Dünyanın En Güzel Şiirine...Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat
Ne güzel bir giriş, dünyaya ne güzel bir geliş... Toprağı kirlerinden arındıran o Yağmur için, rahmet vadilerinin Gülü için yazılmış ne güzel dizeler, ne güzel naat...
Şimdi ben, okuduğum bir kaç kitaba, yazdığım bir kaç incelemeye, yazmak üzerine edindiğim bir kaç önemsiz fikre güvenerek "Yağmur" hakkında bir şeyler söyleme hadsizliğinde bulunacağım. Yine de nasıl kayıtsız kalayım O en sevgiliye yazılmış, samimiyet ırmağında yıkanıp sayfaların en beyaz noktalarına düşen satırlara?
Şiir severler "Yağmur" için başucu kitabı mı diyor?
Ben "kalpucu" kitabı demeyi tercih ederim. Her kelimesi, her dizesi kalbe bu denli tesir eden bir kitap, olsa olsa kalplerimizin hemen ucunda bekler, daha ilk mısrası bitince dünya telaşları ve hüzünleri ile dolu o kalplere sirayet eder.
Gündelik uğraşlar, gam ve keder, hüznün gözyaşları, gelecek kaygıları, samimiyet kırıntılarının dahi olmadığı ilişkiler, taşlaşmış kalpler, her gün kendi bedenleri büyüklüğünde bombalar ile ölen çocuklar, gözü yaşlı anneler, çaresizlikler ve çaresizler, umutsuzluklar ve umutsuzlar...
Kaç virgül daha ayırır Yağmursuz kalmış toprakların acısını? Kaç kelime temizler Yağmursuz kalmış dünyanın kirini? Etrafımızı sarmışken çağın tüm bu prangaları, Yağmur'u okuyan kalp nasıl bulmasın huzuru?
~~~
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Kaynağını O'ndan almayan bütün sular bulandı, kirlendi. Çağ öyle bir çağdı ki, kana kana içtik bulanmış suları. Yağmurun berraklığı şimdilerde bir masal kadar hayal. Yağan yağmurlar bile taşıyor insanlığın kirlerini. Kumsallar boyunca yürüdük mü sahiden tertemiz suları içmek için? Asırları delerek en temiz Yağmur'u beklemek, Yağmur'suz kalmaktan daha mı kötü?
~~~
Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
O kadar hızlı yaşıyoruz ki hayatı, bazen durup düşünmeye dâhi vaktimiz olmuyor. Sonra bir gün akıl ve kalp düşünce boşluğa, o çaresiz anların birinde gönüllere bir hasret ki düşer, iki damla gözyaşı temizler tüm kirlerini dilenci zamanların. İşte tam o anlarda anlar insanoğlu değer verdiği her şeyin değersizliğini. Gönüllere tam o anlarda düşer yeni devranlar.
~~~
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü âvâredir, yapayalnız ve kurak
Biz, bize kötülük yapanlara yine de iyilikle gidebilecek kadar cömert miyiz? Layık mıyız O en sevgiliye?
Hani Taif'e İslam'ın nurunu yaymak için gitmişti de taşlamıştılar Nebiler Nebisini. Mübarek bedeninden kanlar süzülürken dahi beddua etmemişti de, Yüce Rabbinden kendisini taşlayanlara rahmet etmesini dilemişti.
Sordum ya daha biraz evvel: layık mıyız o Peygambere? Merhameti kurak kaldı çağın insanının. Bırakın taşı, bize gül atanlara dâhi yok sabrımız. Yeni kavramlar getirmişiz literatüre: "Ego" Çağın hastalığı olmuş kendini en üstte ve biricik görmek...
Velhasıl layık olamadık...
~~~
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
İnsanoğlunun elinde tutamadığı, çarkını bozamadığı, tüketmekten yorulmadığı tek şey zaman. Klasik bir söz vardır bilirsiniz: "zaman iyileştirir."
"Dağlara buğday serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç kalmasın" demişti O'nun terbiyesinden nasiplenen, o Yağmur'da ıslanan Hz. Ömer. Aradan asırlar geçmişken, bilmem hangi şehrin merkezinde, bırakın aç kalmış kuşları, açlıktan ölenler çocuklar oldu bu kez.
Sahiden zaman iyileştirir mi? Yoksa uzaklaştıkça asr-ı saadetten artar mı vebası çağların?
Çölde onu beklemek, zaten vahaya kavuşmak demek değil midir?
~~~
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Ne çok şey kaybettik Yağmursuz. Ne çok eksik kaldık, tam olamadık. İnsan; kime güvendi ise, sırtında bir hançerin sancısını duydu. İlkbahar yağmurlarını içmeyen toprak nasıl verimsiz ve kurak olur ise, bizler de Yağmursuz öyle kurak, öyle çaresiz kaldık. Kazanırken dahi kaybettik. Gökyüzü esirgedi bizden Yağmurunu. Hani Ebabiller korumuştu da Kabe'yi, cesetlerin kokusu sarmıştı her tarafı. Sonra bir yağmur gelmişti de, temizlemişti tüm pis kokuları, kirleri. Bugünün dünyasını da bir yağmur temizler mi? Sahi Gazzedeki çocukların kanını kaç yağmur temizler? Kaç gün yağarsa yağmur, topraktaki kan kokusu biter? Kaç asır yapışıp kalır vicdanlara bu pislik?
~~~
Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükûtu yâr, sevinci dualar kadar derin
Zamana meydan okuyan bir müjdedir Yağmur'un gelişi. Tohumun toprağa kavuşmasını nasıl ki yağacak yağmur anlamlı kılar, insanlık tohumunun yeşermesini de O Yağmur sağlar. Kurak kalmış tüm gönüllerin kana kana içecekleri tek sudur O Yağmur.
~~~
Çâresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezîr yaşadım ki, yaşanmamış, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
İnsanlar içinde de yalnızdır insan. Hatta bence en çok insanlar içinde yalnızdır. Sesler, gürültüler, fikirler, hızla akan adımlar, yollar, araçlar, yüksek binalar...
Neyi arıyoruz tam olarak? Nereyedir tüm bu koşuşturmalar? Nedir bu yalnızlığın çaresi? O'na gitmek midir her hastalığın şifası?
O'nun bir dokunuşu için değmez mi tüm ömrümüzü yaşanmamış saymaya?
~~~
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Sokaklardan, kaldırımlarda topluyor bugünlerde insanlık masum çocukların bombalanmış bedenlerini. Koca bir nesil umutsuz bırakılmış. Yüzyıl diyoruz ya, işte 21. yüzyıl bağlamış elimizi kolumuzu. Kaybetmişiz güzel olan ne varsa. Kalmamış bize bizden gelen...
~~~
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hira’dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Oysa ne çok karamsar kelimeler döküldü satırlarıma. Oysa O'nun gelişine sevinmişti dağlar ve onun gelişiyle devrilmişti putlar. Sönmüştü cehaletin ve batıl olanın ateşi. Yağmur'a kavuşmuştu Adem'den beri kavrulan toprak. Bir umuttu O'nun gelişi tüm karanlıkların üzerini örten. Kız çocuklarının gülüşüydü O'nun gelişi...
Şimdi biz hatırlarsak O'nu yok olur mu üzerimizdeki tüm kara bulutlar? Silinir mi karamsar bütün kelimeler?
~~~
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Ona yakınlaşmak söker bütün uzaklık yollarını. Yırtıp atar kalbimizin perdelerini. Görmek O'nun nurunu, ne büyük nimet olurdu. O'nu gören göze ne mutlu...
Çağın tüm kirini gösteren bakışlardansa, O'nu gören bir çift göz olmak daha iyi değil miydi?
~~~
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılan nâdân düştü
Neden sararır yapraklar? Mevsimler mi gecikmiştir yoksa yağmursuz mu kalmıştır ağaç?
Sahip çıkamadık mı O'nun yeşerttiği fidanlara?
Baykuşların çağında bülbüller barınamıyor. Sığamıyorlar ne denize ne karaya. Adına özgürlük demişler bülbülün zindanına. Eğer götürecek ise bu zindan bülbülü O'na, zindan mı kalır geriye?
Bugünün insanı pisliği görünce sürüyle ona konan sineklere benziyor. Kanını emiyor en temiz bedenlerin.
Bülbüller zindanda gülünü arıyor...
~~~
Dolaşan ben olsaydım Sâvenin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
O'nun gelişi mucizeler getirdi beraberinde. Kalplere umut getirirken, zalimlere korku getirmişti. Aslında onlar da farkındaydılar da kabul etmek istemediler. On asırlık ocakları sönerken, kururken gölleri anlamıştılar gerçeği. Başlarken söylemiştim: "dünyaya ne güzel bir geliş..."
~~~
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Gücümüzün doruklarında savurup yıkmak isteriz her şeyi. Kanımızın damarlarımızdaki akışı bile hiddetlenir. Duramaz karşımızda hiçbir şey, biz öyle hissederiz.
Sonra bir an gelir, zayıf kalır en güçlü. Tutsak olur en özgür olan. Çaresiz kalır çareler üreten. Kelimesiz kaır yazarlar ve ilhamsız kalır şairler...
Sığınmak isterken bir güvenilir mekana savrulup gideriz kurumuş yaprak gibi. Hayatın koca bir anlamsızlığa dönüştüğü çağlarda,
O'nun uğruna koparılmış bir baş olmak iyi değil midir hiçbir şey olamamaktan?
~~~
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Hani o Yağmur ki, babasını hiç görmemiş, küçük yaşta annesini, dedesini kaybetmiş, doğduğu ve çok sevdiği şehrini terk etmek zorunda kalmıştı. Hani o Yağmur ki Taif'te taşlanmış, kalbi hüzünler ile dolmuştu. Hani O'na meftun ve hayran olanlar aç ve susuz kalmış, taşların altında ezilmiş, her birinin payına ağır imtihanlar düşmüştü. Zalimler yaşıyor bu dünyanın bütün zevklerini ve güzelliklerini. "İster misin Ey Ömer, dünya onların, ahiret bizim olsun" demişti hani Nebiler Nebisi. Bu dünya onların olsun...
~~~
Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ’da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Asırlardır toz fırtınaları içinde kalmış bir kayanın yağmura kavuşması nasıl da ferahlatıcıdır, nasıl da temizleyicidir. Bilmiyorum hiç dikkat ettiniz mi; bazen yağmurdan sonra bazı taşlar, kayalar parlar güneşin de yardımıyla. Fakat siz hiç filizlenen bir taş gördünüz mü? Gücü yeter mi yağmurların taştan çiçekler açtırmaya?
İşte O Yağmur'un her bir damlası parlattı kayaları, taşları, sonra da filiz açtı o taşlar. O'nu öldürmeye gelen taş kalpler filizlenip Ömer olmadı mı?
~~~
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahîra’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Dedim ya; kalabalık bir yalnızlığımız var. Acılarımızı, sevinçlerimizi, en aydınlık ve en karanlık yanlarımızı ne gören ne de duyan var. Feryatlarımıza kulağı sağır herkesin. Çığlıklarına sağır tüm dünya Gazze'de bebeklerin, çocukların ve anaların. Her gün üzerinde binlerce bomba patlatılan dünya kocaman bir suskunluğa dönüştü. Kulaklıkların ve yüksek sesli müziklerin ardına saklandı insanlığın gururu. Sağırlar ve körlerin dünyasında belki ağlamak temizler vicdanları, belki yanaklardan süzülen bir damla yaş...
~~~
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Temiz tek bir nokta bırakmadı insanoğlu yeryüzünde. Kanın ve pisliğin bulaşmadığı tek bir nokta kalmadı. İnsanoğlu haritalarla; yeryüzü şekillerini, nüfusu, kara ve demir yollarını, siyasi partilerin renklerini, uzaklıkları, saat farklarını... Kısacası her şeyi gösterdi de, çizemedi acının haritasını. Ölçek belirleyemediler acı feryatlarının yükseldiği coğrafyalara.
Kırıldığı günden beri adaletin kılıcı, kokusu sindi kanın duvarlara. Adalet güçlüden yana. Adına "İnsan Hakları" dedikleri yasalar yaptılar da, en az insanlar faydalandı haklarından. Ya da ayırdılar insanları... Kendilerinden olmayanların hakları da olamazdı, olmadı...
~~~
Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Bizler çöldeki birer kum tanesiyiz. Kavruluyoruz yıllardan beri. Güneş bize zulüm, güneş bize ceza. Yağmur'u müjdeleyen bulutlar hani nerede?
~~~
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlamış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
O'nu hatırlamak bile çözerken tüm buzlarını gönüllerin ve zihinlerin, kim bilir hep düşünmek nasıldır O'nu?
~~~
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Belki de şiirin anlamı en açık dizeleriydi. Çağımızın, hatta Yağmur'suz kalan tüm çağların özetiydi bu mısralar. İhanetin, kötülüğün, yalanların çağında yaşıyor olmanın ağırlığı çöktü omuzlarımıza. Bize düşen hep püsküllü yalanlar oldu...
~~~
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Taşları bile filizlendirebilecek tek Yağmur O. Yağmur'un gelişini haber veren yıldırımlar bile yeter batılı yok etmeye. Sonra bir yağmur yağar ve temizlenir tüm kirler.
~~~
Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
"Seni düşümde görseydim" demiyor şair. O'nun için görülen bir düş olmak istiyor. Rüyanın kendisi olmak istiyor. Bilmiyorum belki de kendini layık göremedi O nuru rüyasında görmeye... Hangimiz buna layık görebiliriz ki zaten kendimizi?
~~~
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya umman düştü
Farkı kalmadı şehirlerin ve köylerin. İnsan her yerde kötü bir miras bırakmaya yeminli sanki. Eski huzuru kalmadı bacası tüten evlerin. Eski sıcak sohbetleri kalmadı akşam ziyaretlerinin. Kırık bir aynadan göremez olduk kendimizi. Sahi, kendini göremeyen insan, başkalarını ve hakikatleri görebilir mi? Anlayabilir mi evrenin düzenini, kaderin ağlarını?
~~~
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
~~~
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
O'ndan uzaklaştıkça yıkılır bütün doğrular. Kalp sevmeyi, beyin düşünmeyi terk eder. Nefsi isteklerin kölesi oluverir her şey. Dünya nimetleri sarhoşluk yaratır bir türlü geçmeyen. O'dan uzaklaşan ziyandadır, çöküştedir. O'na götürmeyen her yol tıkanır, O'nu beklemeyen her şey anlamını yitirir. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun, etkisini ne kadar çok hissettirirse ettirsin, O'nsuz kaldığı her gün kendisini yıkıma, felakete götürür. Tarih bunun gibi örneklerle dolu...
~~~
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ’yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahimin, efgânımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
~~~
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Bunca dönüm noktaları yaşadığımız kısacık ömrümüzde Rahman olanı her daim hatırlamak, nimetlerin belki de en güzeli olur. Her dönüm noktasında samimi bir teslimiyet ve tevekkül, en güzele çıkarır belki de yolumuzu...
~~~
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
~~~
Kardeşler arasına heyhat, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz’ân düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Kardeş kardeşi öldürür oldu dünyevi sebeplerden. Miras, toprak, para derdi sardı her bir yanımızı. Kimse kimseyi dinlemez, anlamaz oldu. Kıtlık çıktı beyinlerinde insanların. Baharlar gelmez oldu insanlığın üzerine. Bir çiçek gibi güzelliklerini saçamadı etrafa insan. Hüzünlerimizle baş başa bırakıldık. Dostluk bahçelerimiz şimdi ıssız ve kurak.
Yağmur'u gökte aradık, kalbimizin bulut olduğunu unutarak...
~~~
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahîra’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Olsaydım...