Zarifçe söylemlerin zemini, kelimelerin adeta bir gizli dizilimin öğeleriymiş gibi, büyük bir birikmenin haklı kudretiyle şiirde ki hükümranlığını ilân ediyor...
Belki de şair olmanın ilk şartı, kendi lisanını, hezeyan ve coşku atfosferini ziyana uğratmadan taşıyabilmek...
Zarifoğlunun şiirine, yalnız başka bir şiirini emsâl gösterebilirsiniz... O'nu yalnız O'nun cümleleriyle anlayabilirsiniz...Hassasiyetle kurduğu ûslup divanında, benzeşimler bilinmeyen diyarlardan, himmet kezbeder.
Satırların içlerinde, ulema meclisleri kurulur, keramet kâtipleri yükselen alınlara tevazunun kıssasını nakşeder...
BERDÜCESÎ 'de ağrıyan bir gülüş, bir kadının kanıksanmış yaralarından yeni bir ah duyulsun diye,
"gözlerinde ‘harikulade’ yaş bulutları" diyerek çocukluğunun elma kokulu saçlarından öper şefkatle...
ORASI NERESİ
BURASI BÎR ADAM'ı yüzlerce kez okumuş olmama rağmen nedir bu bende bıraktığı futuhat... İçim surlarını terkediyor, boynuna asıp kanadını...
Durmadan konuşan, kâh bir çocuk sabırsızlığıyla yüzünü buruşturan, kâh bir bilge vakarıyla sizi sizsiz anlayan... Gittiğiniz bütün kıyılara ayak izini mahmuzlayan, uzayan sonsuzleyin uzayan, özünüzü kamaştıran, fecir ulağı mısralar ...
SEVMEK DE YORULUR... Başedilmez bir muhasebe... İnsan kendine biçtiği bozgundan bunca durularak çıkar mı? Ölerek arınmanın libası, eski bir şiirdir bu... Yazıdan bile eski...
"Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sıgaramdın
Gidişin antinikotin"
HESAPLANMADAN ÖLÜ'de yaz sıcağında göğsünüze saplanan bir başak tanesi tütsüler sizi... Çocukluk evhamını yüklenen bütün sonraların kimliksiz koşturduğu bir göç mevsimi başlar... Vakitsiz, buğulu bir ufka nazır...
SALVO kesret kuyusundan tırmanışıdır şairin, çığlıksız ama sessiz bakışlarıyla eritir karanlığı... Hiç olmadığı kadar bizdendir yalvarışları, hiç olmadığı kadar semavi...
"Allahı yalnız kuşanan" dizesiyle istifler secde izlerini...
Zarifoğlu, kanayan bir şairdir, her merdiven altından, her kirli avuçtan, her bıkkın telaştan, her incinmiş nakıştan yaralar açılır gövdesine, oradan pıhtı atar kan göğsüne... Her dizede bilenir ağrı...
Kitaba adını veren, İŞARET
ÇOCUKLARI şiiri, esasen bir öykünün ince hatlarla resmedilişidir. Ve yazarın en açık sözlü neşidesidir. "Ellerimden kayan aydınlık günlerim." diye noktalanır dizeler, bir soluklanmadır, çocukluğun patikasında...
'Kan' 'Kadın' 'Ölüm' ve 'Çocuk' Zarifoğlu'nun şiirinde birer miheng taşıdır. Yüzlerce kalıba döker, sayısız dokur, işler, eprimeden büyütür, can verir... Öte yandan bizi asıl şaşırtan, onun dahiyâne söylemleridir. Bir kelimeden yüzlerce perde indirir ve yeniden içine kapanır öykü. Aramak zuhur eder fikrinizde, şiirin diplerini kazımak iştiyakı belirir...
"Babam canımı çökertiyor
Hep aynı tarlanın önünde
Aynı topraktan kalkıp
Türbesini yontuyor içime..."
....
AĞARTI... Bir sayıklama senfonisi... Evlerin sıvası akmış cıvıltılarını, cılız fanuslarla örgütleyen... Sığınan...
"Ve benim damarlarımda itişen uykulara..."
AÇLIK TÜRKÜSÜ' nde delişmen bir öfkeyle durdurur kendini,kapılmanın vehmi, içinde ki hırçın taya hükmederken, ölümün tiz yankısı duyulur körpe tepelerden...
ŞAN'da buğulanan anne yüreğinde, nemli bir toprak gibi acının filizlendiği ve sükunetle boy verdiği, emek...
Ve içli bir nefes alırsınız şiirden...
Zarifçe...
Derin okumalar efendim...