Bir adam. Hukukçu, akademisyen, hassas, saygılı, nazik, deli gözleri olduğunu düşünsem de kesinlikle iyi bir dinleyici, duyguyu anlayan, hisseden ama onlara karşı olan saygısını kaybetmeyen ve bunları iyi bir şekilde ifade etme yeteneğiyle donatılmış. İnsanlar ne kadar çok konuşursa, o kadar kendisini gizliyordur diyor bir televizyon programında, belki de bu yüzden öykü ya da şiirle ifade etmeye çalışıyor kendisini.
Elimdeki kitabı, ödül almamış tek öykü kitabı. Buna rağmen büyüleyici, sarsıcı, sadeliğiyle tunçtan bir yumruk midenize, boğazınıza ve vicdanınıza vurulmuş gibi hissettiren, belki aykırı, belki bilindik, belki yabancı ancak hepimizin kendisinden bir parça bulabileceği hikayelere sahip harika bir kitap. Türk öykücülüğü neymiş böyle, ne yazarlarımız varmış, neler kaçırıyormuşum! Kesinlikle benim ayıbım ve kesinlikle benim ayıbım.
Yazar, kendisiyle yapılan bir söyleşide yazdığı öykülerin/kitapların isimlerine ve sonlarına çok önem verdiğini söylüyor. Gerçekten öyle. Kitabın adı Dokunma Dersleri ya mesela, evet kitabı genel olarak değerlendirdiğinizde, kitabın ismi içindeki bir öyküden esinlenerek konulmuş değil: Kitabın tamamını kapsayan bir isim. Dokunma derken aklımıza neler gelir? Fiziksel temas mı sadece ya da ruha dokunmak mı? Bu kadarla kalır mı dokunmak? Kalmazmış, kalmamalıymış. Bir hayata, bir insana, bir adamın/kadının bir kadına/adama, bir ruha, bir hayale, bir fanteziye, bir anıya, bir yaraya, yabancı bir duyguya, tanıdık yabancılara ve bilindik sırlara.. Nelere dokunulabiliyormuş aslında..
Kitap beni çok etkiledi, aklıma hiç gelmeyen konularda, gerçek olduğuna inandığım öyküler okudum. Gerçek olduğuna inandığım kısmına ayrıca vurgu yapmak istiyorum. O kadar hayattan ki, "yaaa sırf öykü yazacağım diye kurgunun dibine vurmuş, böyle şeyler var mı canım, a a" diyemedim. Ki emin olun, çokça derim bunu. Aile hayatı, erotizm, eşcinsellik, ayrımcılık, kadın olmak, erkek olmak, insan olmak, yabancı olmak, tanıdık olmak, açıklanamaz hislere ya da çıkıntılıklara sahip olmak.. Hepsi 120 sayfalık kitaba sığdırılmış, 120 sayfaya!
Anadilimde böyle bir kitap okumak beni öyle heyecanlandırdı ki, kendimi çok şanslı hissettim, çok gururlandım. Yazarın var olanları dile getirirkenki naifliğini ise kelimelerle yeterince ifade edebileceğimi sanmıyorum. Özellikle erotizmi ve eşcinselliği öyle bir anlatış şekli var ki, birçok yazarın düştüğü hataya düşüp bu iki durumu ne yüceltiyor, ne aşağılıyor ve ne de yazdıklarını ucuzlaştırıyor. Belki bu durum başka bir söyleşisindeki şu soruya vermiş olduğu cevabıyla alakalıdır:
"S: Hüzün: Edebiyatın olmazsa olmazıdır hüzün. Ancak sizin metinlerinizde adeta elle tutulur, gözle görünür – hatta kimi tokat atan – bir hüzün var. Acının ve hüznün arabesk yanının sizi ilgilendirmediğini biliyoruz; bize hüznün öykülerinizdeki rengini, ağırlığını anlatır mısınız?
C: Hüznü duygu sömürüsünden ve aylaklıktan ayırarak, olduğu gibi karşılama, karşısında dimdik durabilme taraftarıyımdır. Hüzne saygı duyuyorum ben, onun bir şeylere katık edilmesinden hoşlanmıyorum. Öykülerim de benimle aynı fikirdedir, öyle sanıyorum."
Yabancı kelimeleri elimden geldiğince kullanmamaya çalışsam da, Türkçe karşılığını bulamadığımdan kitap ve yazar hakkındaki son ve en genel yorumumu yaparken affınıza sığınıyorum: "WOW"!
Umarım okur ve okutursunuz.