(Not: Okuyacağınız inceleme dini unsurlar içermektedir, zaten haddizatında kitap da dini bir kitaptır. Rahatsız olabilecek sevgili kitap dostlarına duyurulur…)
Metin Karabaşoğlu… Saçma gelebilir belki ama eşim bana izdivaç teklifi ettiğinde yıllar önce, kendisini tanımak adına kriterimdi Metin Karabaşoğlu. Giitiğim söyleşilerinden birine onu da davet ettim ki, fikirlerini severse, aynı heyecanla ‘’İşte bu’’ diyebilirse, olabilir belki bu iş diye. İşte o kadar değer verirdim ben kendisine…
Bana risalelere ciddiyetle bakmam gerektiğini düşündüren ıki isimden birisidir Metin Karabaşoğlu, tanıdığım ilk yürüyen risalelerdendir kendisi. Seviyorum her ne kadar kırgın olsam da; ki insan değer verdiğine kırılırmış ya, siz hiçbir yazara kırıldınız mı bilemem de..
Hani risalelerde geçer ya, kendisinin de en çok yazdığıdır kitaplarında; ’’ O gemideki dokuz iyi insan varken, bir kötü insan uğruna o gemi batırılmaz’’ diye.
Ruhunu, beynini, kalemini, ciddiyetini, yazılarından kalbe inen merhametini ve her konuştuğunda görülen yüzündeki o tebessümünü seviyorum ben yazarın. Ama kırgınım işte, ortadaki kocaman fitne ateşine, kendince odun taşıdığı için vaktinde…
Ben kendisini; O’nu anlatırken, O’nun güzelliklerini anlatabilmek için hizmet ederken yazdığı kalemiyle tanıdım, öyle sevdim. Siyasi gazetelerin köşelerinde tarafgirlik hastalığının lekesiyle, başkalarının günahının ya da kusuratının gıybetini edip; hıssiyatını, vaktini, düsturlarını, okurlarının hüsnüzannını israf ederken değil… İşte o yüzden belki de, zihnimdeki ‘ Metin Karabaşoğlu’ gemisini merhametsizce batırdım sanki. Gerçi diyor nefsim, binlerce masum geminin batırılışını sessizce izleyen gemideydi kendisi de…
Simasının tersine yazılarında önce ciddiyet ve biraz heybet hissederim tavizsiz cümlelerinde, devam eden paragraflarda da merhamet. İçi su dolu kaktüslere benzetirim yazılarını ben, o yüzden de dururlar öylece kütüphanemde kitapları. Ve hala ‘’İşte Bu’’ diye haykırırım içimden, her kitap bitiminde ‘’ Evet buydu, İşte tam da dilimdeki… diyeceklerimdi… beynimdekilerdi… ‘’ derim hala…
Kitaba gelirsek; '' Sizin yıldızınız kim?? '' diye soruyor okurlarına ve alıyor eline teleskobunu yazar..
‘’Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz ‘’ diyor ya Mübarek Hadislerinde Efendimiz (sav)
Asr-ı Saadetin yerdeki yıldızlarını, sahabelerini; aradan geçen zamanın uzaklığına, yıllarca yaptığı okumaları ve araştırmalarını manevi bir teleskop yaparak işaret ediyor bize. Ne kadar uzak kalmışım ben, ne de güzel yıldızlar varmış, öylesine farklı.. Hassasiyetleriyle, sadakatleriyle, fedakarlıklarıyla… Beşeri Eksikleriyle, zaaflerıyla, imtihanlarıyla… Hepsinden de öte Allah’ın Habibine sevgileri ile…
Son olarak; Kendi cümlesiyle…
"İslam garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garib hale dönecektir. Ne mutlu o gariblere!" buyurmuştu kudsi nebi.
Ama garipler mutsuz...Garipliğe hazır olması gerekenler, dikensiz gül bahçesi derdinde....
Saadet Asrını Lale Devri sanıyor kimileri. Asr-ı Saadet'i saadetli kılan sırrı unutalı çok zaman oldu...
Ne mutlu garipliğe razı olanlara... Ne mutlu gariblere...’’
Gemileri batırmadan, hakkaniyetle, bereketli okumalar… meftun seyirler efendim…