Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

736 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
33 günde okudu
1990 yılında bir İngiliz derneği “Tüm zamanların en iyi 100 polisiye romanı“ sıralamasında 13. sıraya “Gülün Adı“nı layık görmüş. Bu tarz sıralamalarda genelde vatandaşlarını kayırdıklarını düşündüğüm politik İngilizlerin, uğursuz 13 rakamının özellikle mi Umberto Eco’nun bu etkileyici romanına verdiklerini bilemem. Üstelik bence roman, polisiye roman da değil. Ancak en beğenerek okuduğum eserler listesinde mutlaka üst sıralarda yer alacak. Kitabı ilk okuyuşum; zira yıllar önce filmini seyretmiş, çok etkilenmiş, ama “madem konuyu biliyorum, romanı okumama gerek yok artık“ yanılgısına düşmüştüm. Halbuki bu eser öyle filmi izlenerek yetinilebilecek eserlerden değil. Üstelik, bence son derece başarılı olan, ancak okuyunca romanın özünden epey ayrılmış ve sadece polisiye kısımlara odaklanmış olduğunu düşündüğüm filmi de, zannettiğim kadar iyi bir “uyarlama“ değilmiş. Dolayısıyla, filmini biliyor olsanız bile, kitabı okumanızı tavsiye ederim. Ortaçağ tarihi dendiğinde akla gelen en önemli isimlerden biri olan Umberto Eco, çoğunlukla cadı avı, engizisyon ve yakarak öldürme cezaları ile bildiğimiz o karanlık dönemde kurgulamış romanını. 1327 yılının Kasım ayı sonlarında, İtalya’nın kuzeyinde, Alplere yakın bölgedeki büyük bir manastırı da bu eserine mekan olarak seçmiş. Bilge ve akılcı bir rahip olan William’ın, yaşanan bir cinayetin ardında yatan gizemi çözmesi için davet edildiği bu manastırda geçen 7 gününde 7 cinayet işleniyor. Ve William’ın çömezi genç Adso bize yaşananları; dönemin tarihi, felsefi ve teolojik tartışmaları ile birlikte her daim var olan o korkunç güç savaşını anlatma rolünü üstleniyor. Öncelikle, uzun ve zorlu bir roman bu. Üstelik sadece polisiye hikayenin gizemine ya da romanın ününe kapılıp elinize almışsanız ve dönem tarihi ve Hristiyanlığın gelişimi hakkında bilgi sahibi değilseniz, özellikle ilk 200 sayfayı kolay bitiremeyeceğinizi garanti ederim. Sonrasında esrarın artması ile birlikte romanın sürükleyiciliği de bir nebze artıyor; ama tarihsel hikayesinden bağımsız değerlendirildiğinde polisiye kısmı o kadar da cazip gelmiyor. Zira Eco’nun isteği bu. 7 günün sonunda 7 cesetle ve büyük bir yıkımla karşılaşan ve roman boyu süren araştırmaları bu facianın olmasını zerre engellemeyen başarısız bir dedektifin hikayesinin öyle çok da cazip bir tarafı yok. Ancak Hristiyanlığın en büyük yol ayrımında; İsa’dan sonraki bin yılda güçlendikçe güçlenmiş, aşırı zenginleşmiş, kendine dokunulamaz ve sorgulanamaz bir hakimiyet alanı oluşturmuş ve siyasi yönetimi eline geçirmiş olan Katolik kilisesine karşı başkaldırıları, başka bir deyişle mezhepleşme hareketlerini merkezine alıyor roman. Kutsal Roma İmparatoru Bavyeralı Ludwig ile Papa XXII. Ioannes arasındaki güç savaşının ortasında; dini metinleri bir araç olarak kullanarak birbirini acımasızca öldüren dönem ileri gelenlerinin arasında ezilen, şanssızsa savaşlarda ya da -romandaki isimsiz güzel köylü kızına olduğu gibi- yakılarak idam cezaları ile göz kırpmadan harcanan sıradan halkın hikayesi de anlatılan. İncil dili Latince bilmedikleri için aşağı görülen, kendi kullandıkları dil ise -aşağı bulunduğu için- kilise tarafından bilinmeyen, zerre önemsenmeyen ama kolayca ölüme gönderilen insanlar bunlar. Kilisenin bu aşırı gücünden rahatsızlık duyan siyasi erkin hamleleri ile İsa’nın yoksul olduğu öğretisi çevresinde birleşen kesimlerin sesi daha yüksek çıkmaya başlamış. Luther’in ortaya çıkıp Protestanlığı çığ gibi büyütmesine daha 200 yıl var. Kilisenin -ya da genel olarak dinlerin- dogmatik öğretisiyle, farklı fikri olanlar, merak edenler, sorularına bilimle cevap arayanlar, siyasi gücü isteyenler bu yüzyıllar boyunca alabildiğine savaşacak. Eco’nun romanın geçtiği döneme hakimiyeti tartışılmaz; kurgusunun da ince ince örüldüğünü ve uzun yıllarda tamamlandığını kitabın sonunda yer verilen bir röportajından anlıyoruz. Akıl ile inancın binlerce yıldır süren ve daha da sürecek görünen savaşını anlatırken, tümüyle Tanrı tarafından tasarlanmış ve sorgulanamaz bir dünya inancına karşı düşünen insanın sembolü Aristoteles’i ve düzensizliği çıkarıyor. William en baştan itibaren son derece planlı görünen bir cinayetler zincirini çözmeye çalışmışken 700 sayfanın sonunda bir plan olmadığını, olaylar zincirinin çoğunlukla tesadüflerle birbirine bağlandığını keşfetmemiz ile birlikte Eco’ya hayranlığım da artıyor. “Şimdi size diyorum ki, olanakların sonsuz döngüsünde Tanrı, gerçeğin yorumcusu olduğuna inanılan kişinin, yıllar önce öğrendiği sözcükleri yineleyen sarsak bir karatavuktan başka bir şey olmadığı bir dünya tasarlamanıza da izin verir.”
Gülün Adı
Gülün AdıUmberto Eco · Can Yayınları · 201612,5bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
236 görüntüleme
Seda okurunun profil resmi
Yüzünün akıyla, yine bir dipçiği geride bırakmışsın arkadaşım.. Eserin asla bir “polisiye roman” olmayışı kısmı başta olmak üzere, tüm fikirlerine katılıyorum.. Sanıyorum Eco okuma vaktim de gelmiş benim…
AkilliBidik okurunun profil resmi
Teşekkür ederim arkadaşım güzel sözlerin için. Zor bitirdim ama büyük keyif alarak, yavaş yavaş, sindire sindire okuduğum için uzun sürdü aslında. Eco okuyalım, ama benim o Ortaçağ'ın korkutucu atmosferinden çıkıp biraz dinlenmem lazım :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.