Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

98 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Fransız düşünür Budriya’ rın çağdaş-modern-postmodern ( bunlar çok iç içe kavramlar ) sanat tarzına ilişkin eleştirilerini dile getirdiği makalesinin ve daha sonra onunla bu konuda yapılmış söyleşilerin bulunduğu bu eser dolaşımda çok az var, ama malum mecralarda pdf formatında bulunuyor. Neden basılmadığını anlamıyorum aslında, bu makale ve sonrasındaki tartışmalar- ki bu tartışmalar hala devam ediyor- bir dönem düşünce dünyasının çok ilgisini çekti. Çağdaş sanatın çok tuttuğu bir ismin çağdaş sanatı böyle sırtından vurması sansasyonel bir olaydı, doğal olarak düşünür topa tutuldu. Ama açıkçası ben dahil çoğu insanın içinden geçenleri çok usturuplu bir biçimde açıklayıp, çok cazip bir eleştiri getirdi modern sanata. Bu konuya yazı içinde tekrar dönmek üzere ünlü teorisyenden bize kalanlar üstüne serbest takılacağım biraz. Budriya çok eski bir ontolojik meseleyi günümüz Avrupa ve Amerika toplumlarına uyarlayıp gerçeklikle ilgili yeni sayılabilecek bazı tespitlerde bulunan ve düşünce dünyasına Simülasyon, Simülakr, Trans- , Hiper- gibi kavramlar kazandıran geçtiğimiz yüzyılın en çok ses getiren düşünürlerinden biri. Düşünceleri daha ziyade yorumbilim ekseninde olduğu için akademik camiada çok karşılık bulamadı. Ancak getirdiği kavramlar popülist ve kullanışlı olduğu için zamanla çok bilinen bir düşünür halini aldı. Hayatının son demlerinde popstarlar gibi Avrupa ve Dünya turnelerine çıkan Budriya fikirlerini paraya dönüştürme konusunda da başarılı oldu. Ancak ‘Modern’ yaftası 1930larda nasıl ki bizim düşkün Osmanlı halefi genç cumhuriyetimizde eğreti durduysa, bu kavramlar da gelişkin(!) medeniyetler dışında karşılığı olan kavramlar olamadı. Bunun sebebi bizim(az gelişmiş ülkelerin) batıyla ‘eşzamanlılığımızın’ bir daha telafi edilemeyecek ölçüde bozulmaya uğraması. Bir dönem batının yüzyıllardan beri geliştirip damıttığı kavramları olduğu gibi kültürümüze katmaya çalıştığımız için Sosyalizm gömleği bize bol geldi, Feminizm yakışmadı, Laiklik ise kabullendirilemedi. Çünkü bu ve benzeri kavramların üstüne oturacağı bir bağlam, gelenek hiçbir zaman gelişmedi bu ülkede. Bizde bu temel kavramlar henüz oturmamışken, bu kavramların ve ideallerin öldüğünü, tüketildiğini; artık bunların çeşitli dereceden simülasyonlarının işbaşında olduğunu bildiren düşüncelerin bize bir şeyler ifade etmesi çok zor. Bir örnekle kavramlarını ve bizde neden karşılık bulamadığını anlamaya çalışalım. Bir gezgin düşünün. Türkiye’ de beyaztürk denilen kesimden, iyi eğitimli, batı ahlakıyla büyümüş, gelecek kaygısı olmadığı için bizim gibi toplumlarda lüks sayılabilecek bir işle meşgul olsun. Avustralyadaki kuşları fotoğraflıyor. Genelde de medeniyetin az sirayet ettiği bölgelere, insanlara ulaşıyor, onlarla iletişim kuruyor. Orada medeniyetin hiç ulaşmadığı bir kabile ilgisini çekiyor. Kültürlerini inceliyor. Es parantez zaten Heisenberg’e göre bu bile başlı başına o kabilenin artık değişmesine sebep olur. Sonra gezginimiz bunu birilerine anlatma ihtiyacı duyup, ülkesinde bir dizi konferansla gördüklerini yaşadıklarını anlatıyor. Heyecanlı, kabileden aldığı kıyafetleri üniforma belleyip üstünden çıkarmadan. Coğrafi keşiflerde batılıların yaptığının şiddet içermeyen, daha romantik hali. Konferansa katılanların çoğu yeniliklere açık, meraklı tipler, ki bu tipler Türkiye evreninde ufak bir kümeyi temsil eder. Ben de konferansa sırf merakımdan giden biriyim. Coğrafya bilmem, kabile anlamam. Meselem öğrenmek. Sonra konferanstan etkilenip kendi çevremde yayıyorum bunu, ufak çaplı grubumuzla kabilenin öğretilerini tartışıyor, hayatımıza adapte ediyoruz; onlar gibi giyinip onlar gibi yaşıyoruz... Bodriyar bu noktada soruyor hemen: Artık bahsi geçen kabilenin varlığından, gerçekliğinden söz edebilir miyiz? Ona göre cevap koca bir hayırdır. Çünkü o kabilenin olduğu gibi kalabilmesi için bizim temelde bundan haberdar olmamamız gerekirdi. Hadi diyelim haberdar olduk, benzerinin alakasız bir yerde alakasız insanlarca yapılması bir cinayetten başka bir şey değildir. Kusursuz bir cinayet. Bu ‘benzerlik’ ise zararsız bir taklitten öte bir simülasyondur. Gerçeğinin yerini almak için fırsat kollayan, tehlikeli bir katil. Örneğe devam edelim. Bizim grup çok tutuyor, tarzımızdan etkilenen birkaç topluluk bizi örnek alıp yaşamaya karar veriyor ve birkaç nesil böyle yaşıyorlar. Toplumun yeni bireyleri artık bu kabile tarzı yaşamın içinde büyüyeceği için başka bir yaşam onlar için anlamsız, imkansız. Onlar bu simülasyon düzeninin içinde büyüyorlar. Bu yapı artık kendinin gerçeklik olarak algılanmasını dayatır bir düzen oluşturup simülakr halini alıyor. İşler bu noktadan sonra oldukça karışmaya başlar. Toplumda bir anlam katliamı yaşanmaktadır. Kabile ölür, eski düzen ölür, yerine gelen bir düzen değildir ve onu yok etmek imkansızdır, onunla bir hayat üretmeye çalışmak bizi aşkın durumlara, aşkın gerçekliklere iter. Bu yeni düzene karşı olan da, yandaş olan da tüketilmekten kurtulamaz, her şeyi yok etme gücüne sahiptir. Çünkü onun üstünden yapıyla oynayıp çok katmanlı kavramlar oluşturulmuştur. Hiper-gerçeklikler, trans-ideolojiler. Toplum fikri de bu yok oluştan nasibini alır, artık toplum olmayan bir kitle vardır. Bu kitle bütün kavramları tüketen, aşırı özümseyip yok eden, bütün ideolojileri çiğneyip tüküren bir kitledir… Tarihsel determinizmle anlattığım bu öykü kavramlarla birebir uyuşmasa da en azından belli kavramların neye işaret ettiğini anlatıyor. Bu kavramları ortaya atan Budriya doğal olarak popüler felsefede çok büyük bir yankı uyandırır. İnsanlar uzunca bir süredir olup bitenleri bir yere bağlama telaşındaydılar. Doğru nedir, gerçek var mıdır gibi sorularla boğuşan ve iki paylaşım savaşının ardından anlam arayışına giren toplumlara Fuko gibi o da ters-köşe cevap verir. Fuko söylemin öldüğünü bildirirken, Budriya bu ölümün sebeplerini açıklamaya girişir. Budriya bu çıkışlarıyla sanat dünyasının da ilgisini çeker, resim, fotoğraf, sinema gibi alanlardaki düşünceleri çok önemsenir. Simülasyon sanat içinde kullanışlı bir kuramdır ve bolca kullanılır. Ancak sanat da bu katliamdan nasibini alacaktır, hatta en beklemediği bir anda bel bağladığı düşünürlerden birinden. Bir gün Sanat Dünyasının Kurduğu Komplo adında bir makaleyle modern-postmodern(!) sanatı topa tutar Budriya. Çağdaş sanat zaten anlamsızı anlamsızmış gibi gösteren bir yanılsama üstünden yürüyor, der, estetik yargıların artık temellendirilemediğini ve bunu koz olarak kullanıp kendini var ediyor, der, Warhol orjinaldi ama onun izinden gidenler taklit edilemezin peşinden gidip beş para etmeyen işler yapmaktalar, der… Bu makale hem tepki çeker hem de üstüne amansız tartışmalar döner, Budriya fikrinden vazgeçmez ve çeşitli konuşmalarda bu görüşü daha da provakatif bir hale getirir. Tekrar söylemekte fayda var, bu kavramlar bizim gibi doğunun geçmişine ve batının perspektifine-kaygılarına sahip arada kalmış toplumlarda çok anlamlı durmuyor. Bizim gerçekliğin ne olduğunu sorgulayan bir geleneğimiz yok ki onun geçirdiği değişimleri kavrayabilelim! İdealist felsefenin bağnazca savunulduğu Osmanlı düşün hayatından ( Beşir Fuat benzeri bir kaç pozitivisti ve materyalisti saymazsak) hiç geçiş süreci yaşamadan bireyci ve materyalist batı felsefesi ürünü olan kavramları, yasaları olduğu gibi kabullendik. Değişim sancılarının yaşanmadığı bu ani-bağlamsız geçiş doğal olarak boş bir gebeliğe dönüştü ve elimizde şekilsiz bir ceninden başka bir şey kalmadı. Toplumumuzda bir türlü dengelenemeyen-huzura eremeyen siyasi ortam da o yılların meyvesidir. Budriya gibi düşünürlerin örnek gösterdiği olaylar toplumumuzda henüz benzerlerini gördüğümüz türden. Örneği geriden yaşıyor ancak sonuçlarını tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Kültürel öğelerin değişimi iletişimin olanaklarından yavaş olduğu için batı ile aramızdaki zamansal farklılık bir kez daha baş gösteriyor ve işler artık içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bizim gibi toplumlardaki yüzeysellik, özentilik bir adım öteye gidiyor ve biz bu hissiyatı iliklerimize kadar hisseden yoz-kopuk bir toplum olarak boşlukta debelenip duruyoruz. Pek de ‘iyi’ olmayan okumalar!
Sanat Komplosu
Sanat KomplosuJean Baudrillard · İletişim Yayınevi · 2010124 okunma
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.