Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Nobel Edebiyat Ödülü, 2017 de İngiliz yazar Kazuo Ishiguro’ya verildi. Ödülün, Ishiguro’ya verilme gerekçesi olarak romanlarındaki büyük duygusal güç ile dünyayla kurduğumuz hayali bağ duygusunun altındaki uçurumları görünür kılması, olarak gösterildi. Ishiguro’nun Günden Kalanlar, Avunamayanlar, Değişen Dünyada Bir Sanatçı, Öksüzlüğümüz, Beni Asla Bırakma, Noktürnler ve Gömülü Dev isimli kitapları Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimizde yayımlanmıştı. Ayrıca yazarın Beni Asla Bırakma isimli romanı Time’ın İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine girmiş, 2010 yılında yönetmen Mark Romanek tarafından aynı adla sinemaya aktarılmıştı.
Ishiguro'yu ilk kez okudum. Alışık olduğumuz anlatımdan farklı bir anlatıma sahip. Kitabın konusu, İngiliz piyanistin küçük bir Avrupa kentine, gelmesiyle başlıyor. Ryder adlı bu ünlü piyanisti kent sakinleri büyük bir coşkuyla karşılıyor. Ryder bir süre sonra kentin maküs talihini yenmekten, bavul taşıyıcılarının sorunlarına sahip çıkmaya kadar türlü şeylerle uğraşmaya başlar. Romanın daha ilk sayfalarında bir şeylerin tuhaf gittiğini farkediyorsunuz. Ryder, bir türlü yapmak istediklerini yapamamakta, her yere geç kalmakta ama tuhaf istekler ve gelişmeler karşısında tuhaf bir edilgenlikle sürüklenmektedir. Yanına oturduğu gazetecilerin, o yokmuş gibi hakkında konuşmaları, onuruna verilen ziyafete sabahlık ve terliklerle katılması ama kimsenin bunu yadırgamaması ve uzun uzun yol gidip vardığı yeni mekanların sonradan başka, bildik mekanlara dönüşmesi... İşte bütün bunlar romana bir ‘tuhaf rüya’ atmosferi katıyor.
Ishiguro, bütün hikayeyi bir rüya gibi anlatıyor.