Aleksandr Soljenitsin in genelde kitapları otobiyografik öğeler barındırırken, okuduğum ilk kitabı olan
İvan Denisoviç'in Bir Günü hapishane koğuşundan, hastane koğuşu olan Kanser Koğuşu'na geçiştir. Stalin sonrası dönemde, 1960'larda Orta Asya'daki bir taşra hastanesinde geçer. Kanser Koğuşu, Stalin'in ölümünden sonraki bir Sovyet eyalet hastanesinin kanser koğuşundaki bir grup insanın ilişkisini inceler, Rus yazarlara göndermelerle.
Bakış açıları arasında apansız geçişlerle ve anlatının odak noktasını bir karakterden öbürüne toplumsal dünya kurar. Kanser Koğuşu, oluşan Sovyet kamp sistemiyle, baskı sistemi içinde politik ve felsefi sorulardansa çarpık toplum içindeki bireylerin yaşamları üzerindeki etkisi üzerinde durmayı yeğler. Sovyet edebiyatında polis devletinin yozlaştırıcı gücüne ilişkin bir analiz sunar yani kanserli Sovyet polis devletinin bir incelemesidir aynı zamanda. Kostoglotov'un kamplardan dış dünyaya salınmasının üzerinden çok geçmeden orta yaşlı, yalnız bir kadın doktorla gerçekliği insana pek de olası gelmeyen bir ilişki kurar ve romanın ana olay örgüsü, bu ikilinin değişken ve hiçbir zaman somutlaşmayan duygusal yakınlığını takip eder. Bununla beraber romanın yarattığı etkiyi bu kadar çarpıcı kılan esas nokta, bu iki karakterin kişisel öykülerinin başka karakterler ve onların seslerinden oluşan bir tablo içinde örülmesidir.
Kanser Koğuşu, ölmeden önce okunması gereken 1001kitap arasında olup, kendini kandırmayı, kariyer düşkünlüğünü, gençliğe özgü tutkuları, masumiyeti, öfkeyi, inancı ve teslimiyeti anlatır, bu kitabı
İvan Denisoviç'in Bir Günü kitabına göre daha yorucu olsa da yazara başlangıç için ideal olduğunu düşünüyorum. Yine de "Kanser Koğuşu" dönem Rusya'sı adına önemli bir kitap bence, severek okudum...
Kanser KoğuşuAleksandr Soljenitsin · Altın Kitaplar · 197094 okunma
·
2 artı 1'leme
·
407 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.