Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Nazan Bekiroğlu’nun çok naif bir dili var. Hangi kitabını okusam elimde kırılgan bir şeyler tutuyormuş gibi hissederim. Bu kitap da öyle; uzak ama yakın, geçmiş ama şimdi, hayal ama gerçek… Altı başlık vardı kitapta. İlk başlık Be idi. Elif’in Be’ye kavuşamamasıydı; yarım kalmış bir aşktı. "Aşk Elif’in Be’yi bildiği kadardı." Bir girizgahtı çöller ülkesine. Diğer üç hikayenin de ikisi hikayeydi gözümde, üçüncüsü bilmeceydi fakat üçüncünün içinde de bir hikaye vardı nihayetinde. --Kül Rengi Küçük Kuş ile Beyaz Mermer Şehir… ‘Göçmen olmadığı halde göçen bir kuş’un hikayesiydi bu. Bu hikayede gidişi sordum kendi kendime. Her gidişin aynı olup olmadığını… Ve yolları düşündüm… Kül Rengi Küçük Kuşu, Beyaz Mermer Şehre götüren yolları… Belki de yol bizim gittiğimiz değildi de bizi götürendi. Ve her yolun sonunda bir bekleyen vardı. Küçük kuşu bekleyen de yitik bir şehirdi. Lisan nedir diye sordum sonra kendime, Beyaz Mermer Şehrin içini döküşünü görünce. Ne demekti bir lisan öğrenmek? Mesafeleri kaldırmak mı? Anlamak mı? Dinlemek mi? Anlatabilmek mi? Burada hikayenin zamanından çıktım da kendi küçük odama, kendi küçük dünyama döndüm. Bizim uzak mesafelerimizi, bizim anlamayış ve anlatamayışlarımızı; dinlemeyiş ve dinletemeyişlerimizi düşündüm. Oysa sözde lisanımız bir değil miydi? Lisan dediğimiz neydi? Ne eksikti? İçime bir sıkıntı oturunca geri döndüm hikayenin zamanına. Yaralar diyordu hikaye: “Ve bazı yaraların tamiri ne kadar özenli yapılmış olsa da kan, dışarıya mutlaka sızardı. Yarayı ne taşıyanın ne onaranın ihmalkarlığı söz konusu olabilirdi bunda. Yaranın doğasıyla ilgiliydi sadece bütün bu olanlar.” Sadık Hidayet gelmişti bu satırlarda aklıma. O da “Yaralar vardır hayatta,” diyordu Kör Baykuş'ta daha en başında “ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.” “Yaranın doğası” dedim sonra kendi kendime, ondan oluyor hep bunlar. Peki ya… Yara neden oluyor? Neyden oluyor? Kim ve ne yaralıyor da yaralar böyle acıtıyor? Cevabından korktuğum sorularımla bitiyor ilk hikaye… --Mavi Gül Dalı Bu hikayede çok soru sormadım kendime. Üçüncü hikayenin ipucuymuş meğer sonradan anladım. Bir değişimdi Mavi Gül Dalı ve değişimin değişimiydi. Kalpteki duygularla akıllardaki planlar arasında bir keşmekeşti. Planlananlarla olanlar arasındaki hayatın gerçekliğiydi. …. Anlayacağınız buraya kadar her şey bir masalın gerçekliğiydi; bir masalın içine gizlenen gerçekti. Buğulu bir çöl ülkesi vardı Güney’de, hükümdarlar vardı babadan oğula. Bir mavi nehir vardı yakından uzağa. Fikirler vardı zamandan zamana. Duygular vardı bugünden yarına… Fakat üçüncü hikayede bir şey fark ettim. Hepiniz biliyorsunuzdur belki ama ben geç fark ettim. Bu fark etmenin şevkiyle paylaşmak istedim; --Cam Irmağı Taş Gemi Hani dedim ya bir masaldı diye. Masalın buğusu vardı gerçeklikte. Fakat üçüncü hikayeyle buğu silinmeye başladı. Hükümdarlar için yapılan kabir odalarını okudukça piramitler canlandı gözümde. Güney’in çöl ülkesinin mavi ırmağı Nil oldu birden bire. “Kusurlarımı gizleme, görünür kıl” diyordu hükümdar. “Değiştirmekten mükemmelleştirmekten vazgeç. Tanrı kılma beni, bir insan olarak resmet.” Ve okudukça geçen yılki Uygarlık Tarihi sınıfında buldum kendimi ansızın; Bir Firavun vardı tek tanrılığı getiren, tüm düzeni değiştiren, sanata doğallığı ve gerçekçiliği getiren. Araştırınca baktım ki o gerçekten: Akhenaton. Amonhotep; doğum ismi. Anlamı “Amon hoşnuttur.” Fakat sonra değiştirmiş ismini; Akhenaton, anlamı “Aten’in hizmetkarı”. Değiştirdiği başkent, Kuzey Ülkesi’nin güzel prensesinin (Nefertiti (güzelden gelen)) heykeli ve heykelin yetenekli yontucusu Tutmose… Kısa süren bir değişim; Amarna Dönemi… Ardından oğlu Tutankhamon’nun gelişi ve değişimin değişimi… (Hükümdarın sol kaşındaki yara izini bile aradım heykellerde. Bir tanesini benzettim de emin olamadım pek.) Dedim ya üçüncü hikaye bilmeceydi ama içinde bir hikayeydi yine diye… İşte ben sorularıma devam ettim yine. Sanatçının ikilemini sordum bu defa. Sanatçıyı kalıplarla güçsüzleştirmeye çalışan da, sanatçı kalıbından çıktığında bunun gücünü elinde tutmaya çalışan da hükümdardı. Peki ya toplum kalıbından çıkamayan sanatçıya ne olurdu? Böyle bir sanatçının elinde sanata ne olurdu? Bir –çı ekinin yüklediği sorumluluğu bilmeden sanatçı olunur muydu? Sanat-çı olmanın meşruiyeti neydi? Her soruyla hikayeyle aramdaki zaman çizgisi silikleşti… Eski Mısır ya da 21. Yüzyıl, masal ya da gerçek, uzak ya da yakın… Bazı sorular değişmiyor galiba. Cevapların değişimi sizin/bizim takdirimizde (mi?) Son iki başlığa gelirken yavaştan bitiriyorum bu yazıyı. Kuş, şehir, gül ve yontucunun hikayesi farklı olsa da aynı. Nihade’nin beşinci defteri ise etkileyici olmakla birlikte tamamen farklı. Güney’de masalsı bir çöl ülkesi değil de ismi cismi belli bir İstanbul var. Son başlık ise yazarın içini döküşü gibi; bir arayış gibi… Fakat tüm hikayelerde fark ettiğim bir nokta ‘taşımaktı’. Sorumluluk taşımak, sevgiyi taşımak, aşkı taşımak, aşkın yükünü ve aşkı saklamanın yükünü taşımak. Kimi zaman taşıdığından yorulmak…Kimi zaman ‘taşıyamadığından kaçmak’… Hayat sanki taşıyamadıklarımızdan ibaretmiş gibi… Velhasıl kelam, Cam Irmağı Taş Gemi güzel bir yolculuktu benim için. Masalla gerçeğin, soru ve cevabın ve zamanın güzel bir macerasıydı. Umarım siz de beğenirsiniz. (Not: Kitabın Mısırla bağlantısını araştırırken Nazan Bekiroğlu’nun bu kitapla ilgili bir söyleşisini buldum. Kitabı bütünleyen bir söyleşi olmuş. Kitabı okuduktan sonra okumanızı tavsiye ederim.)
Cam Irmağı Taş Gemi
Cam Irmağı Taş GemiNazan Bekiroğlu · Timaş Yayınları · 20211,438 okunma
··
175 görüntüleme
eda emin karataş okurunun profil resmi
Allah'ım Nazan Hoca'nın o veya bu kaderle teğet geçtiği hatta belki çakışıp geçtiği her ruhun nasıl oluyor da ondan yayılan bu kokuya sarıp sarmamalanması mümkün olmuyor.Bir kelam var bizi yakıp geçen bir de kelamdaşlık sanırım.Bir masal bir kurgu okuyoruz sanıyoruz ama sonunda sandığımızı okuyoruz.Size de sanırım ya nar yada filbahri ağacının altında bir şeyler fısıldanmış ki bunlar buralara kadar gelmiş.Elinize sağlık..:)
İclâl okurunun profil resmi
Ne kadar güzel söylemişsiniz. Çok çok teşekkür ederim. Gerçekten içimizde bir yerlere işleyen bir kalemi var Nazan Bekiroğlu'nun. Sanırım bu onun kalemle olan samimi dürüst bağı ve ona olan derin saygısından kaynaklanıyor. Ve ister istemez etki ediyor okura da... İçimdekini anlatabildiysem ne mutlu bana... Güzel yorumunuz için tekrar çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum :)))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.