SADECE KÖKÜ KALMIŞ AĞACIN HÜZNÜBu bir Madak gömme yazısı değildir. Onu ne kadar sevdiğimi tarif edebileceğimi düşünmüyorum. Lakin bu kitabı ile ilgili dürüstçe olmayan bir eleştiri getireceğim. Başkası olsa gömerdim belki ama Didem Ablaya da kayırma yapmayacaksam, bütün şiir kitaplarımı benzin döker yakarım.
Didem Madak, Grapon Kağıtları ile bende bir çiçek açtı ki onu solunca yitmesin diye, kitabının arasında kurutup, attım gönül kütüphaneme. Arada çıkarır, dokunur, içlenir ve geri kaldırırım. Yoksa kuru çiçek dağılabilir ve bu beni incitir. Lakin bu kitapta garip bir şey var. Boynunda zincir, gözaltları mor, iki dudağının birleştiği yere sıkıştırılmış, sürekli sallanırken hayata tutunmaya çalışan ve titreyen bir sigara olan (içten dıştan yandığından habersiz), baygın bakışlı, lakayt bir delikanlı gibi ezip geçti gözlerimi. İnsan, insanı hayal kırıklığına uğratır. Bunu mahsus yaptığını düşünecek kadar falcı bir gözüm var ya da belki de fazla Türk Filmi izlemişimdir. İsterse yazar, sipariş verilirse de bozar gibi bir hava vardı bu kitapta. Onu seven herkesi, bir gün giderse <ki gitti de> özlemesinler, kolay unutsunlar, saçma sapan düşünceleri vardı desinler diye bu kitabı yazmış gibiydi. (Bence tabi.)
Bir kadın yeni evlendirdiği oğlunu ve gelinini akşam yemeğine davet etmiş. Bu kadın yemeklerinin lezzeti ile çevresinde ilgi ve takdir gören bir kadınmış. Akşam sofra kurulduğunda yanık köfteler, dibi tutmuş pilav, tuz boca edilmiş bir çorba ve tatlıdan çok zulüm bir şeylerle onları ağırlamış ve öyle böyle yendikten sonra uğurlamış. Eşi merak etmiş haliyle. Hanım, demiş, neydi bu akşam böyle? Kadın gülmüş, oğlan evde sürekli karısının yemekleri ile anasının yemeklerini kıyaslamasın, kızı üzmesin diye yaptım, bu akşamdan sonra beni ona övemez, kızcağızın yemeklerine daha kolay alışır, demiş. Bu kitap bana bunu düşündürttü. Çünkü biliyordu, kendinden emindi, kalbimize kök salan o ağacı, söküp atamayacağımızı biliyordu. Bu yüzden bu kitapla sökülemeyecak ağacı kesmek istedi. Ağzında sallanan cigarası, dolanan diliyle vurdu baltayı. Yaptı da. Ama kök içerde Didem Ablaa. Ve kalbimizde batmaya var olmaya devam edecek. Sen dahi sökemezsin onu. Yazdıklarını unutturamazsın. Dilediğin kadar saçmala. Küfürler savur istersen. Son izlenimini değiştirebilirsin ama hatıraları değiştiremezsin. ''Bu kitap ısrar üzerine yazılmıştır.'' diye not düşmüşsün en başa. Son kullanma tarihi 10 ay geçmiş, bozuk bir süt kokusu gibiydi şiirlerin. Ama olsun, ben o sütün taze günlerinde kahve yapıp bol bol içtim. Ve dumanına üfleyip çokca şekiller verdim senin kelimelerinle.
Hatıralarınızdaki gibi kalsın, parçalanışını görmeyin isterseniz hiiç yaklaşmayın bu kitaba. Son halini de görüp, neydi ne oldu diye iç çekmek ister ve seni her halinle seviyorum diyecekseniz buyrun meydan sizin.
Kitapta elbette beğendiğim satırlar oldu. Arada tutamamış kendini. Kaçırmış güzel satırlar. Sonra etkileniriz diye öteki türlü ısmarlama satırları satırlamış.
*Tek bir artı yanı var, daha önceki senelerde Grapon Kağıtları ve Ah'lar Ağacı zamanlarında yazıp kitaplarına dahil etmediği birkaç şiir yer almış. Ve elbette o şiirler şahane! Ben bu eleştiriyi Pulbiber Mahallesi kısmı için yapmış bulunmaktayım. Arada altını çizdiğim satırlar için kitabın genelini eleştirmeyecek değilim. Bu yüzden tozkondurmayangiller iyi düşünün.