Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Televizyon ve medyaya dair...
Herkes gözünü büyük hayata dikmiş durumda. Nedir büyük hayattan kastımız? Gazetelerin, televizyonların, internetin yani medyanın daha eski ve geniş kapsamlı ismi ile kitle iletişim araçlarının önümüze koyduğu hayat! Orada siyasi tartışmalar var, ekonomik çalkantılar var.Afet ve felaketler var, savaşlar, kavgalar, zulümler, gasplar var. Ünlülerin nadiren ehemmiyetli ama çoklukla aşırı lüzumsuz hayat rutinleri var. İnsan ruhunun zayıflıklarından doğacak merakları gidermek üzere denkleştirilen her türlü pornografik malzeme var. Eğlence kültürünün ıvırı zıvırı var. Lüks yaşama alışkanlıklarının sonu gelmez reklamları, propagandası var. Peki ne yok? Biz yokuz. Yani ben yokum, siz yoksunuz biz yokuz. Her gün, her saat, her dakika ve hatta her an iletişim araçlarından üzerimize boca edilen bütün bu 'enformasyon'a muhatap olan 'kitle'nin bu filmde kendi olarak bir rolü, karakter olarak bir hayatiyeti yok. Her günümüzü önüne alıp götüren bu enformasyon çığı, bizim gözlerimizin önünden film şeridi gibi geçen bir şey sadece ve biz de onun çaresiz, etkisiz, kimliksiz seyircileriyiz. Bizim baş ağrılarımızın, evlat endişelerimizin, geçim gailelerimizin, aşk yaralarımızın, kalp kırıklıklarımızın, heyecansız kalmalarımızın hiç yeri yok bu filmde. Pencerenin önündeki fesleğenle muhabbetimiz, mezarlıklardan geçerken içimizi dolduran hüzün, tavanımızın köşesine ağını örmekten senelerdir yorulmayan örümcek konu bile olmaz orada. Çünkü sıradan insanlarız biz. Hayatlarımız gerçek, gerçek olduğu için de yavaş, sade ve kırılgan... Küçük iki parantez içinde yaşıyoruz, bir film etmez bizim yaşadıklarımız başkaları için, roman olmaz, şarkı ve şiir hiç olmaz. Yani dönüp bakan olmaz önlerinden geçse... Sadece bizim için büyük, bizim için uzun, bizim için kısa, bizim için etkileyici, bizim için değerli... Çünkü bizim başka hayatımız yok. Bütün isimlerimiz, bütün fiillerimiz, bütün hissettiklerimiz, olan biten her şey bu iki küçük parantezin arasında... Doğuyoruz, ölüyoruz ve arada bir şeyler yaşıyoruz. Bütün varlığımız bundan ibaret ve bunun için değerli... Çok değerli... Çünkü hayat deyince elimizi uzatabileceğimiz, dokunabileceğimiz, içimize çekebileceğimiz sadece o, yegâne gerçek! Biz onu sımsıkı yaşamak yerine, her anına en berrak dikkatlerimizle eğilmek, her ayrıntısının farkına varmak, her kıvrımını tanımak, sevmek yerine; hayatımızın kıyısından akıp geçen, bizde kalmayan, benliğimizde konaklamayan, bizim hiç olmayan bu illüzyonun, bu durduraksız çılgın akıntının seyircili ile harcıyoruz bütün zamanımızı. Bu sebeple ki, bu çağın bütün insanların hikayesi neredeyse aynı... Kendilerine ait bir izleri olmadan savıp gidiyorlar hayat sıralarını. Kapılmışlık kapılanı yok ediyor çünkü; insanı rakamlara, unsurlara, gölgelere hapsediyor. Hayat istatistiklerden ibaret kalıyor. Hafıza deyince dijital malzeme depolama kapasitesinin akla geldiği bir zamanın insanlarıyız biz. Çünkü hatırlanacak pek bir şey yaşamıyoruz. Hiç hayat bulamıyoruz yaşadıklarımızdan ve hiç başlamadığımızdan sona da ermiyoruz bir yerlerde. Hayatın ikamesi olarak önümüzden gelip geçen bu yorucu filmi seyretmekle harcıyoruz bize ayrılmış bütün zamanı ve o filmin bir sahnesinde sessizce pert olup gidiyoruz sadece. Mustafa Kutlu / "Anadolu Yakası" isimli kitabından...
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.