Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Muhammed Abdü'l-Vahhab, İbn Teymiye ve Birgili Mehmed ile çağdaşlarının çoğunun benimsediği İslam'ın doğru yoldan sapmış olduğu düşüncesini paylaşıyor ve bundan dolayı derin bir elem duyuyordu. Her üçü de Müslüman olmanın ne demek olduğunun cemaatteki herkes için net olduğunu düşündükleri Hz. Muhammed ve sahabeleri dönemine büyük bir özlem duyuyorlardı. Kendi dönemlerinin aksine, o zamanlar müminler topluluğunda herhangi bir sapkınlık olduğuna dair bir emare yoktu. Her üçü için de bu idealize edilmiş geçmişe dönüş Müslümanların geleceğini teminat altına alacaktı. Arapçada atalar için kullanılan sözcük salaf (Tr. selef) idi, bu nedenle ilk Müslüman cemaatin uygulamalarına dönüş hareketi 19. yüzyılda Selefiye olarak adlandırıldı. Ancak, bu idealize edilmiş geçmişe dönme arzusunu ifade edenler için söz konusu uygulamaların tam olarak ne olduğu ve dönüş mefhumuyla tam olarak ne kastedildiği aynı şey değildi. Abdü'l-Vahhab için köklere dönüş vizyonu, dolambaçlı olmayan, püriten bir hareketti. Müslümanlar hareketin adında olduğu gibi, bir müminin Allah'ın birliğinden ödün vermemeye sarsılmaz inancına müdahale eden hiçbir uygulamaya göz yumamazlardı. Bu ilahi varlığın yerini hiçbir şeyin alamayacağı ve şefaatçi veya arabuluculara dua ederek onun varlığına gölge düşürülemeyeceği anlamına geliyordu. Bu nedenle, Sufilerin velilere Şiilerin imamlara olan inancı mutlaka mahkum edilmesi ve Müslüman pratiğinden kökü kazınması gereken bir sapkınlıktı. Kendi yolunun yanlışlığını görmeyen ve bu tarz uygulamalardan dönmeyen herhangi bir Müslüman kâfir olacak kadar İslam'ın "doğru yolundan" ayrılmış demekti. Böyle bir yanlışa düşmüş olanlar doğru yola dönmek için zorlanabilirler ya da bunun cezasını hayatlarıyla öderlerdi. Başka bir Müslüman'ın kâfir olarak görülebilmesini haklı bulan hareket toplumda hizbe yol açtı. Bu duruma hareketin Sünniler arasındaki karışıklık çıkarma potansiyelini de eklemek gerekirse, Ibn Abdü'l-Vahhab sultanlık kurumunu mutlakiyetçi hırsları nedeniyle bidat olarak gördü. Ona göre bu kurum ilk Müslüman toplumunda sultanlar olmadığı için Müslüman siyaset yapısında bir yenilikti. Doğrudan Osmanlı hanedanından bahsetmese de, Ibn Abdü'l-Vahhab peygambere atfettiği Allah için Şehinşah'tan daha çok nefret uyandıran bir unvan yoktur hadisi Osmanlı sultanlarının bu Fars unvanının bir varyasyonu olan padişah unvanı- ni kullanmalarına fazla üstü kapalı olmayan bir göndermedir.
Sayfa 136Kitabı okudu
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.