Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Günaydın. Yıllar geçse de büyüsek de hayallerimizin hepsine değil de birçoğuna kavuşsak da, daima bir şeyler noksan. Bir şeyler anlaşılmaz. Hiç bitmiyor insanın aradığı o "şey". "Mükemmel Günler"deki o diyalogu hatırlayın: "-Hâlâ anlam veremediğim pek çok şey var. -Hayat aşağı yukarı böyle bir şeydir." Ne tuhaf, sevgili okur. Anlam veremediğimiz hiçbir şeyin olmadığı, bütün cevapların verildiği bir hayatımız olsa, ne tuhaf olurdu! Var olun.
William Faulkner
William Faulkner
-
Çılgın Palmiyeler
Çılgın Palmiyeler
Çılgın Palmiyeler
Çılgın Palmiyeler
Çevirmen:
Necla Aytür
Necla Aytür
, Yap, s.76-78 Chicago’daki ikinci günlerinde Wilbourne sabah otelde uyanınca Charlotte’un giyinip gitmiş olduğunu gördü; şapkasını, yağmurluğunu, çantasını almış, koca koca harflerle, acemice yazılmış bir not bırakmıştı; yatık bir el yazısıyla yazılmış olan bu notun ilk bakışta bir erkek tarafından yazıldığını düşünür, ama biraz sonra son derece kadınsı bir yazı olduğunu anlardınız: Öğleye dönerim. C. Sonra, adının baş harfinin altına, Belki de daha geç, diye eklemişti. Öğlen olmadan döndü; Wilbourne yeniden uyumuştu; Charlotte yatağın kenarına oturmuş, saçlarından tutarak, onu uyandırmak için başını yastığın üstünde sağa sola sallıyor, yağmurluğunun önü açık, geriye ittiği şapkası başında, derin sarı bakışlarıyla ona bakıyordu; Harry şimdi kadınların erkeklerle ilişkilerini yürütmekte, onlarla birlikte yaşamakta, gösterdikleri o büyük beceriyi düşündü. Tutumlu ya da iyi ev kadını olmanın çok ötesinde bir şeydi bu; tüm kadın soyunun, her erkeğin karakter yapısına ve onunla birlikte yaşama koşullarına uyum sağlamak için kullandığı, akıldan değil de şaşmaz bir içgüdüden kaynaklanan bir beceriydi; kadınlar gerektiğinde Vermont’lu bir çiftçi eşinin o ünlü katı tutumluluğuna, gerektiğinde ise bir Brodway revü dansözü sevgilinin çılgın savurganlığına bürünebilirlerdi –onlar için, biriktirdikleri ya da saçıp savurdukları para hiç önemli değildi; satın aldıkları ya da alamadıkları incik boncuğun da pek önemi yoktu; mücevherlerin ya da şişkin banka hesaplarının varlığını da yokluğunu da bir satranç oyunundaki piyonlar gibi kullanırlardı onlar; oyunun ödülü kesinlikle parasal güven değil, içinde yaşadıkları toplumsal ortamda saygınlık kazanmaktı; bir gül fidanının altında kurdukları yuvanın bile bir kuralı, bir düzeni olsun isterlerdi; Harry düşündü: Erkeklerin tersine, kadınlara çekici gelen şey, yasadışı aşkın büyüsü ya da iki kişinin suçlanıp lanetlenerek toplumdan, Tanrı’dan sonsuza kadar kopmalarına, dönüşü olmayan bir yalnızlığa gömülmelerine yol açan ateşli bir tutku değildir; onlara çekici gelen, yasadışı aşkın güçlükleriyle başa çıkabileceklerini göstermektir, çünkü kadınlar yasadışı aşkı alıp ona saygınlık kazandırmak, Lothario gibi bir çapkını alıp, kendilerini ayartan buklelerini keserek, onu sıradan yemeklerle yetinen, banliyö treniyle işine gidip gelen saygın bir kimseye yakışır düzgün bir yaşama alıştırmak için karşı konulmaz bir istek duyarlar ve bunu yapabilecekleri konusunda (tıpkı bir pansiyonu başarıyla işletebilecekleri konusunda olduğu gibi) sarsılmaz bir inanç sahibidirler. Charlotte, “Buldum,” dedi. “Ne buldun?” “Tek odalı bir daire. Bir stüdyo. Benim de çalışabileceğim bir yer.” “Benim de, mi dedin?” Charlotte, Harry’nin başını farkında olmadan sertçe ve biraz da canını acıtarak yeniden sarstı; Harry gene düşünmeye başladı: Bu kadının hiç kimseyi, hiçbir şeyi sevmeyen bir yanı var; sonra zihninde derin, sessiz bir şimşek çaktı –beyaz bir ışıma oldu- içgüdü mü, akıl mı, bilmiyordu. Evet, yalnızlık çeken biri değil, yalnız bir kadın o; yalnız bir kadın. Babası ve tıpkı babasına benzeyen dört erkek kardeşi varmış, sonra da tıpkı o dört kardeşine benzeyen bir adamla evlenmiş ve belki de ömür boyu kendine ait bir odası bile olmamış; bu yüzden de ömür boyu hep yapayalnız yaşamış ama hiç pasta yememiş bir çocuk nasıl pasta nedir bilmezse, o da yalnız yaşadığını bile bilmiyor. “Evet, benim de. Bin iki yüz dolar sonsuza kadar yeter mi sanıyorsun? İnsan günahla iç içe yaşayıp gidebilir, ama günah karın doyurmaz ki.” “Biliyorum. O akşam telefonda sana bin iki yüz dolarım olduğunu söylemeden önce bunu ben de düşündüm. Ama şimdi balayımızdayız; sonradan-” Charlotte, “Ben de biliyorum,” dedi. Harry’nin saçına gene yapıştı, gene canını acıtıyordu, ama Harry şimdi onun bunu bilerek yaptığının farkındaydı. Charlotte, “Dinle bak. Hep balayı olarak kalmalı, sürekli,” dedi. “Sonsuza kadar – ikimizden biri ölene kadar. Başka türlüsü olamaz. Ya cennet ya cehennem: Bu ikisi arasında doğru yol, erdem, utanç ya da pişmanlık gelip yakamıza yapışıncaya kadar rahat, huzur ve güven içinde bekleyebileceğimiz bir Araf yok ikimizi için.” “Demek sen bana değil, aşka inanıyor, güveniyorsun.” Charlotte ona baktı. “Yalnız ben değil, herhangi bir erkek olabilir demek.” “Evet, aşka. İki insan arasındaki aşk ölür, derler. Bu doğru değil. Aşk ölmez. Eğer ona layık değilsen, seni bırakır gider. O ölmez; ölen sen olursun. Aşk deniz gibidir: Sen işe yaramaz biriysen, sularda kötü bir koku çıkarmaya başlarsan, o zaman deniz, dışarıda bir yerde ölmen için kusar atar seni. İnsan nasıl olsa ölecek; ama ben, kusulup cansız bir kumsala fırlatılarak güneş altında kuruyan, mezar taşında İşte Bu Kadar yazılı adsız, ufak, pis bir leke olmaktansa, denizde boğulmayı yeğlerim. Hadi kalk. Adama bugün taşınırız, dedim.” Bir saat içinde valizlerini toplayıp taksiyle otelden ayrıldılar; üç kat merdiven çıktılar. Charlotte anahtarı bile almıştı; kapıyı açtı, Harry’nin girmesi için kenara çekildi; Harry onun odaya değil de kendisine baktığını biliyordu. Charlotte, “Nasıl? Beğendin mi?” diye sordu. Burası, içinde mutfak ve banyo bölmeleri bulunan, boyu eninden uzun büyük bir odaydı; kuzeye bakan duvarında, belki artık hayatta olmayan ya da iflas etmiş bir fotoğrafçının, belki de daha önceki bir heykeltıraş ya da ressam kiracının elinden çıkmış bir tavan penceresi vardı. Harry, ev tutarken kadınların genellikle evden çok banyoya baktıklarını düşünerek kendi kendine sessizce, Burayı şu tavan penceresi için tutmuş, dedi. Yatacak ve yemek pişirecek bir yerler olmasa da olurdu. Bize değil, aşka bir barınak seçmiştir; sırf bir adamdan ötekine kaçmadı o; amacı, büst yapmakta kullandığı çamuru bir başka çamur parçasıyla değiştirmek değildi. - Harry birkaç adım attı, sonra düşündü: Ben belki de Charlotte’u kucaklamıyor, sarılıp yapışıyorum ona, çünkü yüzme bilmediğimi itiraf etmeyen bir yanım var benim - ya da yüzebileceğime inanamayan bir yanım. “Beğendim,” dedi. “Güzel bir yer. Artık hiçbir şey sırtımızı yere getiremez.”
··
1 artı 1'leme
·
309 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.