Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

229 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Şafak
Şafak, karanlığın aydınlığa  hem en yakın olduğu hem de aydınlıktan sıyrıldığı en koyu vakti. Suçun suçsuzlarda arandığı, ast-üst ilişkisi içinde emirlere uyup vicdanın bir tarafa saklandığı, düzenin kanundan bağımsız işlediği bir dönem. 12 Mart yıllarını gören bir yazarın kaleminden çıkmış kurguyla karışık gerçekleri. Yoksa kurgudan soyunmuş gerçekleri mi demeliyim?   Kronolojik olarak bir günden bile daha kısa,  akşamdan sabahı anlatan bir roman, kısacık bir gün. Bir günde neler yaşanmıyor ki, kısacık bir ömre neler sığmıyor?  Genç yaşta 40 yaşlarında kanserden ölen yazar, o dönemlerde cezaevine de girmiş. Kaleminin gerçekliği burdan. Adana'da  yaygılarla döşeli toprak bir ev, sevinçle hazırlanmış yer sofrası, ortalıkta koşuşturan çocuklar,  Çukurova'dan daha sıcak insanları ve bir tekme ile açılan tahta kapı... Bir zamanlar huzura açılan bu kapı, 12 Mart gibi bir tekmeyle savrularak huzursuzluğa açılır birden. Her şey yarım kalıverir; cümleler, aileler, hayaller ve insanlar. Yarısı boşlukta ne yapacağını şaşırmış,  yarısı yükümlülükleri altında ezilerek ruhları düğüm düğüm olmuş. Hiç tamamlanamıyor insanoğlu hep biraz eksik...  Geri dönüşlerle, iç monologlarla, bilinç akışı ile yeri geldikçe tanıtılır karakterler.  Hiçbir eylemde bulunmayan sadece düşüncede kalan fikirleri yüzünden  Oya da Mustafa da Hüseyin de suçlanırlar.  Sıcak-soğuk, iyi-kötü oyunu ile çözülmekten, suçlu psikolojisi ile savunmaya geçmekten korkarlar, direnirler. Korku yerini, endişeye bırakır; ordan kalkar kuşkuya ordan keşkeye. Bir cop bizim için sadece coptur; o dönemleri gören bir kadın için ise bir coptan çok çok daha fazlasıdır. İnsani yanını kapının girişinde bırakan vahşi, şevket düşkünü otomatların organlaştırdığı bir alettir. Karanlığın yarattığı korkuyla her şeyden şüphelenmeye  kendisini teselli etmek adına varsayımlarla yaşama tutunmaya çalışır Oya. Sorgu öncesindeki endişelerini işkeceye dair duyduklarının aklına hücumu ile daha da perçemlenir. Keşkelere sığınmak ister, belkiler üretir. Oyanın deyimiyle " zırvalamasının" son bulması için somut bir dayağa bile razı olur. Yeter ki kıvrılan  düşüncelerinin Sema'dan Çiğdem'e, Güllü'den Asuman Yemez'e, Menekşe'den Firdevs'e  geçen akışı son bulsun.  Hapishanede sürekli adı geçen "Genel kadın/lar"... Kimdir onlar? Kimin eseridir? Bu hiç sorgulanmaz onları oraya sürekleyenlerin, ekmeğini kazanması için itekleyenlerin adı geçmez, onlar kirlenmez. Babalar, abiler, kayınlar, kayınbabalar, kocalar çok namusludur; namusun bir parçasını bile bir kadına çok görürler. Hep eksiktir kadın. Eksik akıldır, eksik etektir, eksik namustur!..  öylesine alışılmıştır, alıştırılmıştır ki kadın bile kadınlığını yadırgar, küçümser kendini. Lafıyla, tavrıyla, yaşayışıyla çirkinleştirir ve  ona biçilen rolün hakkını verir zamanla. Çığrından çıkar, laf atar köşeye sıkıştırır, saldırganlaşır, yaralar, hapis yatar. "Allah razı olsun, geneleve soktu beni. Menderes’imin de, benim de karnımız doydu."  duasını yapacak kadar alçalır. “Erkeğe sogri sormak dogri diyeldir... Benim Abdullah bir sogri içün beş tokat patlatır, öyle erkek adamdır ki...” diyerek  kendi esrar suçunu -biri karnında biri sırtında bebeği olduğu halde-  karısına atan erkeğini, adam sanır kendini inandırır, kandırır. Oya, " Bir insanı değiştirmek tek bir insan işi değildir. Bu bir düzen, bir çevre, coğrafya konusudur, diye cevaplıyor kendisini."   Hepimizin yaptığı gibi vazgeçiyor o hayatlara dokunmaktan. Ülkemin dünündeki lekelerden biridir o dönemler. Yarının da lekelenmemesi için bugün   farklı farklı  gözlerden daha çok okumalıyız. Daha güzel günler görmek umuduyla iyi okumalar...
Şafak
ŞafakSevgi Soysal · İletişim Yayınları · 2012480 okunma
··
115 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.