Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

UZAYLI KOCAKARI (Ursula K. Le Guin - 1976) Menapoz, akla gelebilecek en cazibesiz konu herhalde; bu da ilginç, çünkü menopoz hâlâ bir tür tabu kırıntısına sahip olan pek az konudan biri. Menopozdan ciddi bir biçimde söz etmek, genellikle huzursuz bir sessizlikle karşılanır; alaycı bir atıf ise rahatlamış kıkırdamalarla. Sessizlik ve kıkırdama; ikisi de tabunun oldukça kesin göstergeleridir. Çoğu insan tıbbi bir terim olan "menopoz"dansa, eski bir örtmece tabir olan "hayat değişikliği" demeyi tercih eder. Ancak bugünlerde ben de bu değişikliği geçirmekte olduğumdan, acaba tam tersinin mi iyi olacağını merak etmeye başlıyorum. "Hayat değişikliği" çok küt bir ifade, çok doğrudan. "Menopoz" ise sesindeki "sonrasında her şeyin eskisi gibi devam edeceği basit bir ara" çağrışımından ötürü rahatlatıcı bir biçimde önemsiz. Ama değişim önemsiz değil; kaç kadının bu değişimi yürekli bir biçimde yaşadığını da merak ederim doğrusu. Üreme kabiliyetlerini küçük ya da büyük bir mücadele sonunda kaybediyorlar, bir kere gitti mi de iş bitiyor. Neyse, en azından bir beladan kurtuldum, diyorlar; zaten ikide bir kendimi kötü hissetmemin nedeni de hormonlardı. Artık kendim oldum. Ama bu, esas meydan okumadan kaçmak yalnızca; yalnızca yumurtlama kabiliyetini değil, bir Kocakarı olma fırsatını da kaybetmek. Eskilerde, menopoza erecek kadar uzun yaşayabilen kadınlar, bu meydan okumayı daha çok kabullenirlerdi. Antrenmanlıydılar ne de olsa. Hayatlarını daha önce de bir kere radikal biçimde değiştirmişler, bakire olmaktan çıkıp olgun kadın/eş/karı/ana/metres/orospu/vs. olmuşlardı. Bu değişiklik yalnızca ergenliğin psikolojik değişimlerinden -kısır çocukluktan verimli olgunluğa geçiş- ibaret değildi; toplumsal olarak kabul gören bir varoluş değişimiydi aynı zamanda: kutsal olandan dünyevi olana doğru bir durum değişikliği. Bekâretin dünyevileştirilmesi artık tamamlandığı ve bir zamanlar korku veren bir tabir olan "bakire" artık yalnızca bir alay sözcüğü ya da "henüz çiftleşmemiş kişi” anlamında eski moda bir deyim haline geldiği için, İkinci Değişim'in tehlikeli/kutsal konumunu kazanma ya da yeniden kazanma fırsatı artık pek aşikâr görünmüyor. Bekâret artık yalnızca bir giriş, bir an önce çıkılması gereken bir bekleme odası; bir anlamı ve önemi yok. Yaşlılık da benzer bir bekleme odası, hayat bittikten sonra oraya çekilir, kanserin ya da inmenin gelmesini beklersiniz. Aybaşı görmenin öncesindeki ve sonrasındaki yıllar, birer kalıntıdır; kadına kalan tek anlamlı durumsa doğurganlık. Tuhaftır ki, bu anlam sınırlanması, doğurganlığın kendisinin de kadın yetişkinliğinin anlamsız, en azından ikincil bir özelliği haline gelmesini sağlayan kimyasal maddelerin ve aygıtların geliştirilmesiyle aynı zamana denk düşer. Yetişkinliğin anlamı artık doğurma kapasitesi değil, yalnızca seks yapabilme kabiliyetidir. Bu kabiliyete ergenler ve menopoz-sonrası dönemdeki kadınlar da sahip olduğuna göre, ayrımların bulanıklaşması ve fırsatların ortadan kalkması süreci hemen hemen tamamlanmıştır. Artık geçiş törenleri yok, çünkü önemli bir değişiklik kalmadı. Üçlü Tanrıça'nın tek bir yüzü var: Marilyn Monroe'nunki belki. Bir kadının on-on iki yaşından yetmiş-seksen yaşlarına kadar tüm yaşamı dünyevileşti, bir örnekleşti, değişimsiz kaldı. Artık bekârette bir erdem olmadığı için, menopozun da bir anlamı yok. Bugün bir Kocakarı olabilmek için neredeyse fanatik bir kararlılık gerekiyor. Böylece kadınlar, erkeklerin yaşam koşullarını taklit ederek, kendilerine ait çok güçlü bir konumu feda ettiler. Erkekler bakirelerden korkar; ama kendi korkularına ve bakirenin bekâretine buldukları bir çare vardır: Düzmek. Erkekler kocakarılardan da korkar; o kadar korkarlar ki, bakireler için buldukları çare burada sökmez: İşe yaramayacağını bilirler. Tatminli bir kocakarının karşısında en cesurları hariç tüm erkekler geri çekilir, süngüsü düşmüş ve çükü sönmüş olarak. Menopoz malikânesi yalnızca savunmaya yarayan bir kale değildir; bir evdir, yuvadır, hayatı sürdürmek için gerekli her şey vardır orada. Onu terk etmekle kadınlar egemenlik alanlarını daraltmış, ruhlarını fakirleştirmiş olurlar. Kadının yapamayacağı, söyleyemeyeceği, düşünemeyeceği öyle şeyler vardır ki Yaşlı Kadın yapabilir, söyleyebilir ve düşünebilir. Kadının bunları yapabilmesi, söyleyebilmesi, düşünebilmesi için, aybaşılarından çok daha fazlasını feda etmesi gerekir. Hayatını değiştirmesi gerekir. Bu değişikliğin doğası eskiden olduğundan çok daha açık şimdi. Yaşlılık bekâret değildir, üçüncü ve yeni bir durumdur; bakirenin cinsel ilişkiden uzak durması gerekir, ama kocakarının bunu yapması gerekmez. Burada eskiden bir karışıklık vardı, ama kadın cinselliğini üreme kapasitesinden ayıran modern gebeliği önleme yöntemleri karışıklığı giderdi. Doğurganlığın kaybedilmesi, arzunun ve tatminin de kaybedilmesi demek değildir. Ama gene de bir değişikliğe yol açar; (burada bir kafirlik yapayım) seksten de önemli konuları ilgilendiren bir değişikliğe hem de. Bu değişimi yaşamaya hevesli olan kadının, en sonunda, kendisine gebe kalması gerekir. Kendini, kendi üçüncü benliğini, yaşlılığını karnında taşımalıdır; zorlukla ve yalnız başına. Ona doğumunda yardım edecek pek az kişi vardır. Hiçbir erkek kadın-doğum uzmanı ağrılarının ritmini ölçmez, ona yatıştırıcı vermez, elinde forsepsle hazır beklemez ve sonunda yırtılan dokuları dikmez. Bugünlerde eski moda bir ebe bulmak bile zor. Bu gebelik uzun sürer, ağrıları da fazladır. Ondan zor bir tek gebelik daha vardır: En son olanı, erkeklerin de çekmek, yaşamak zorunda oldukları gebelik. En azından bir kez başka birini ya da kendinizi doğurmuşsanız, ölmek daha kolaydır. Bu, bir Kocakarıya dönüşmenin rahatsızlıklarına ve utancına tahammül etmeniz için bir neden olabilir. Gene de, hazır bir geçiş ayini varken yokmuş gibi davranmak, bunu savuşturmak, hiçbir şey değişmemiş gibi yapmak çok yazık. Bu kişinin kadınlığını yoksayması, savuşturmasıdır, erkek gibi olduğunu iddia etmektir. Erkekler bir kere ergen olduktan sonra bir daha değişmezler. Bu onların kaybı, bizim değil. Niçin onların yoksunluğunu ödünç alalım ki? Vücut menopoz gibi çok etkileyici bir değişim sinyali yolladıktan sonra bile değişmemeye, genç kalmaya çalışmak çok kahramanca bir çaba; ama aptalca, kendini feda eden bir kahramanlık bu, kırk beş-elli yaşlarında bir kadından ziyade yirmisinde bir oğlana yakışacak türden bir kahramanlık. Bırakalım sporcular genç yaşta, defne yapraklarından taçlarla ölsün. Bırakalım askerler kahramanlık madalyaları alsın. Kadınlar yaşlı ölsünler, beyaz saçlarıyla taçlansınlar, madalyaları insan kalpleri olsun. Altair yıldızının dördüncü gezegenindeki dost canlısı yaratıkların bir uzay gemisi dünyaya gelse ve kibar kaptanları "Bir kişilik yerimiz var; Altair'e dönüş yolculuğumuzda uzun uzun konuşup, ırkınızın tabiati hakkında bilgi edinebileceğimiz tek bir örnek insan verebilir misiniz?" dese, herhalde çoğu insan onlara yakışıklı, akıllı, cesur, iyi eğitim görmüş ve fiziksel gücünün doruğunda bir genç adam yollamak ister. Bir Rus kozmonotu ideal olabilir (Amerikan astronotları çok yaşlı oluyor). Mutlaka yüz binlerce gönüllü olur bu iş için, hepsi bu tarif ettiğim türden, değerli genç adamlar. Ama ben olsam onların hiçbirini seçmezdim. Gönüllü olabilecek genç kadınları da seçmezdim. Herhalde kadınlar da ya yüce gönüllülüklerinden, ya da Altair'in bir kadın için Dünya'dan daha kötü olabileceğine hiç mi hiç ihtimal vermediklerinden aday olurlardı bu işe. Bense mahallenin küçük süpermarketine ya da köyün pazar yerine gider, taklit mücevher sergisinin ya da fındık-fıstık tezgâhının önünden, altmışını geçmiş yaşlı bir kadın seçerdim. Saçları kızıl, sarı ya da kuzgun siyahı olmazdı, cildi pürüzsüz, taze olmazdı, ebedi gençliğin sırrını öğrenmiş olmazdı. Ama size Nairobi'de çalışan torununun resmini gösterirdi; Nairobi'nin nerede olduğundan pek emin olamazdı, ama torunuyla müthiş gurur duyardı. Hayatı boyunca küçük, önemsiz işlerde çalışmış olurdu, yemek yapma, temizlik, çocuk büyütme, insanlara küçük, keyifli takılar satma gibi işler. Bir zamanlar bakire olmuştu, çok zaman önce, sonra cinsel açıdan yetkin, doğurgan bir kadın, sonra da menopozdan geçti. Birçok kere doğurdu, hayat verdi, birçok kere ölümle yüzleşti - aynı zamanlarda. Şimdi ise her gün, son doğum/ölümü biraz daha yakından ve biraz daha açıkça görüyor. Bazen ayakları müthiş ağrıyor. Asla yeteneklerine uygun bir eğitim görmedi; bu korkunç bir israf ve insanlığa karşı işlenmiş bir suç; ama o kadar yaygın bir suç ki, bunu Altair'lilerden gizleyemeyiz, gizlememeliyiz. Ama hiç de aptal değil. Akl-ı selim sahibi, kıvrak zekâlı, sabırlı; tecrübeyle edinilmiş bir kurnazlığı var, bakarsınız Altair'liler bunu bilgelik zannederler. Eğer bizden daha bilgelerse, ne zannedeceklerini bilemeyiz tabii. Ama eğer bizden daha bilgelerse, bizim yalnızca tahmin ve umut yoluyla "insancıl" dediğimiz o en içte yatan zihni ve kalbi nasıl algılayacaklarını biliyorlardır belki. Ne olursa olsun, madem bu kadar meraklı ve iyi niyetliler, onlara elimizdekilerin en iyisini verelim. Ama sorun şu ki, o yaşlı kadın gönüllü olmaya pek hevesli olmayacaktır. "Benim gibi yaşlı bir kadın Altair'de ne yapar ki?" diyecektir. "Siz en iyisi o bilimadamlarından birini yollayın, onlar bu tuhaf görünüşlü yeşil yaratıklarla konuşmayı bilir. Belki Dr. Kissinger gitmek ister. Peki, Şamanı göndermeye ne dersiniz?" Ona kendisini göndermek istediğimizi, çünkü ancak temel özelliği Değişim olan insanlık durumunun tümünü denemiş, kabullenmiş ve yaşamış birinin insanlığı başarıyla temsil edebileceğini anlatmakta güçlük çekeceğiz mutlaka. "Ben mi?" diyecektir biraz şakacı bir tavırla, "Ama ben bir şey yapmadım ki!" Ama yemezler. Kabul etmese de, Dr. Kissinger'ın onun gittiği yerlere gitmediğini ve asla gidemeyeceğini, bilimadamlarıyla şamanların onun yaptıklarını yapamayacağını bilir o. Atla bakalım uzay gemisine Nine.
·
188 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.