantıklı değil mi? İnsanların beraberce sorunsuz, “gerçekten” barış içinde yaşayabilmeleri, “sapkın” damgası yememeleri için “aynı inanca” mı sahip olunmalı? Hoş aynı inanca sahip olanların da birbirlerine uyguladıkları insanlık dışı davranışlara şahit olmuyor değiliz... CASTELLIO... Sebastian Castellio... Vicdan ve düşünce özgürlüğüne inanan ve sonuna kadar savunan bir teolog...Servet’in katline kadar kendi halinde yaşayan Castellio, bu cinayete suskun kalamaz. Arkasına bütün kurumların desteğini almış, güç ve otorite sahibi Calvin’e tek başına itiraz eden bu “insan”, sadece din adına işlenen cinayete değil, dinin otoriteleştirilmesine, farklı düşüncelerin susturulmasına, “mutlak güç ve otoriteye” de tepkisini yüksek sesle söyleme çabasında... Tek başına bir ordu Castellio...Yazdığı “Hoşgörü Manifestosu” ile Calvin’e savaş açar...O’nu tabiri caizse köşeye sıkıştırır, kanıtlarıyla, açıklamalarıyla... Ne var ki dünya tarihindeki bütün diktatörler, uyguladıklarını zorbalık olarak görmezler, onlar için bunlar birer ihtiyaç ve zorunluluktur. Calvin gibi düşünenler için, aynı düşüncede olmayanların sesini kesmek bir baskı veya yasaklama değildir. Bu, temsil ettikleri “kutsal” fikirlere, Tanrı’ya veya bir lidere hizmet etmek demektir. Bu yüzden Calvin, yaptıklarını İncil’e hatta Tevrat’a dayandırarak kendini savunur, “Tanrı’nın itibarını” kurtardığını ifade eder...Ve Servet’den sonra yenmesi gereken bir düşman daha kazandığını düşünür...Ta ki Castellio eceliyle ölene kadar... "Ne var ki her zaman tek bir düşüncenin yeminlisi olmuş ideologların, son derece insancıl düşünceler de olsa kendilerininkinden başka düşünceler karşısında duyarsızlıkları doğaldır. Ne var ki düşüncenin tek yanlılığı kaçınılmaz olarak adaletsiz davranmayı gerektirir ve nerede bir kişi ya da bir halk bir ideolojinin fanatizmiyle doluysa, orada anlayış ve hoşgörüye yer olmaz." (s:209) "Kendi kişisel hoşgörüsüzlüklerini Tanrı adına yapılan hizmet diye adlandırarak boşyere mazur göstermeye çalışan bu dehşet yaratıcıları (...) zulümlerini her zaman herhangi bir dinsel ya da ideolojik idealle yaldızlamışlardır; ne var ki kan her ideali kirletir, şiddet her düşünceyi alçaltır." (s:165) Zorbalık dünya tarihi kadar eski... Calvinler, başka isimlerde, başka dinlerde, başka ülkelerde hep oldular... Olmaya da devam edecekler. Calvin’in şahsında kendilerini dinin, ülkenin, ideolojinin garantisi hatta kurtarıcısı olarak gören ve bu durumu baskıyla, korkutarak, özgürlükleri kısıtlayarak kitlelere kabul ettiren, elindeki otoriteyi ve bütün kurumları diktatörlüğü için kullananları da “hatırlamış” oluyoruz bir şekilde... En belirgin özellikleri, kendi fikir ve düşüncelerinden farklı olan sesleri, kişileri baskıyla veya korkutarak yasaklama ve susturmak olan zorbaların karşısına mutlaka er ya da geç bir Castellio çıkacaktır. Çünkü; hepimiz için, Castellio, vicdanların sesi... Kendi döneminden bu zamana kadar “herkesin” diktatörlüğe karşı durması gerektiğinin en güzel örneği...Tahribat ne kadar kötü olursa olsun, hala bir umut olabileceğinin kanıtı... Her türlü “dogmatik teröre” bir başkaldırı...”Vicdanın zorbalığa karşı” direnişi... İncelememi Castellio’nun sözüyle bitirmek istiyorum. "İnsanın gerçeği araması ve bu gerçeği düşündüğü gibi dile getirmesi suç olamaz. Hiç kimse bir düşünceyi kabul etmeye zorlanamaz. Düşünceler özgürdür." (s:143)
Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castello Calvin'e
Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castello Calvin'eStefan Zweig · Can Yayınları · 20201,793 okunma
·
224 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.