Bazen bir taş sadece taş değildir, Haceru'l-Esved gibi. Bazen bir ev
sadece ev değildir, Beytullah gibi. Bazen bir ağaç sadece ağaç değildir,
Tûbâ ve Hannâne ağacı gibi. Bazen bir şehir sadece şehir değildir,
Mekke, Medine ve Kudüs gibi. Bazen bir kabir sadece kabir değildir,
Ravza-i Mutahhara gibi. Bazen bir kitap sadece kitap değildir, Kur'ân-ı
Mübîn gibi. Bazen bir insan sadece insan değildir, Efendimiz (s.a.v.)
gibi. Dahası İmâm-ı Azam âlimlerden sadece birisi, Cüneyd-i Bağdadi
de mürşidlerden/ululardan birisi değildir. Tıpkı Hz. Hamza'nın yiğitlerden (şehitlerden) bir yiğit, Zülfikar'ın da kılıçlardan bir kılıç olmadığı gibi. Görülüyor ki insanlar ikiye ayrılıyor: Bazıları herkes gibi
sıradan bir insanken; bazıları ise Mekke'nin, Ravza'nın, Kur'ân'ın,
Efendimizin ve Haceru'l-Esved'in özel oldukları gibi diğerlerinden
ayrılıyorlar. Onları herhangi birisi olmanın üzerine çıkartan ve özel yapan şey; fatura ödeme, her şeye hakkını verme, emek harcama, kulluğunu her şeyin önünde tutma, verileni Veren (c.c.)'in yolunda harcama özellikleri ve "Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz" diyebilmeleri...
...
Lafla (ilimsiz, ihlâssız, cehdsiz ve gayretsiz kimselerden olmaya devam ederek) kurtulmanın ve hakka-hukuka riayet etmenin mümkün olmadığını ve asla da mümkün olamayacağını teslim etmemiz gerekiyor. Allah (c.c.) bizlerden "emaneti ehline vermemizi" istiyor. Emaneti, emanetin ağırlığını ve önemini, dağlar kadar bile anlamadan bir yere ulaşabileceğimizi ve kulluğumuzun hakkını verebileceğimizi kim iddia edebilir?
Her şeye hakkını vermeden, "emanet"in ucundan tutarak, öğrenmeye
gayret etmeden, çok bilerek (!) ve çok konuşarak, ne kendimize ne de
insanlığa faydalı olma imkânımız vardır.