Marco Polo'nun seyahatnamelerinde rastlanır ve Polo, uzun bir süre tarikatın merkezi olmuş Alamut Kalesi 'ni ve vadisini şöyle tasvir eder:
"Kendi dillerinde Şeyh'e 'Alaaddin' deniyordu. İki dağ arasındaki bir vadinin çevresini kapattırmış ve burayı her çeşit meyvenin yetiştiği, şimdiye dek görülmemiş güzellikteki ve büyüklükteki bir bahçeye çevirtmişti. Buranın içerisinde, göz kamaştırıcı tezhipler ve resimlerle süslen miş, akla hayale sığmayan bir zarafette kameriyeler ve saraylar bulunuyor; sütten, baldan, şaraptan ve sudan ır maklar çağıldıyordu. Bülbül gibi şakıyan, çalgılarından şahane ezgiler dökülen dünya güzeli kadınlar ve genç kızlar, cazibeli danslar ederek etrafta dolanmaktaydı.
Şeyh, müriderinin sahiden Cennet'te olduklarına inanmalarını istiyordu, bu yüzden de burayı Hz. Muhammed'in, ırmaklarından gürül gürül bal, şarap, süt ve sular akan, birbirinden güzel hurilerle dolu Cennet tasvirlerine uygun olarak düzenlemişti. Gerçekten de o bölgede yaşayan Sarazenler buranın Cennet'in ta kendisi olduğuna inanmaktaydı!
Şeyh'in Haşhaşi fedaisi olarak seçtikleri dışında hiç kimse bu bahçeye alınmıyordu. Bahçenin girişine, tüm dünyaya karşı direnebilecek kadar sağlam bir kale inşa edilmişti ve başka hiçbir yerden buraya giriş yoktu. Sarayında maiyeti altına aldığı, yaşları on iki ila yirmi arasında değişen, asker olmaya iştahlı gençlere tıpkı Hz. Muhammed gibi Cennet hikayeleri anlatıyor ve bu gençler de Şeyh' e Sarazenlerin Hz. Muhammed' e inandığı gibi inanıyorlardı. Sonra da kendilerine iksirinden içirerek derin bir uykuya dalmalarını sağladığı bu gençleri dörderli, altışarlı hatta onlu gruplar halinde bahçeye taşıtıyor, böy lece gençler gözlerini açtıklarında kendilerini bu cennet bahçesinde buluyorlardı. Uyanınca kendilerini bir anda buluverdikleri bu göz kamaştırıcı yerin gerçekten de Cen net olduğunu zannediyorlardı. Etraflarını saran kadınlar ve genç kızlar, bu delikanlıların gençliğin ateşiyle yanan kalplerini öyle hoş ediyordu ki burayı bırakıp gitmek akıllarına bile gelmiyordu."