İncelemeye başımdan geçen bir olayla başlamak istiyorum. Bayanlı (biliyorum, yurdum feminazileri şimdi topa tutacak, zaten onun için yaptım) erkekli bir arkadaş ortamında, feminist olduğunu söyleyen fakat beni pek de ikna edemeyen bir hanımla küçük bir tartışmamız olmuştu. Tartışma dediysem de öyle hararet düzeyi yüksek türden değil, gayet seviyeli ve fikirleri özgürce ifade edebilecek türden bir tartışma ortamı. Severim böyle ortamları. Zaten hararet olsaydı o vakit bu konu kapanmış olurdu. Neyse... Feminist olduğunu iddia eden fakat sonrasında anladığıma göre feminizmini eşitlik üzerine falan değil de "eşitlik adı altında üstünlük" kurmaya yönelik yapılandırdığını düşündüğüm arkadaşa, "Toplum olarak kadının çalışmayıp (kadın her zaman çalışma hayatından soyutlanmaz, bazen de çalışmamak işine gelir) kocasının evin geçimini sağladığı durumlar kanıksanmıştır. Peki ya tam tersi olsa ne olur? Mesela sen böyle bir durumu kabullenip, çalışmayan bir eşin olmasını ve onun geçimini de üstlenmeyi kabul eder misin?" diye sorduğumda cevabı şu şekildeydi: "Öyle şey olmaz, erkek çalışmak zorunda. Yoksa öyle biriyle evlenmem." Kadın-erkek eşitliğinin oportünizm ile imtihanı :) Zaten yazarın, kitapta dem vurduğu konulardan biri de bu. Menfaatini önde tutan beyaz ve sosyal statüsü yüksek kadınların, elde etmek istedikleri haklara sahip olduklarında, aynı safta yer aldıkları görece daha aşağı statüdeki "kız kardeşlerini" terk etmeleri ve davalarına ihanet etmeleri durumu. Akla hemen şu söz geliyor haliyle: Feminizm kocayı, komünizm parayı bulana kadardır.
Bahsettiğimiz bu oportünizm durumu da baş gösterip "kız kardeşlik" hüsrana uğrayınca, haliyle geride kalanlar hem kadın olarak hem de ikinci sınıf ırktan olarak ekstra çaba göstermek durumunda kalmışlar. Yazar da bir siyah olarak bu durumdan çokça yakınmakta.
Yazarın sadece erkeği sanık sandalyesine oturtarak durumu ele almamış olması ve hatayı daha çok, "içlerindeki düşman"da araması, yazara ve kitaba olan saygımı artırdı. Nitekim öbür türlü bir yaklaşım, ancak ve ancak kolaycılık olurdu. Bu da haliyle sonuç getirmekten ziyade kadını ve erkeği birbirine düşürme durumunu doğururdu.
Kitapta, "bizim feministlerin (!)" bilmediği birçok konudan bahsediliyor, her ne kadar kitap kısa olsa da. Zaten bu kitap bir nevi feminizme giriş gibi. Ben öyle kabul ediyorum ve bu yolda güzel de bir yol haritası olabilecek bir kitap olmuş. Mesela kürtaj konusu ele alınmış ve bunun biraz da ekonomik yönüne değinilmiş. Kürtaj yasaklandığı zaman merdiven altı sektöre dönüşür, yoksul kadın bu yola başvurursa hayatını riske atar, fakat zengin kadın bir şekilde yolunu bulur çünkü imkanlar dahilinde bu durumdan kurtulmasını bilir. Sonrasında canını tehlikeye atmak istemeyen mağdur ve de yoksul kadın, kim bilir ne şekilde rahmine düşmüş o çocuğu dünyaya getirmek durumunda kalır. Sonra vay efendim, sokaklar neden güvensiz? İşte bu kürtaj kaçakları yüzünden...
Bunun yanında modanın dayattığı ve kozmetik endüstrisinin şekillendirdiği kadın modeli de işlenmiş. Bu durumun tamamen ataerkil zihniyetle dayatıldığını ve kadınların da bu sistemin çarkları altında bile isteye ezildiğini görüyoruz haliyle. Cepleri dolanları ise hiç konuşmayalım. Bu arada, bilmem hangi düşünceyle yapıyorsunuz ama bilin ki sıfır beden hiç de çekici değil sevgili hanımlar. Nitekim sektör de artık bu anoreksik hatunlardan sıkıldı ve bu moddan çıkmaya karar verdi diye biliyorum.
Bu konuların yanında diğer önemli konular ise bence kadın ve cinsellik, kadının dindeki yeri ve ataerkil düzlemde çocuk yetiştirme konuları idi.
Feminizm mevzubahis olduğunda, bazı kadınların kalıplaşmış bir söylemi vardır: Erkek tahakkümüne karşı olmak. Aslında bu, madalyonun sadece bir yüzü. Diğer yüzü ile bazı kadınlar ya karşılaşmak istemiyorlar ya da bazı aklı evveller, bu yüzü diğer kadınlardan gizliyor. Bu kitap bize madalyonun iki yüzünü de gösterdiği için yazara teşekkür ediyorum. İki yüzü de görmek isteyen kadınlara ve tabii ki de kadınlara layık oldukları kıymeti vermeye gönüllü erkeklere bu kitabı tavsiye ediyorum.