Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Dimaşk'ta Arapların (müslümanlar) Dimaşk Camii (Şam Ümeyye Camii) dedikleri bir mescitleri vardır. Dünyada bucaminin bir benzerinin daha olduğunu zannetmiyorum. Halk bu caminin Ben-hadad sarayı olduğu söyler. Burada (cami)sihirli bir işçilikten çıkmış, senenin günlerine göre açılan delikleri olan kristal camdan mamul bir duvar bulunmaktadır. Sıralar halindeki bu deliklerden giriş yapan güneş ışınları ile derecelik adran vasıtasıyla zaman tespit edilebilmektedir. Sarayda altın ve camdan yapılmış (şeffaf) odalar vardır. Duvarın kenarından yürüyen biri (aralarında duvar olmasına rağmen) duvarın diğer tarafından rahatlıkla görülebilmektedir. Sarayda altın ve gümüşle kaplanmış sütunlarla rengarenk mermer direkler bulunmaktadır. 127 Sarayın avlusunda altın ve gümüşle kaplanmış ve yine bunlarla kasevari kenarlıklarla biçimlendirilmiş bir heykel başı vardır. Bu heykel başı, üç kişinin içine girip aynı anda yıkanabilecekleri bir varil büyüklüğündedir. Sarayda, bir devin9x2 zira' ebadında bir kaburga kemiği asılmış vaziyette teşhir edilmektedir. Halk bu kaburga kemiğinin adı Abramaz olan eski devlerin kralı Anak'a ait olduğuna inanmaktadır.128 Mezarın üzerindeki kitabede onun bütün dünyaya hükmettiğine dair ifadeler bulunmaktadır  *** Buradan yirmi üç günlük bir deniz yolculuğu ile İbrig' e gidilir.219 İbrig'te Duhbin adı verilen ateşperest bir kavim yaşamaktadır. Bunlar arasında 3.000 kadar Yahudi yaşamaktadır. Birkaç mabede sahip olan Duhbinler büyünün her çeşidinde mahir olup bu hususta dünyada bir benzerlerinin olduğunu zannetmediğim din adamları vardır. Mabedlerinin yüksek yerlerinin önünde derin bir hendek bulunmaktadır. Elahutha adı verdikleri bu hendekte senenin her günü muhakkak ateş yanar. Duhbinler çocuklarını bu ateşten geçirir, ölülerini de bu ateşe atarlar. Halktan bazıları "ateşte ölmek" şeklinde bir takım adaklarda bulunmaktadır. Bu tür durumlarda adak yapan kimse niyetini eş-dost ve hısım-akrabasına; "Ben kendimi ateşe adadım", diyerek haber verir. Onlarda ona: "Ne mutlu sana!",şeklinde karşılık verirler. Adak günü geldiğinde ona mükellef bir ziyafet çekerler. Adak sahibi zengin ise bir at üzerinde, fakir ise yaya olarak hendeğe yaklaşır ve kendisini ateşe bırakır. Hendeğin etrafındaki yakınları ateşteki insana, tamamıyla yanıp kül oluncaya kadar belli tempo ile bağırıp bir şeyler söyleyerek ve dans ederek tezahüratta bulunurlar. Üçüncü günün sonunda din adamları ölen kişinin evine gelerek yakınlarına:"Evinizi hazırlayın! Babanız gelecek ve yapmanız gereken son talimatını verecek" derler. Bunlar yanlarında şehirden şahitlerde getirirler. Sonra müteveffanın suretinde bir şeytan gösterilir. Hanımı ve çocukları öte dünyadaki yiyeceklerin nasıl olduğunu sorunca o: "Dostlarımın yanına gittim. Ancak onlar aileme ve komşularıma olan vazifelerimi yerine getirmedikçe beni yanlarına kabul etmeyeceklerini söylediler" diyerek vasiyetini yapar ve mallarını çocukları arasında taksim ederek borçlarının ödenmesini ve alacaklarının tahsil edilmesini onlara emreder. Şahitler de onun bu vasiyetini yazarlar. Sonra bu kimse oradan ayrılır ve bir daha da görülmez. Rahiplerin yaptığı bu hile ve büyü yoluyla halk, hatalarını ikrar ve tasdik ile kendi rahipleri gibi din adamlarının bir benzerinin dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığını iddia ederler.  *** İbrig'ten Çin (Zin) topraklarına geçmek için kırk günlük birdeniz yolculuğu yapmak gerekir. Çin dünyanın en doğusunda yer almaktadır. Bazı kimseler Orion yıldızının hakim olduğu,şiddetli fırtınaların vuku bulduğu Nikpa (Ning-po?) denizinin orada olduğunu söylerler.220 Bazen kaptanlar gemilerine hakim olamadıkları için, şiddetli rüzgar gemiyi Nikpa denizine sürükler. Gemiler buradan hiçbir yere kımıldayamaz, mürettebat da yiyeceği tükenip ölünceye kadar orada kalırmış. Bu sebeple pek çok gemi kaybolmuş. Ancak son zamanlarda insanlar bu uğursuz yerden kendilerini kurtarabilecekleri bir yöntem bulmuşlar. Mürettebat kendilerine öküz derileri temin ederek Nikpa denizine sürükleyecek kötü fırtına çıktığında bu su geçirmez derileri hemen üstlerine geçiriyor, silahlarını da kuşanarak denize atlıyorlarmış. Griffin (Gryphon/Ejderha) adı verilen ·bir kuş onları gözetliyormuş. Denizciyi bir (deniz) hayvanı zanneden Griffın onu yakalayarak karaya çıkarıyor, yemek üzere bir mağaraya veya bir çukura hapsediyormuş. Ancak adam. elini çabuk tutup, kılıcını kuşa saplıyarak öldürüyormuş. Sonrada üzerindeki deriyi çıkartarak insanların yaşadığı yere geliyormuş. İşte bu yöntemle pek çok gemici kurtulmuş. *** Buradan yirmi günlük bir çöl yolculuğu ile Usvan'a(Assuan) gidilir. Burası Kuş (Cush) topraklarından akıp gelen Nil' in (Pişon{f ek. 2/1 1) kıyısında yer alan Sebe'dir.224Kuşoğullarından bazıları Sultanü'l-Habeş adı verilen bir krala tabidirler. Bunların arasında, Nil'in kıyı şeridindeki mezraların otlarını yiyen (hayvan gibi) insanlar yaşamaktadır. Bunlar nerdeyse çırılçıplak bir şekilde dolaşırlar. Normal bir insanın zekasına sahip değillerdir. Bunlar kızlarıyla veya bulabildikleri kimselerle ilişkiye girerler. Buranın iklimi çok sıcaktır. Usvan halkı bunların topraklarına bir akın düzenlediğinde, yanlarında ekmek, buğday, kuru üzüm ve incir getirir ve bunları peşlerinden koşan bu insanlara atarlar. Böylece onların çoğunu yakalayarak Mısır'a veya diğer şehirlere götürüp satarlar. BunlarHamoğulları olan siyahi kölelerdir  Kedar memleketinde bir kılavuz eşliğinde yolculuk yapabildiler; zira Kedaroğulları arasında şöyle bir uygulama vardı: Onlardan biri, bir iğne batırarak kanattığı parmağından çıkan kanı yol boyunca kendisine eşlik edeceği arkadaşından emmesini isterdi. Parmaklarındaki kanı karşılıklı emdikten sonra birbirlerini aynen ana-baba bir kardeş gibi kabul ederlerdi. Bu şekildeki bağlılığın bir başka tarzı daha vardı: İnsan kafatası şeklinde bakır renkli alçı bir kap suyla doldurulur. Yolculuk boyunca her ikisi de (yolcu-kılavuz) bu sudan içer ve birbirine asla sadakatsizlik göstermezlerdi. Kedaroğulları'nın kralları yoktur. Bunlar prens ve ileri gelen bazı kimseler tarafından idare edilirler. Petachia, Kedar topraklarını 16 günlük bir yolculuktan sonra geçmiştir. Kedar halkı çadırlarda yaşar. Halkın görme duyusu çok gelişmiştir; çünkü onlar tuz yemezler ve güzel kokulu bitkiler arasında yaşarlardı. Onlar aynı zamanda havada uçan bir kuşu anında yere indirecek kadar mahir okçulardır. Bir günlük uzaklıktaki cisimleri bile görür ve tanıyabilirler. Düzlük olan memleketlerinde hiç dağ yoktur.  *** Kedar' ın bir günlük uzağında Kedar ve Hazar topraklarını birbirinden ayıran bir körfez bulunmaktadır. Burada kadınların ölen ana babalarına gece gündüz ağıt yakmaları adettir. Bu ağıt oğul, kız veya ailenin diğer fertlerinden bir diğerinin ölümüne kadar devam eder. Geride kalan diğer kimseler de ölülerine ağıt yakarlar. Kızlarına da ağıt yakmayı öğreten bu kimseler geceleri de feryadı figan ederler. Onların bu ağıtlarına köpekler de ulumalarıyla eşlik eder. 
·
150 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.