Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KUZU'NUN KANI
"Kardeşlerimiz Kuzu'nun kanıyla ve ettikleri tanıklık bildirisiyle onu yendiler." (Vahiy 12:12) Ruhsal savaşta zafer kazanmak Kuzu'nun kanına dayanır. Kan yalnızca günahların bağışlanması ve kurtuluş sağlamakla kalmaz, Şeytan'ı yenmemizin temelini de oluşturur. Bazıları vardır ki, Rab yolunda olgunlaşmış inanlılar için kanın fazla önem taşımadığını düşünürler. Yani kişinin iman yaşamında kana olan gereksinimi aşacak bir olgunluk düzeyine erişebileceğini sanırlar. Böyle bir şeyin olmadığını vurgulayarak söylemeliyiz! Hiç kimse kana ihtiyaç duymayacağı bir düzeye erişemez. Tanrı'nın Sözü'nde "Kuzu'nun kanıyla... onu yendiler" diye bildirilir. Şeytan'ın Hristiyanlara karşı yaptığı saldırıların en başında onları suçlamak gelir. Şeytan bir katil midir? Evet. O bir yalancı ve ayartıcı mıdır? Evet. Bize saldıran o mudur? Evet, ama bu kadarla da bitmez. Onun başlıca işlerinden biri suçlamaktır. Vahiy 12:10'da şöyle yazılıdır: "...Çünkü kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları Tanrımız'ın önünde gece gündüz suçlayan aşağı atıldı." Burada gördüğümüz gibi Şeytan kardeşlerimizi gece gündüz suçlar. O sadece Tanrı'nın önünde değil, vicdanımızda da bizi suçlar. Onun suçlamaları zayıflamamıza neden olur. Şeytan suçlamalarını kişi kendisini tümüyle işe yaramaz hissedeceği ve savaşmaktan vazgeçeceği noktasına gelene dek sürdürür. Bu sözlerimle günahı göz ardı etmemiz gerektiğini elbette söylemiyorum. Günaha karşı son derece duyarlı olmak zorundayız. Ancak Şeytan'ın suçlamalarını da kabul etmemeliyiz. Tanrı'nın çocuğu Şeytan'ın suçlamasını kabul ettiğinde, bütün gün hatalı olduğunu hisseder. Sabah kalkar kalkmaz ilk hissettiği şey hatalı olduğudur. Dua etmek üzere diz çöktüğünde yüreğinde suçluluk vardır ve Tanrı'nın duasına yanıt vereceğine inanmaz. Toplantıda diğer kardeşlerle paydaşlık etmek istediğinde, bunun hiçbir yararı olmadığından ötürü suçlu olduğunu düşünür. Rab'be sunu vermek istediğinde, hatalı olduğundan ötürü Rab'bin zaten sunusunu kabul etmeyeceğini sanır. Böyle Hristiyanlar'ın başlıca düşüncesi Rab İsa'nın (İbranice ismi Yeşua) ne kadar görkemli ve galip olduğu değil, kendilerinin ne kadar kötü ve değersiz olduklarıdır. Ne kadar değersiz oldukları düşüncesi sabahtan akşama dek içlerini tüketir. Onlar çalıştıklarında, dinlediklerinde, yürüdüklerinde, Kutsal Kitap'ı okuduklarında ya da dua ettiklerinde ve her anda ne kadar değersiz oldukları düşüncesi vardır. Bu Şeytan'ın suçlamasıdır. Şeytan onları bu durumda tutmayı başardığı taktirde zafer kazanır. Bu durumda olan Şeytan'ın karşısında tamamen güçsüzdür. Eğer bu suçlamaları kabul edersek asla galip olamayız. Kendi kötülüğümüzle o kadar fazla meşgul oluruz ki, bunun alçakgönüllülük olduğu yanılgısına kapılarak Şeytan'ın suçlamalarının yıkıcı etkilerine maruz kaldığımızı fark edemeyiz. Günah işlediğimiz zaman bunu itiraf etmeli ve bağışlanma dilemeliyiz. Ancak başka bir şey daha öğrenmeliyiz: Kendimize değil de, daima Rab İsa'ya bakmamız gerektiğini öğrenmeliyiz. Gün boyunca kendimizle uğraşırsak hasta oluruz. Bu durumumuz Şeytan'ın suçlamalarını kabul etmenin sonucudur. Rab'bin çocuklarının bazılarının vicdanları günaha karşı daha az duyarlıdır. Bu tür kişiler ruhsal açıdan fazla yararlı olamazlar. Öte yandan zayıf vicdanları nedeniyle Rab İsa'nın işinin farkına varamayan pek çok inanlı da vardır. Onlara belirli bir günaha karşı duyarlı olup olmadıklarını sorarsak bize bir şey söylemezler. Buna rağmen sürekli olarak hatalı olduklarını, bir işe yaramadıklarını, güçsüz ve değersiz olduklarını düşünürler. Böyle kişiler kendileri hakkında düşündüğü zaman tüm esenliklerini ve sevinçlerini yitirirler. Onlar Şeytan'ın suçlamalarını kabul etmişlerdir. Şeytan bize bu tür duygular verdiği zaman güçten düşeriz ve ona karşı koyamayız. Bu yüzden Şeytan'ın suçlamalarını hafife almamalıyız. Onun en önemli işi suçlamaktır ve o bunu gece gündüz durmadan yapar. O bizleri hem Tanrı'nın önünde hem de kendi vicdanlarımızda suçlar. Sonuçta vicdanımız öylesine zayıflar ki, bir daha kolay kolay güçlenemez. Bir Hristiyan'ın vicdanı günlük yaşantısında ve işinde son derece önemli bir rol oynar. Elçi Pavlus 1. Korintliler 8. bölümde eğer kişinin vicdanı kirlenmişse, o kişi mahvolmuştur diye bildirir. Buradaki mahvolmak sonsuzluk boyunca kaybolmak demek değildir, kişinin artık gelişme gösteremeyeceği anlamına gelir. Kişi öylesine zayıf düşer ki, artık bir değeri kalmaz. 1. Timoteos 1. bölümde bazılarının temiz vicdanı bir yana iterek iman konusunda battıkları bildirilir. Batan bir gemi artık yol alamaz. Dolayısıyla bir Hristiyan'ın Tanrı'nın önünde durup durmadığı temiz bir vicdana sahip olması büyük önem taşır. Kişi Şeytan'ın suçlamalarını kabul ettiği anda vicdanı kirlenir ve bir daha ne Tanrı'ya hizmet etmeye ne de O'nun için mücadele etmeye devam edebilir. Bu nedenle Şeytan'ın başlıca işinin bizi suçlamak olduğunu ve bunu yenmemiz gerektiğini anlamamız gerek. Bizi suçlayan Şeytan'ı nasıl yenebiliriz? Gökteki ses bize şöyle bildirir: "Kardeşlerimiz, Kuzu'nun kanıyla... onu yendiler." (Vahiy 12:11) Kan zaferin temeli Şeytan'ı yenme aracıdır. Şeytan bizi suçladığı zaman ona Tanrı'nın Oğlu Rab İsa'nın kanının bizi her günahtan arındırdığını bildiririz. "Ama O ışıkta olduğu gibi biz de ışıkta yürürsek, birbirimizle paydaşlığımız olur ve Oğlu İsa'nın kanı bizi her günahtan arındırır." (1.Yuhanna 1:7) "Her günah" ifadesi küçük ya da büyük her türlü günahı içine alır. Tanrı'nın Oğlu'nun kanı bizi her günahtan arındırır. Şeytan suçlu olduğumuzu söylese de, biz Rab İsa'nın kanına sahibiz. Rab İsa'nın kanı bizi günahlarımızdan arındırır. Tanrı Sözü böyle bildirir. Tanrı'nın Oğlu Rab İsa'nın kanı bizi her günahtan arındırır. Nedensiz suçlamalarda olduğu gibi, nedene dayanan bütün suçlamaları da reddetmeliyiz. Tanrı'nın çocukları yanlış bir şey yaptıkları zaman Şeytan'ın suçlamasına değil, O'nun Oğlu Rab İsa'nın kanına muhtaçtır. Bu değerli kan suçlanmamız için değil, günahın bağışlanması için gereklidir. Tanrı Sözü'nde günah işledikten sonra suçlanmamız gerektiği asla bildirilmez. Bizim günahımızı itiraf edip etmediğimiz bu tek sorundur. Eğer günahımızı itiraf etmişsek, artık başka bir şey söylenebilir mi? Eğer günah işler ve itiraf etmezsek, o takdirde suçlanmayı hak ederiz. Günahın olmadığı yerde suçlama da olmaz. Eğer günah işlemiş ve itiraf etmişsek, suçlanmamız gerekmez. Eğer günah işlerseniz bu günahı Tanrı'ya baş eğerek itiraf edebilirsiniz. O takdirde Rab İsa'nın kanı sizi derhal arındıracaktır. Ne kadar günahkar olduğunuzu düşünmekle ya da içinizde daha çok günahı hissetmekle daha kutsal olacağınızı asla sanmayın. Hayır. Kendinize bir tek şu soruyu sormalısınız: Rab İsa'nın kanına nasıl muamele ediyorum? Günah işledik ama O'nun kanı bizi her günahtan arındırır. "Her günah" ifadesi küçük ya da büyük unutulmuş olan ya da akla gelen, görünen ya da görünmeyen, bağışlanacağını ya da bağışlanamayacağını düşündüğümüz her türlü günahı içine alır. Tanrı'nın Oğlu İsa'nın kanı bir ya da birkaç günahını değil, her türlü günahını arındırır. Günah işlediğimizi itiraf ediyoruz. Günahsız olduğumuzu iddia etmiyoruz ama ne olursa olsun Şeytan'ın suçlamalarını kabul etmiyoruz. Tanrı'nın önünde temiziz. Çünkü değerli kana sahibiz. Şeytan'ın suçlamalarına değil, bu değerli kana inanmalıyız. Günah işlediğimiz zaman elbette Tanrı'yı yüceltmiş olmayız ama O'nun değerli kanına güvenmediğimiz zaman O'nun için çok daha büyük bir utanç kaynağı oluruz. Günah işlemek utanç vericidir. Oysa değerli kana inanmamak çok daha utanç vericidir. Kuzu'nun kanına güvenmeyi öğrenmek zorundayız. Romalılar 5:9'da şöyle yazılıdır: "Böylece şimdi O'nun kanıyla aklandığımıza göre, O'nun aracılığıyla Tanrı'nın gazabından kurtulacağımız çok daha kesindir." Birçokları Rab'bin huzurunda oldukları zaman yüreklerinde esenlik yoktur. Böylelerinin yüreğinde değersiz ve hatalı oldukları duygusu vardır. Bunun nedeni yanlış umutlara bel bağlamalarıdır. Onlar hala içlerinde Tanrı'ya sunabilecekleri iyi bir şey olabileceğini düşünürler. Kişi kendiliğinden hiçbir şey sunamayacağını fark ettiği zaman suçlamalar başlar. Suçlamaların biri şöyle der: "Senin gibi birinin asla Tanrı'ya sunacağı iyi bir şey olamaz." Oysa başlangıçta Tanrı'nın önünde hiçbir olumlu niteliğe sahip olmadığımızı hatırlamalıyız. Başlangıçta Tanrı'ya sunabileceğimiz kendi içimizden gelen hiçbir iyiliğimiz yoktu. O'na sunabileceğimiz tek şey kandı. Yalnızca kan aracılığıyla aklanabiliyorduk. Kendimizden kaynaklanan hiçbir doğruluğumuz yoktur. Biz ancak kefaretle aldığımız kanın sağladığı aklanmayla doğru kılınabiliriz. Lütuf tahtına yaklaştığımız her an, O'ndan lütuf dileyebiliriz. Bu lütuf tahtıdır, doğruluk tahtı değildir. Tanrı'nın huzuruna her çıkışımızda, olumlu tek niteliğimiz kefareti almış olmamızdır. Yani orada Mesih'in yolunda ne kadar ilerleme kaydettiğimiz dikkate alınmaz. Hiç kimse "Son zamanlarda olumlu gelişmeler kaydettim, artık dua etmeye cesaretim var" diyeceği bir aşamaya erişemez. Hayır. Tanrı'nın önünde her durduğumuzda, tek dayanağımız, tek gerekçemiz o kandır. Ruhsal gelişmenin kanın yaralılığının yerini asla tutamayacağını unutmamalıyız. Ruhsal tecrübelerin hiçbiri kanın gerçekleştirdiği işin yerine geçemez. Kişi elçi Pavlus, elçi Yuhanna ya da elçi Petrus kadar ruhsal olsa bile, Tanrı'nın önünde durabilmek için yine de kana muhtaçtır. Şeytan bizi suçlamaya bazen günah işlediğimizde, bazen de günah işlemediğimizde gelir. Yani bazen sorunu yaratan günahımız değil, Tanrı'ya sunacak doğruluğumuzun olmamasıdır. Şeytan bazen bu yüzden bizi suçlar. Şu gerçeği açıkça kavramalıyız: Tanrı'nın huzuruna yalnızca O'nun kanı sayesinde çıkabiliriz, başka bir nedenle değil. Kanla temizlenmiş ve aklanmış olduğumuza göre Şeytan'ın suçlamalarını kabul etmek zorunda değiliz. Bu değerli kan ruhsal savaşın temelini oluşturur. Eğer kanın değerini bilmiyorsak savaşamayız. Vicdanımız zayıfladığı anda işimiz bitiktir. Dolayısıyla suçsuz ve temiz bir vicdana sahip değilsek, Şeytan'la mücadele edemeyiz. Şeytan bize karşı suçlamalarında binlerce gerekçe gösterebilir. Eğer bunları kabul edersek, düşeriz. Şeytan'ın saydığı tüm gerekçelere Mesih'in kanıyla karşı koyabiliriz. Kan ile karşı konamayacak tek bir gerekçe bile yoktur. Ruhsal savaş suçsuz bir vicdan gerektirir. Bu vicdanı yalnızca İsa'nın kanı sağlar. İbraniler 10:2'de şöyle yazılıdır: "Çünkü tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmazdı." (İbraniler 10:2) Hristiyan'ın vicdanında günahlılık duygusunun kalmaması kanın aracılığıyla gerçekleşir. İsa'nın kanını temel aldığımız takdirde, Şeytan bize dokunamaz. Bazen de günahlarımız olduğundan ötürü Şeytan'a karşı duramadığımızı düşünürüz. Oysa Rab günahlarımızın olduğunu bildiği için bize kendi kanını hazırlamıştır. Rab günahlı insana kendi kanı aracılığıyla bir yol açar. Şeytan'ın suçlamalarını kabul eden kişi kanın gücünü reddeder. Rab'bin değerli kanına inanan kişinin aynı zamanda Şeytan'ın suçlamalarını kabul etmesi olanaksızdır. Mutlaka ikisinden birini seçmek zorundayız. Eğer suçlamaları kabul edersek, kanı reddederiz. Eğer kanı kabul edersek, suçlamaları reddederiz. Rab İsa bizim için hem Başkahin hem de Aracı'dır. "Bunun için her yönden kardeşlerine benzemesi gerekiyordu. Öyle ki, Tanrı'ya hizmetinde merhametli ve sadık bir başkâhin olup halkın günahlarını bağışlatabilsin. Çünkü kendisi denenip acı çektiği için denenenlere yardım edebilir." (İbraniler 2:17-18) "Tanrı Oğlu İsa gökleri aşan büyük başkâhinimiz olduğu için açıkça benimsediğimiz inanca sımsıkı sarılalım. Çünkü başkâhinimiz zayıflıklarımızda bize yakınlık duyamayan biri değildir; tersine, her alanda bizim gibi denenmiş, ama günah işlememiştir. Onun için Tanrı'nın lütuf tahtına cesaretle yaklaşalım; öyle ki, yardım gereksindiğimizde merhamet görelim ve lütuf bulalım." (İbraniler 4:14-16) "Bu nedenle, çağrılmış olanların vaat edilen sonsuz mirası almaları için Mesih yeni antlaşmanın aracısı oldu. Kendisi onları ilk antlaşma zamanında işledikleri suçlardan kurtarmak için fidye olarak öldü." (İbraniler 9:15) "Yavrularım, bunları size günah işlemeyesiniz diye yazıyorum. Ama içimizden biri günah işlerse, adil olan İsa Mesih bizi Baba'nın önünde savunur." (1. Yuhanna 2:1) O, Başkahin ve Aracı olarak hizmetini daima sürdürür. O'nun bu hizmetinin amacı bizi Şeytan'ın suçlamalarından uzak tutmaktır. Kişinin İsa'ya Rab ve Kurtarıcı olarak iman etmesi yalnızca bir an alır. Oysa Şeytan'ın suçlamalarına muhatap olmak ömür boyu sürer. "Aracı" sözcüğünün Grekçesi "tayin edilmiş olan savunucu" anlamına gelir. Rab Aracımız'dır ve Savunucumuz'dur. Rab bizim yanımızdadır ve bizim lehimizde konuşur. Ya biz, kimin yanındayız? Aracı'nın mı, yoksa suçlayıcının mı? Aracımız bizi savunurken, suçlayıcının sözlerine inanmak gerçekten budalalık olurdu. Bir avukat davalının suçsuz olduğunu defalarca kanıtlıyor ama davalı savcının suçlamalarına hala inanmaya devam ediyor. Böyle bir durum saçma değil mi? Dilerim ki, Rab İsa'nın Aracımız olduğunu ve bizi savunduğunu asla unutmayız. Dilerim ki Şeytan'a karşı koymak için Rab'bin değerli kanının temel olduğunu asla unutmayız. Şeytan'ın suçlamalarına iyi davranışımızla değil, kanla karşılık vermeliyiz. Kanın değerinin farkına varırsak yeryüzünde esenlikli ve sevinçli Hristiyanlar'ın sayısı büyük ölçüde artacaktır. "Kardeşlerimiz, Kuzu'nun kanıyla... onu yendiler." (Vahiy 12:11) Bu sözler çok kıymetlidir! Kardeşlerimiz Şeytan'ı meziyetleri, tecrübeleri ve ilerlemelerinden ötürü değil, Kuzu'nun kanı sayesinde yendiler. Onlar onu kanla yendiler. Şeytan bizi suçlamaya başladığı anda kanı kullanmalıyız. Kanı kabul ettiğimiz anda, Şeytan'ın gücü etkisiz kalacaktır. Her şey kana dayanır ve her gün kana ihtiyaç duyarız. Kurtuluşu aldığımız gün O'nun kanının günahlarımızı bağışlattığına, bizi akladığına inandık, bu inancımızı daima sürdürmeliyiz. Dayandığımız temel yalnız O'nun kanıdır. Tanrı bizi anlamsız suçlamalardan kurtarmak istiyor. Tanrı bu zincirleri kırmak istiyor. Bu suçlamaları günbegün kabul ederek kendimizi alçalttığımızı sakın düşünmeyelim. Bu suçlamaların üstesinden gelmeyi öğrenmek zorundayız. Eğer bunu yapmazsak, asla galip olamayız. Galipler kanın değerini bilirler. Kanın mükemmel değerini bilmememize rağmen Rab'be yine şöyle diyebiliriz: "Ya Rab, kendi takdirine göre değerli kanını bana uygula." Bizim takdirimize değil, Tanrı'nın takdirine göre Şeytan'ın gücüyle mücadele etmeliyiz. TANIKLIĞIN BİLDİRİSİ İkinci olarak, kardeşlerimiz Şeytan'ı "ettikleri tanıklığın bildirisi" sayesinde yendiler. Eğer vicdanımız suçsuzsa, tanıklık verebiliriz. Vicdanımızda suçluluk duyuyorsak, ağzımızdan tek bir söz bile çıkmaz. O durumda biz konuştukça sesimiz de gitgide zayıflar. Tanıklığın anlamı, kişinin kendisine değil, diğerlere tanıklık etmesidir. Tanrı'nın önünde Kuzu'nun kanına sahip olduktan sonra Tanrı'nın önünde de cesarete sahip olacaksın ve insanların önünde tanıklık yapabileceksin. Tanıklığında günahkarların Mesih aracılığıyla bağışlanabileceğini, Tanrı tarafından kabul görebileceğini ve Tanrı'nın Egemenliği'ni ayrıca beyan edersin. "Tanıklık etmek" diğer insanlara Mesih'i anlatmaktır. Tanıklığın sözü, söylenmesi gereken şeydir. Galipler sık sık Mesih'in zaferini ilan ederler. Şeytan bu gerçeğin tekrarlanmasından çok korkar. Tanrı'nın Egemenliği'nin geleceği bir gerçektir. Rab'bin Kral olduğu bir gerçektir. Mesih'in sonsuza dek galip olduğu bir gerçektir. Şeytan'ın yenildiği bir gerçektir. Güçlü adamın bağlanarak mahkum edildiği bir gerçektir. Şeytan'ın bütün işlerinin Rab İsa(Yeşua) tarafından çarmıhta yok edildiği bir gerçektir. Mesih'in gerçekleştirdiği bu işleri bildirdiğimiz zaman tanıklık etmiş oluruz. Şeytan'ı en fazla korkutan şey tanıklığın bildirisidir. Şeytan görüşmemizden korkmaz ancak gerçeklerini beyan etmemizden korkar. Şeytan Tanrıbilimden söz ettiğimiz ya da Kutsal Yazılar'ı yorumladığımız zaman korkmaz ama ruhsal gerçekleri bildirdiğimiz korkar. "İsa Rab'dir" ruhsal bir gerçektir. Birçokları İsa'nın Rab olduğundan söz ederek bunu tanrı bilimsel açısından açıklamaya çalışır. Oysa Şeytan bu tür konuşmalardan hiç korkmaz. Şeytan, kişi, İsa'nın Rab olduğuna iman ettiğini bildirdiği zaman korkar. Yani Şeytan'ı korkutan vaazlarımız ve tanrı bilimsel konuşmalarımız değil, tanıklığımızın bildirisidir. İsa'nın adının her addan üstün olduğu ruhsal bir gerçektir. Bu gerçeği imanla hem insanlara hem Şeytan'a ilan etmeliyiz. Tanıklık bildirimizi verirken özellikle Şeytan'ın duymasını amaçlamalıyız. Bu tanıklığımızın bildirisidir. Odada tek başımızayken bile yüksek sesle, "İsa Rab'dir" diyebiliriz. "Rab İsa güçlü adamdan daha güçlüdür" ya da "Tanrı'nın Oğlu Şeytan'ı bağlamıştır" gibi bildiriler, bunların hepsi tanıklığımızın sözüdür. Hristiyanlar her durumda duaya güvenmelidir ama bazen tanıklığımızın sözü duadan daha güçlüdür. Rab İsa Markos 11:23'de; "Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, ‘Kalk, denize atıl!’ der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir." (Markos 11:23) İsa burada kişinin duasının değil, kişinin söylediklerinin yerine geleceğini bildiriyor. Çin'de böyle bir atasözü vardır: "Bir metin birinin ağzından hemen çıkabilir" ama Hristiyanlar, "Bir başarı birinin ağzından hemen çıkabilir" diye söyleyebilir. Çünkü Tanrı O'nun ağzından bir tek sözüyle yarattı. Markos 11. bölümde bir dağa bile konuşabileceğimiz anlatılır. İmanla beyan edilen şey gerçekleşecektir. Dualarımız bazen tanıklığımızın bildirisi kadar güçlü olamaz. Şeytan'la mücadele ederken sık sık tanıklığın bildirisine başvurmak zorundayız. Elçilerin İşleri kısmında pek çok tanıklık bildirisine rastlarız. 3. bölümde Petrus ve Yuhanna'nın tapınağın girişinde sakat bir adama rastlamaları anlatılır. Petrus, adama şöyle der: "Bende altın ve gümüş yok, ama bende olanı sana veriyorum” dedi. “Nasıralı İsa Mesih'in adıyla, yürü!” (Elçilerin İşleri 3:6) Bu tanıklığın bildirisidir. Petrus burada adamın durumu için Tanrı'ya niyaz etmemiş, Rab'bin adıyla doğrudan bunu halletmiştir. Elçilerin İşleri 16. bölümde Pavlus kötü ruhu kovarken şöyle bildirir: "İsa Mesih'in adıyla, bu kızın içinden çıkmanı buyuruyorum” (Elçilerin İşleri 16:18) Kötü ruh hemen kızın içinden çıkmıştır. Konuyu bir başka örnekle açıklamak istiyorum. Müjde'yi vaaz eden iki kız kardeş vardı. Bir gün bir köye gittiler ve orada bir süre kaldılar. Köyde kötü ruhların tutsak ettiği bir kadın vardı. Kadının bir akrabası kötü ruhları kovmaları için onları kadının evine davet etti. Kız kardeşler bu konuda dua ettikten sonra o eve gitmeleri gerektiğine karar verdiler. Eve vardıklarından kadının düzgün giyimli biri ve evde her şeyin düzenli olduğunu gördüler. Bunun üzerine kadının belki de kötü ruhlara tutsak olmadığını düşündüler. Kız kardeşler kadına vaaz vermeye başladı, kadın söylenenleri anlıyor gibiydi. (Aslında kötü ruhlar anlayıştan yoksundur ama anlamış gibi görünürler.) Kız kardeşler bu durumda bir gariplik hissettiler ve kadına şöyle sordular: "Rab İsa'ya inanıyor musun?" Kadın, "Yıllardan beri ona inanıyorum" diye yanıtladı. Kız kardeşler bu yanıt üzerine iyice şaşırdılar ve duruma bir anlam veremediler. Bunun üzerine kadına, "Rab İsa'nın kim olduğunu biliyor musun?" diye sordular. Kadın, "Rab İsa'nın kim olduğunu görmek istiyorsanız, benimle gelin" dedi ve onları evin arkasındaki bir odaya götürdü. Kadın odada duran bir putu göstererek "İsa budur. Ben ona yıllardan beri inanıyorum" dedi. Kız kardeşlerden biri o anda tanıklık vermesi gerektiğini hissetti. Kız kardeşin söylediklerinin burada sözünü ettiğimiz bir tanıklık olduğuna dikkatinizi çekerim. Kız kardeş kadının elini yakalayarak (kadına değil, kötü ruha) şöyle dedi: "Hatırlar mısın, 1900 yıl önce Tanrı'nın Oğlu'nun gökten yeryüzüne inip otuz üç buçuk yıl boyunca bir insan gibi yaşadı? O senin gibi pek çok kötü ruhu kovmuştu. O'na saldırmayı ve zarar vermeyi istediğini hatırlar mısın? Sen ve senin gibi olanların hepsi O'nu öldürmek, O'nu çarmıha gerçek için harekete geçtiniz. O zamanlar pek mutluydunuz. O'nun üç gün sonra ölümden dirileceğini ve tüm gücünüzü kıracağını bilmiyordunuz. Sen Şeytan'ın denetiminde olan kötü bir ruhsun. Hatırlar mısın, Tanrı'nın Oğlu ölüler diyarından geri geldiği zaman Tanrı tüm canlılara ve ruhlara gökten şöyle bildirdi: 'İsa'nın adı şimdiden sonra her adın üstündedir. Ne zaman O'nun adı bahsedilir, her dil bunu ikrar etmeli ve her diz çökmelidir.' Bu nedenle sana İsa'nın adıyla bu kadını terk etmeni emrediyorum!" Kız kardeşin bu bildirisinin hemen ardından kötü ruh kadını yere attı ve onu terk etti. Kız kardeşin "Hatırlar mısın?" sözleri büyük önem taşır. Onun tanıklığı bu sözleri ısrarla tekrarlamasıydı. Eğer Şeytan'a vaaz vermeye kalkışırsak, o da bize fazlasıyla vaaz verir. Eğer Şeytan'a akıl yürütmeye kalkışırsak, bize pek çok gerekçeler gösterebilir ama gerçekleri, özellikle ruhsal gerçekleri bildirdiğimiz takdirde Şeytan aciz kalır. Kutsal Yazılar'daki gerçekleri bilmeli ve onlara inanmalıyız. Kuzu'nun(İsa) kanıyla kaplı olmalıyız ki, Tanrı bizi düşmanın saldırılarından koruyabilsin. O zaman Şeytan'la konuşabiliriz. Şeytan tanıklığımızın bildirisinden korkar. Hristiyan tecrübemizde bazen kendimizi öylesine zayıf hissederiz ki, Tanrı'ya bile dua edemeyiz. Böyle zamanlarda ruhsal gerçekleri, galip gerçeklerini hatırlamalıyız. Şeytan'a ve onun kötü ruhlarına İsa'nın galip Rab olduğunu bildirmeliyiz. Bu ilan etme, tanıklığın bildirisidir. Neyi bildiririz? İsa'nın Rab olduğunu, Rab'bin galip olduğunu ve Şeytan'ın O'nun ayakları altında ezildiğini bildiririz. Ayrıca düşmanın gücünü yenmek için, yılanları ve akrepleri ayaklarımızla ezmek için Rab'bin bizlere yetki verdiğini bildiririz. Tanıklığın bildirisi budur. Bu tanıklığımız Şeytan'ın geri çekilmesine neden olur. Tanıklık bildirimizi verdiğimiz zaman Şeytan'a darbe indirmiş oluruz. Rab'bin tamamladığı işle birlikte bize yalnızca korunmamız için kan değil, Şeytan'ı yenebileceğimiz tanıklığın bildirisi de sağlanmıştır. "Ben size, yılanları ve akrepleri ayak altında ezmek ve düşmanın bütün gücünü alt etmek için yetki verdim. Hiçbir şey size zarar vermeyecektir." (Luka 10:19) CAN SEVGİSİNDEN VAZGEÇMEK Şeytan'ı yenmenin temelinde neyin yattığını ele aldık ama galiplerin tecrübeleri nelerdir? Onlar pek çok zorlukla ve denenmeyle karşılaşırlar. Vahiy 12:11'de şöyle yazılıdır: "Ölümü göze alacak kadar vazgeçmişlerdi can sevgisinden." (Vahiy 12:11) Bu ayette galiplerin ruhsal savaşta nasıl tutumları açıklanır. Bu ayetteki "can" sözcüğünün iki anlamı vardır. Can birinci anlamında fiziksel yaşamı belirtir, diğer anlamı ise canın gücüdür. Şimdi bu canın gücünün ya da doğal yeteneğin ne olduğunu anlamaya çalışalım. Şeytan'ın bizi alt etmek için kullandığı en etkili yöntemlerden biri de kendi gücümüzle hareket etmemize neden olmasıdır. Şeytan kendi içimizden geldiği gibi davranmamızı ister. Şeytan doğal yeteneklerimizi ve bedensel enerjimizi Tanrı'ya hizmet ederken kullanmamızı ister. Doğal yetenek nedir? Doğal yetenek başlangıçtan beri sahip olduğumuz ve çarmıha gerilmemiş olan yeteneklerimizdir. Bunlar karakterimize eşlik eder, onu tamamlar. Bir kişinin doğal yeteneği zekası olabilir. Kişi her yaptığı işte kendi zekasını ön plana çıkartır. Bir diğerininki ise hitabet yeteneği olabilir. Kişi Kutsal Ruh'un gücünden bağımsız olarak etkili ve güzel bir şekilde konuşur. Ne var ki, insanın henüz çarmıha gerilmemiş olan doğal yetenekleriyle Tanrı'ya hizmet etmesi mümkün değildir. Kilisenin başarısız olmasının nedeni kişilerin doğal yetenekleriyle hareket etmesidir. Tanrı'nın bizleri Rab olmadan hiçbir şey yapamayacak bir duruma getirmesi gerekir. Biz böyle bir kişi olmalıyız yani yalnızca böyle şeyleri söyleyen değil, gerçekten böyle olan kişiler olmalıyız. Ancak böyle olduğumuz takdirde Tanrı için yararlı birer araç olabiliriz. Bu sözlerimle hiç kimseyi kutsalmış gibi davranmaya teşvik etmiyorum. Bu, Mesih'ten gelmediği için yararlı değildir. Biz, insanın içindeki doğal olan her şeyin Tanrı tarafından kırılıp parçalanması gerektiğini söylüyoruz. Benliğimizden kaynaklanan her türlü unsurla ilişkimiz kesildiğinde, içimizdeki Mesih ortaya çıkacaktır. Tanrı'nın doğal benliğimizi çarmıh aracılığıyla yok etmesine izin vermeliyiz. Biz bu işi parça parça kendimiz yapmaya kalkışmamalıyız. Dıştan görünen şeyleri halledip içte kalanları bırakmak hiçbir yarar sağlamaz. Aksine gurura kapılmamıza neden olur. Öyle yaparsak halimizden memnun oluruz ama içimizdekileri halletmek çok daha güçleşir. Kişinin Tanrı'ya hizmet etmek ve iyilik yapmak üzere kullandığı kendi gücünün bir gün kırılması gerekir. O zaman Tanrı'nın ve insanların önünde hiçbir şey yapamadığımızı itiraf ederiz. Ancak o zaman Mesih kendi gücünü bizde açığa çıkarabilir. Doğal gücümüzle kilise için hiçbir şey yapamayacağımızı açıkça fark ettiğimiz gün gelene dek Tanrı üzerimizde çalışır. Birçokları amaçları doğru olduğu sürece her şeyin yolunda gittiğini sanır. Ancak durum böyle değildir. Siz Tanrı için çalıştığınızı söylersiniz ama Rab şöyle sorar: "Çalışman nereden geliyor?" Eğer siz gayretli olduğunuzu söylerseniz, Rab da şöyle sorar: "Gayretin nereden geliyor?" Eğer siz gücünüz olduğunu söylerseniz, Rab da şöyle sorar: "Gücün nerden geliyor?" Önemli olan ne yaptığınız değil, neyin sayesinde yaptığınızdır. Önemli olan bir şeyin iyi olması değil, iyiliğinin kaynağının ne olduğudur. Çarmıhı tecrübe etmeyi öğrenmeliyiz. Çarmıhın amacı, doğal benliğimizi kırmak ve bizi kendi gücümüzle hareket etmeye cesaret edemeyeceğimiz bir duruma getirmektir. Çarmıhın vaazı hakkında konuşmak ya da çarmıhın vaazını dinlemek tek başına bir yarar sağlamaz. Tanrı çarmıhtan geçmiş, çarmıhla uğraşılmış kişiler ister. Vaazımızın doğru olması yeterli değildir. Kendimize şöyle sormamız gerekir: "Ya biz nasılız? Biz ne tür insanlarız?" Elçi Pavlus şöyle bildirir: "Aranızdayken, İsa Mesih'ten ve O'nun çarmıha gerilişinden başka hiçbir şey bilmemeye kararlıydım. Size zayıflık ve korku içinde geldim, tir tir titriyordum! Sözüm ve bildirim, insan bilgeliğinin ikna edici sözlerine değil, Ruh'un kanıtlayıcı gücüne dayanıyordu." (1. Korintliler 2:2-4) Bu parçanın ilk bölümü Pavlus'un vaazıyla, ikinci bölümü ise bir kişi olarak kendisiyle ilgilidir. Pavlus gibi birinin vaaz ederken kendi yeteneklerinden çok emin davranması gerektiğini düşünebiliriz. Pavlus burada çarmıh hakkında vaaz etmektedir ve kendisi ise zayıf, güçsüz ve korku içindedir. Çarmıhın gerçek anlamını anladığımız zaman kendimizi zayıf, güçsüz ve korkak hissederiz. Eğer doğal benliğimiz çarmıha gerilmişse, özgüvenimiz kalmaz ve böbürlenmeye cesaret edemeyiz. Eğer gururlu olursak, her şeyi başarabileceğimizi sanırsak çarmıh hakkında hiçbir şey bilmiyoruz demektir. Çarmıhın öznel görevi kişideki Tanrı'dan kaynaklanmayan şeyleri ortadan kaldırmaktır. Çarmıh yalnızca Tanrı'dan olan şeyleri bırakır. Çarmıh Tanrı'dan gelenlere dokunmaz, insanın kendisinden kaynaklananlar ise çarmıh karşısında güçsüz kalır. Geçmişte bazı kardeşlerimiz insanları kurtuluşa yönlendirmek için pek çok yollar kullandıklarını söylemişti. Ancak çarmıhın uğraşmasının tecrübesine başladıktan sonra pek de bir şey yapamadıklarını fark ettiler. Bu da geçmişte kendi güçleriyle hizmet ettiklerini gösterir. Çünkü çarmıh Tanrı'dan gelen hiçbir şeye dokunmaz. Çarmıh yalnızca insanın kendinden kaynaklananları yok edebilir. Çarmıhtan geçen ve tekrar dirilen her şey Tanrı'dandır, dirilmeyenlerse insandandır. Rab İsa, Tanrı'dandır. Çünkü O çarmıha gerildi, öldü ve dirildi. Doğal benliğimize ait, can sevgisiyle ilgili hiçbir şeye tutunmamalıyız. Onların hepsinin çarmıh üzerinde ölmesine izin vermeliyiz, üzerimizde tek bir iz bile kalmamalıdır. Galip olmak Kuzu'nun kanına ve tanıklığımızın bildirisine dayanır. Ayrıca bizim tutumumuz böyle olduğu için kendi kendimize yaşamayacağız, kendi yeteneğimize değer vermeyeceğiz ve kendimize hiç güvenmeyeceğiz. Biz çok zayıf yaratıklar olduğumuzu farketmeliyiz. Can sevgisinden vazgeçmenin diğer bir anlamı da fiziksel yaşamımızı sevmemektir. Tanrı için canımızı vermeye hazır olmalıyız. Eyüp kısmında şöyle yazılıdır: "Cana can! diye yanıtladı Şeytan, “İnsan canı için her şeyini verir." (Eyüp 2:4) Şeytan, insanın kendi canına her şeyden fazla değer verdiğinin farkındadır. Oysa Tanrı galiplerin can sevgisinden vazgeçtiğini bildirir. Galip olanın tutumu, Şeytan'ın ona yaptığı her şeyi önemsememektir. Şeytan canını alacak olsa bile, o asla Şeytan'a boyun eğmez ve daima Tanrı'ya sadık kalır. Galip olanın Rab'be şöyle söyleyebilen tutumu vardır: "Ya Rab, Sen'in için vazgeçemeyeceğim hiçbir şey yoktur, hatta hayatımdan vazgeçerim."
Sayfa 87 - AKARSU YAYINLARIKitabı okudu
·
377 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.