Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

9/10 puan verdi
Anicius Manlius Severinus Boethius, 480 yılında Roma’da dünyaya gelir. Küçük yaşta babasız kaldığından dönemin önemli isimlerinden Symmachus tarafından evlat edinilir. İyi bir eğitim görmesi sonucunda devlet kademelerinde önemli görevlere yükselir, dönemin imparatoru Theodoricus tarafından konsül seçilir daha sonra saray görevine kadar yükselir. 523 yılında imparator Theodoricus’a ve vatana ihanet suçlamasıyla, savunması dahi alınmadan, haksızlığa uğrayarak zindana hapsedilen ve alnına geçirilen sicimle beraber ölünceye dek sopayla dövülen Romalı filozof Boethius hayatının son yıllarında teselliyi biricik öğretmeni ve yol arkadaşı olan ‘’Felsefe’’de bulur. Zihninde canlandırdığı bir kadındır felsefe. Ölümü beklerken tüm dertlerini, tüm çıkmazlarını, tüm cevapsız sorularını ona döker; onun ilaçlarıyla ruhunu âbâd eder. 525 yılında idam edilmeyi beklediği zindanda kalemi aldığı eserinin adı Philosophiae Consolatio(Felsefesinin Tesellisi)dur. Eserin ilk kitabında haksızlığa uğradığı için şiirle teselli bulmaya çalışan Boethius daha sonra, yaşamını şekillendiren ve ona yapıp ettiği her şeyde yol gösteren felsefeye sığınmaya karar verir. Zihninde Felsefe isimi bir kadın yaratarak onunla dertleşmeye ve başına gelenleri tek tek sorgulmaya başlar. İkinci kitapta Felsefe, Boethius’a kader isimli tanrıçanın bir dönek olduğunu onun yapıp ettiklerinden dolayı üzülmesinin de akılsızca olduğunu söyler. İnsanın yalnızca kaderi tarafından terk edildiğinde huzura erişebileceğini söyleyerek şöyle der: Çünkü, o seni terk etti ve hiç kimse onun tarafından terk edilmedikçe asla güvende sayılmaz. Yanında kaldığında güvenemeyeceğin, gittiğinde de seni üzecek olan kaderin varlığı senin için değerli mi? … dostlarının hangisinin güvenilir, hangisinin riyakâr olduğunu ayırıp gösteren, seni terk edip giderken kendi yandaşlarını yanına alıp seninkileri sana bırakan o gaddar kaderin? Henüz sana kimsenin dokunmadığı, kendine şanslı göründüğün o yıllarda bu tür bir bilgiye ne kadar çok sahip olmak isterdin, bir düşünsene! Belki şimdi yitirdiklerine ağlıyorsun ama gerçek dostlarını buldun; aslında dünyanın en değerli hazinesi bu işte. Boethius bu sözlerle kaderin dönekliğini ve güvenilmezliğini yavaş yavaş anlamaya başlar. Konsül olduğu günleri, saraydaki görevini, mutlu yaşamını yâd ederek ve şimdi ne halde bulunduğunu Felsefe’ye anlatarak feryat eder. O; hiç kimseye haksızlık etmemiş, daima dürüst yaşamaya çalışmış, gelecekte kendisini yargılamadan zindana atacaklar için dâhi imparatorun karşısında durmuş, onları savunmuş ve kendini ateşe atmıştır. Şimdi karanlık bir zindanda tek başına kalmış, umudu yitirmiş ve yalnızlığın o bütün bedbinliğiyle ölümü beklemektedir. Hâlbuki ne kadar iyi bir mânevi baba tarafından eğitilmiş, ne kadar önemli görevlere gelmiş ve kendine ne güzel bir aile kurmuştur. O, güzel günlerden artık eser yoktur. Felsefe bu mutlu günlerine hitâben Boethius’a şu güzel cevabı verir: Çünkü talihsizliklerin içinde en berbatı, bir zamanlar mutlu olmuş olmaktır. Gerçek mutluluğun asla elde edilemeyeceğini söyleyen Felsefe hiç kimsenin kendi konumundan memnun olamayacağını, daima daha fazlasını isteyeceğini ve mutluluğun ne tamamen ele geçirilebileceğini ne de sonsuza dek süreceğini söyler. İnsanın, Tanrı’nın bahşettiği en güzel armağan olan aklıyla mükemmel bir varlık olduğunu fakat onun, cansız bir dolu ıvır zıvıra gereksiz anlamlar yükleyerek onlara sahip olmadıkça mutlu olamayacağını düşünmesinin ne kadar aptalca olduğunu vurgular. İnsanların mutluluğu kendinde değil dışarıdaki birçok mefhumda aradığını, oysa insana kıymet verenin ancak ve ancak aklını kullanarak mutlak iyiye doğru koşması olduğunu söyler. Kendisine eklenen nesnelerle güzel görünmeye çalışan insanların ne denli akılsız olduğunu, bunlarla kendi kimliklerini örtüp takıp takıştırdıklarıyla ön plana çıkmaya çalıştıklarını ve her şeye rağmen ruhlarının çirkinliğini gizleyemediklerini belirtir. Ve ardından şu dizeleri söyler: Zengin adam altın içinde yüzse bile, paraya olan açlığını tam olarak doyuramaz. Kızıldeniz’in incileriyle boynunu süsler, bereketli tarlalarını yüz öküz sürer, ama yaşarken içini kemiren endişeden kurtulamaz, ölünce de o dönek serveti onunla ölmez! Böylesine akılsız bir hayat süren insanlardan nefret etmemiz gerektiğini, nasıl ki bedenleri hasta olan insanlardan tiksinmiyor ve onlara düşmanlık ile bakmıyor yalnızca acıma duygumuzla hareket ediyorsak; zihinlerini kullanmayan, akılsızca hayat süren ve zihnini kötülüklerin egemenliğine bırakan insanlara bedenleri hasta olanlara nazaran çok daha dehşetli bir acıma duygusu ile bakmamız gerektiğini belirtir. Ardından akılsız insanların mutluluğu bulamamasını şu paragraf ile açıklar: ‘’Nedir yani? Üst üste para yığmaya mı çalışacaksın? O zaman para sahibi birini soyman gerekecek. Yüksek mevkilere gelip herkesi gölgede mi bıracaksın? O zaman o onurları sana bahşedenin önünde diz çökmen gerekecek ve rütbece başkalarına üstün olmayı isterken rica minnet ederek kendini küçülteceksin. İktidar sahibi olmak mı istiyorsun? Yönettiğin kişilerin hainlikleri yüzünden tehlikelerle burun buruna geleceksin. Şöhret mi istiyorsun? Belalara bulanıp güvenliğini yitireceksin. Zevk içinde bir yaşam sürmek mi derdin? Ama en bayağı ve en yavan şey olan şu bedene köle olmayı hor görmeyecek ya da ona sırtını dönmeyecek kimse olabilir mi? Gerçekten de bedensel vasıflarıyla böbürlenenler ne kadar boş ve ne kadar gelip geçici bir mülke dayanmaktadır! Filden daha cüsseli, boğadan daha güçlü olabilir misin ya da kaplandan hızlı koşabilir misin? Kaldır başını; gökyüzünün o muazzam boşluğuna, sağlamlığına ve hızlı devinimine bir bak ve şu bayağı şeylere hayran olmayı artık bırak. Gökyüzünü yöneten aklı bir düşün hele, o zaman göğün bile bu görkemli özelliklerine hayret etmekten vazgeçersin. Güzelliğinin ışıltısı ne kadar çabuk geçip gider, baharda açıp hemen solan goncalar gibi ne kısa ömürlüdür! Seni güzel gösteren kendi doğan değil, sana bakan gözlerin kusurlu görüşüdür. Ama bedeninizin özelliklerine ne kadar büyük değer verirseniz verin, şunu da bilin ki değer verdiğiniz üç gün ateşlenseniz hemen çözülüverecektir! Bütün bu söylediklerimi şöyle özetleyebilirim: Söz verdiklerini asla gerçekleştirmeyen ve bütün iyileri bir araya getirecek kadar mükemmel olmayan bu sahte değerler, çakıllı patikalar gibi ne sizi mutluluğa götürebilir ne de kendi özlerinde sizi mutlu kılacak bir şeye yer verebilirler.’’(Felsefenin Tesellisi, s.147) Hülasâ; son kitabında Boehius, felsefe aracılığıyla gerçek mutluluğu yeryüzünde değil gökyüzünde yani ancak ve ancak Tanrı’nın mutlak iyiliğinde bulabileceğini anlar ve ona sığınır. Mahkemeye karşı yapamadığı savunmasını Consolatio isimli eseriyle yapan Boetihus’u bizler, son olarak başını yeryüzünden kaldırıp gökyüzüne bakarkenki haliyle bırakırız. Tarih ise onun, alnına geçirilen bir sicimle gözleri yuvalarından fırlayana kadar gerilmiş haldeyken kalın bir sopayla ölünceye dek dövüldüğünü kaydeder. Felsefenin ve yüreğinin gücüyle Boethius, tarihe adını şerefli ve altın harflerle yazdırmış, onun idamına karar verenlerin isimleri de yalnızca onun onurlu hikâyesinin kötü kahramanları olarak anılmıştır.
Felsefenin Tesellisi
Felsefenin TesellisiBoethius · Alfa Yayıncılık · 2022601 okunma
··
394 görüntüleme
Melike okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık, çok aydınlatıcı çok akıcı bir inceleme olmuş
Efe SALİHOĞLU okurunun profil resmi
Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.