Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

216 syf.
8/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Gerçek Barbar Kim?
Barbarları Beklerken Coetzee’den okuduğum ilk kitap oldu. Tatar Çölü havasını hemen her bölümde hissettiğim romanda, isimsiz sulh hâkiminin ağzından bir sınır kasabasında yaşanan dramatik olayları okuyoruz. Coetzee hayalî bir imparatorlukta, belirsiz bir zamanda geçen bir güçlü-ezilen hikâyesi anlatıyor. Kitabın arkasında 1970’li yılların Güney Afrika’sına gönderme yapıldığı yazılsa da o göndermeleri biraz araştırmayla, yorumla anca fark edebiliyorsunuz. Kendisi gibi Güney Afrikalı bir yazar olan Damon Galgut da romanlarında aynı şekilde dönemin siyasi olaylarına göndermeler yapar. Apartheid Dönemi denilen bir dönemi Galgut’un İyi Doktor’unda da net bir şekilde görürüz. Coetzee bunu barbarlar üzerinden anlatmak istemiş olabilir. Bu konuyu ileride biraz daha açacağım. Olaylar sulh hâkiminin ağzından anlatılıyor demiştim. Yani romanda kahraman bakış açısı kullanılmış. İmparatorluktan uzak, sınırda bir kasabadayız. Kasaba surlarla çevrili, bir tarafı da çöl. Sulh hâkimi artık emekliliğini beklemektedir. Kendisi köklü bir aileden gelen, kasaba halkında saygı gösterilen biridir. Çok uzun zamandır başkenti görmemiş, emeklilik öncesi son birkaç yılını da problemsiz ve sakin bir biçimde doldurma hevesindedir. Görevini de sorgulamadan, kanunların emrettiği şekilde yerine getirir. Kısacası bir mantık adamıdır. Fakat ne zaman ki Albay Joll, barbar tehdidine karşılık askerleriyle birlikte kasabaya gelir, işler o zaman değişmeye başlar. Roman zaten Albay Joll’un kasabayla gelişiyle başlar. Hâkimle Albay Joll arasında sessiz bir savaş olduğunu söyleyebiliriz. Birbirlerinden hazzetmezler ancak görevleri gereği birbirlerine saygı duyarlar. Barbar olarak adlandırılanlar da göçmenlerdir. Bunlar çadırlarda yaşayan, göçebe olup hayvan yetiştiren insanlardır. Dilleri de farklıdır. Aslında kimseye bir zararları da yoktur. Belli zamanlarda kasabaya gelir, ticaret yaparlar. Kasabalılar tarafından da hor görülürler. İşte bu açıdan barbarları Apartheid Dönemi’nde ırk ayrımcılığı neticesinde dışlanan siyahiler, yerliler olarak değerlendirebiliriz. İşte bu barbarların isyan ettiği, imparatorluğa saldıracağı haberleri eşliğinde Albay Joll ve askerlerinin aldığı birtakım önlemleri görürüz. Yapılan haksızlıklar ve işkenceler hâkimi rahatsız etse de askerlerin işine karışmaz, karışamaz. Bir müddet sonra Albay Joll çalışmalarını tamamlar ve kasabadan ayrılır. Ben bu romanı temelde üç bölüme ayırıyorum. Albay Joll’un kasabayı terk edişine kadar geçen süre bunun birinci bölümü. İkinci bölüm ise barbar kadınla hâkimin karşılaşması ve gelişen ilişkileri. Hâkimin barbar kadına olan yaklaşımı, ona yardım etmesi ve onunla arasında geçen cinsel çatışma bu bölümün temelini oluşturuyor. Son bölümde ise hâkimin vatan haini ilan edilmesine giden süreci okuyoruz. Çok detay vermek, tat kaçırmak istemiyorum. Hâkimin barbar kadınla olan ilişkisi ve onu kendi insanlarına teslim etmek üzere çıktığı çetin yolculuk, bence romanın en önemli bölümlerinden birini oluşturuyor. Yaklaşık üç hafta süren zorlu bir yolculuğun neticesinde hâkim, kasabaya geri döner ancak başka askerler tarafından kasabanın âdeta kuşatıldığını görür. Bu yolculuk kendisine pahalıya patlar ve vatan hainliği ile suçlanır. Tüm bunların neticesinde hâkimin yaşadığı o zorlu bir yıllık süreci kendi ağzından okuruz. O, görevinin tüm gereklerini yerine getiren, barbarlara karşı net bir olumsuz tavrını görmesek de düşünceleri pek de olumlu olmayan hâkim; işkenceler karşısında fikir değiştirir ve âdeta barbarların yılmaz bir savunucusu olur. Fikirlerini söylemekten çekinmez, geri adım atmaz ve bunun bedelini her gün farklı şekillerde öder. Yargılanmayı bekler, bu süreçte çok acı çeker. Aslında işkencecileri de anlamaya, olaylara onların gözünden bakmaya da çalışır. Sonuçta barbar olan kimdir? Gerçekten bahsi geçen göçmen halk mı, yoksa canının istediğine işkence eden albay ve askerleri mi? Tam olarak sorgulanması gereken de budur. Özellikle romanın sonlarına doğru işkence haricinde yapılan yağmalar, barbarın kim olduğunu bizlere net bir şekilde gösterir. Coetzee sadece işkenceyi, korkuyu, bekleyişi anlatmamış; aynı zamanda aşkı, adaleti, cinselliği de başarılı bir şekilde hikâyeye yedirmiş. Özellikle yaşlı bir adamın gözünden cinsellik dürtüsünü objektif bir biçimde ele aldığını söyleyebilirim. Özellikle mekân ve mekân tasvirleri çok başarılıydı. İşte mekân unsuru bana direkt Tatar Çölü’nü anımsattı. Kasabanın surlarla çevrili olması tıpkı Bastiani Kalesi gibidir. Surların ötesindeki çöl, Tatar Çölü gibidir. Sürekli gelmesi beklenen barbarlar, Tatarları andırır. Bu bekleyişin başkahramanı hâkim ise Giovanni Drogo gibidir. Hâkim de tıpkı Drogo gibi yıllarını bu mekânda tüketmiştir. Kısacası romandaki birçok unsur, Buzzati’nin romanıyla eşleşiyor gibi hissettim. Barbarlarla imparatorluğun askerleri arasındaki mücadele nasıl gelişecektir? Barbarlar bu sınır kasabasına kadar gelebilecek midir? Korku dolu bekleyiş ne şekilde sonuçlanacaktır? Bu gibi soruların cevabını da okurlara bırakıyorum. Ezen-ezilen mücadelesi, barbar alegorisi, adalet ve hukuk kavramlarının anlamsız kaldığı bu sınır kasabasında yaşananlar bir hâkimin gözünden aktarılırken zaman zaman biz okurlar da kendimizi o hâkimin yerine koyuyoruz. Ben severek okudum, sizlere de tavsiye ederim.
Barbarları Beklerken
Barbarları BeklerkenJ. M. Coetzee · Can Yayınları · 20191,549 okunma
·
420 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.