Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

608 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
10 günde okudu
Bollywood filmi gibi... Neler oluyor belli değil, haydi gelin biz dans edelim!!!
Jamaika kökenli İngiliz genç bir yazarın kaleminden rengarenk bir kolaj misali, birbirine benzemez onlarca karakterin, farklı köken ve kültürlerin, farklı değer yargılarının, kuşak çatışmalarının arasında geçen ilginç bir yeni-İngiliz romanı bu. Zamanda ileri-geri ilerleyen bu çok katmanlı hikaye ilgi çekici, yazarın genç yaşına kıyasla başarılı tekniği de etkileyici. Yine de, ilk 100 sayfadaki heyecan verici temposunu çabuk kaybeden ve popüler motiflere göndermeler uğruna gereksiz yere uzayarak kimi yerlerde tekrarlara düşen hikayesi, benim beklentimin altında kalıyor. Üstünde güneş batmayan imparatorluğun merkezi, aristokrasinin beşiği Londra’nın, asilzade seçkin sınıfını ürperten yeni, kozmopolit arka mahallelerinde geçen ve 50 yıllık bir zaman dilimi kapsayan bir hikaye bu. Zadie Smith birbirinden ilginç iki aileyi merkeze alıyor (İkbal ve Jones’lar) ve roman ilerledikçe bunların yanına bir de entellektüel aile ekleyiveriyor (Chalfen’ler). İkballer Bangladeş kökenli Samet, Alsana ve ikizleri Macit ve Millat’tan müteşekkil. Bir yandan inancına ve geleneklerine sahip çıkması gerektiğini düşünen, diğer yandan aslında ikisi de hiç umurunda olmayan Samet, batı ülkelerinde yaşayan doğulu göçmenlerin başarılı bir temsili. İç dünyasında yaşadığı ikilemleri ve pişmanlıkları ailesine uyguladığı baskı ile gizlemeye çalışan Samet, bu sebeple ikizlerinden birini kimselere söylemeden Bangladeş’teki akrabalarının yanına göndermekten çekinmiyor. Karısı Alsana bu adama katlanmak zorunda kalan akıllı, geleneklerine bağlı ve cesur bir kadın. İkizler ise karşılıklı uçlara savrularak romanın bel kemiğini oluşturacaklar. Jones ailesi, orta-alt sınıf bir İngiliz olan Archie, karısı Jamaika kökenli melez Clara ve romandaki tek aklı başında karakter olan kızları Irie’den müteşekkil. En büyük özelliği karar verememek olan tembel ve vasat Archie burnu havada İngilizlere atılmış bir tokat gibi romanın ortasına yerleştirilmiş; biz onun silik varlığını unutmuşken her sahnede bir köşeden çıkıveriyor. Clara, Yehova şahitlerinden, kıyametin gelişini umutla bekleyen esrarengiz bir annenin kafası karışık kızı. Romandaki ayaklara yere basar görünen tek karakter olan kızları İrie ise gençlik bunalımları ile boğuşuyor. Farklı kökenleri ile bir cümbüşü andıran bu iki ailenin yanına, sanki bunca karmaşa yetmemiş gibi, bir de modern zaman İngilizleri, Chalfen’leri sıkıştırıveriyor yazar. Fareler üzerinde yaptığı deneylerle kansere yol açan genleri tespit etmeye çalışan Marcus, geçmişin hippilerinden, özgürlükçü geçinen ama herkesi küçümseyip işlerine karışan karısı Joyce ve anne babalarının etkisinden kurtulmak amacıyla değişik çılgınlıklar yapan bir dolu çocuk. Marcus’un deneyleri basının dikkatini çekince, Tanrı’ya meydan okuduğunu iddia eden köktendincilerle farelere zarar verdiğini öne süren hayvanseverler de bu hikayenin bir taraflarından kafalarını çıkarıp duruyorlar. Burnu havada İngilizlerin ülkelerine doluşuvermiş birbirine benzemez göçmenlere karşı hissettiklerine ayna tutmak istiyor yazar. Kendi göçmen kimliğinden de hareketle bunu içeriden bir gözle, bir ölçüde samimi, ama oldukça da absürt bir şekilde yapmak istiyor. Bilim savunucuları ile dindarları, hayvanseverlerle bilim savunucularını, dogmatik müslümanlarla daha da dogmatik Yehova şahitlerini bir araya getiriveriyor. Üstünlük iddiasındaki İngilizlere inat, ikizlerden Bangladeş’te yetişenini burnu havada bir bilim adamı yaparken, Ingiltere’de büyüyenini uçtan uca savrulan bir sokak serserisi rolüne sokuyor. Ortaya çıkan manzara, manidar şekilde, Bollywood filmleri gibi: Ne olup bittiğini, neden böyle olduğunu, bu kadar saçmalığın nasıl bir araya gelebildiğini kendileri de anlayamayan bir dolu karakter mutlu sonlu bir final sahnesinde bir araya geliyor, ve sanki -belki de bu eziyetin bitmesi şerefine- el çırpıp dans ediyor! İlk 100 sayfası oldukça başarılı olup umut veren, ancak hiçbir popüler temayı es geçmemek uğruna bu başarısını ziyan eden bir roman bu. Benzerlerinden farklı olarak sadece göçmen olmaya değil, göçmenlerle yaşamanın getirdiklerine de güzel odaklanmış aslında. Gelenek, inanç, saygı, özgürlükler, şans, kader gibi sayısız motifle ve üstünlük iddiasındaki batı toplumuna mesajlarla bezenmiş. Ancak anlatıcı rolündeki yazarın karakterlerini derinleştirmek adına sürekli yeni hikayeler aktarması ve bir nevi mütemadiyen konuşması, hedeflenen karakter derinleşmesini sağlamadığı gibi bıkkınlık yaratıyor. Popüler roman ve hareketli atmosferleri sevenler için bu karmaşa keyifli olabilir. Ancak benim için yarısından sonra bir eziyete dönüyor. Romanın İngiltere’de çok satanlar listesinde uzun süre yer aldığını, hatta prestijli ödüller kazandığını söylemeliyim ama… Ne denir ki? Demek ki ben edebiyattan anlamıyorum. O yüzden yazdıklarımı dikkate almamanızı öneririm.
İnci Gibi Dişler
İnci Gibi DişlerZadie Smith · Everest Yayınları · 20125 okunma
·
157 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.