Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

187 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Heinrich böll Ve o hiç bir şey demedi 1917'de Köln'de doğan Heinrich Böll, liseyi bitirdikten sonra kitapçılık eğitimi aldı. 1939'da İkinci Dünya Savaşı'na katıldı, esir düştü, 1945'e kadar özgürlüğüne kavuşamadı. Savaştan sonra hem üniversite öğrenimini sürdürdü, hem de ağabeyinin marangozhanesinde çırak olarak çalıştı. 1950'den sonra yaşamını yazar olarak Köln'de sürdürdü. 1972 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. 16 Temmuz 1985'de öldü. Trenin Tam Saatiydi, Ademoğlu Nerdeydin, Babasız Evler, İlk Yılların Ekmeği, Dokuz Buçukta Bilardo, Palyaço, Fotoğrafta Kadın Var, Cüce ile Bebek. İkinci Dünya Savaşı’nın çeşitli cephelerinde savaşan ve birkaç kez yaralanan Heinrich Böll’ün bütün eserlerinde savaşın ve savaş sonrası acıların izlerine rastlanır. Böll, toplumun söz sahibi kesimlerinden gelmeyen yoksul, sıradan kişileri anlatmıştır. Ezilseler, acı çekseler bile insanlıklarını koruyanlarla, başarılı olmuş ama insanlıklarını yitirmiş kişiler arasındaki karşıtlığı sergilemiştir. Heinrich Böll ilk dönem eserlerinde daha çok savaşı ve savaşın ardında bıraktığı yıkıntıları ele almıştır. Sonraki eserlerinde savaş teması, sadece kahramanların anıları biçiminde yer almıştır. Sanki hiç savaş olmamışcasına rahat ve konforlu bir hayat sürenleri ağır bir üslupla eleştirmiştir. Ve O Hiçbir Şey Demedi. (und Sagte kein Einziges Wort) Nobel Ödüllü bir kitap… Belki de aldığı Nobel Ödülü'nü nadir hak eden kitaplardan. Okuyanların hayatını gerçekten etkileyebilecek bir kitap. İnsanın içini sızlatabilecek; insana kocaman ve bol bir şekilde gözyaşı döktürebilecek bir kitap. Çünkü yoksulların en zengin olduğu şey gözyaşıdır. Arabesk ögelere yer vermeden de yoksulluğun anlatılabileceğini göstermiş bir kitap. Heinrich Böll’ün diğer kitaplarına nazaran daha az bilineni fakat en güzeli. Romanın iki başkahramanı var. Fred ve Kaete. bir bölüm Fred, bir bölüm Kaete şeklinde ilerliyor kitap. Burada Heinrich Böll’ün empati yeteneğinin ne kadar üst seviyelerde olduğunu da görebiliriz. Çünkü bir erkek için bir kadını, özellikle de bir anneyi, bu annenin verdiği -yoksulluk içerisinde- çocuk yetiştirme mücadelesini, belki de en zoru olan; bir annenin beslediği aşkı ve bu aşka yabancılaşmasını tasvir etmek gerçekten çok zordur. Heinrch Böll öylesine bir tasvir ediyor ki sanki kaete’nin bölümlerini bir kadın yazmış hissediyorsunuz. Romanın iki konusu var: yoksulluk ve II. Dünya Savaşı sonrası dinin hayattan uzaklaşması. En başta da söylediğim gibi arabesk bir şekilde anlatılmıyor yoksulluk. Çok değişik boyutlarda anlatılıyor. Kumar makinesinde kaybettiği her meteliğe üzülmek, bir yoksulun yapacağı iştir. Çünkü zengin olan adam pek umursamaz. Yazar bunu gözden kaçırmayarak, hatta daha da trajik bir hâle getirerek, diğer yoksul insanların umutsuzca kumar makinelerinin önünde uyumasını insanın gözüne sokuyor. Fred’in Kaete ile buluşmak için zaten kısıtlı miktardaki parasını, 1 yıldızlı bile denmeyecek otele vermesi ise yoksul insanların sevgiye daha çok değer verdiğinin kanıtı olarak ortaya çıkıyor. Fred’in bir yürüyüşte çocuklarının o hâlini gördükten sonra ağzından şu üç kelimenin dökülmesi ise, insanın ağlamama sınırını aşmasına sebep oluyor: “Anlamıştım, yoksulduk biz…” Aynı şekilde Kaete de Fred kadar derinlemesine tahlil edilmiş bir karakter. Belki de fred’ten bile daha etkileyici… Fred ailesinden uzakta yaşadığı için, belki de en zor görev Kaete’ye düşüyor: Diğer insanlarla muhattap olmak. Çocuklarına kızan, görgüsüzce mal varlıklarını sayan, Noel kutlamalarında küçük gören ev sahipleriyle muhattap olmak zorunda kalmak ve tüm bu aşağılamalara rağmen yılmadan mücadeleyi sürdürmek… Belki de kitabın en etkileyici bölümü olan otel odasındaki Fred ile Kaete’nin karşılaşması. Kaete’nin aşkına yabancılaşması ve Fred’in Kaete’ye bir daha aşık olması. Kaete’nin Fred’i tanıyamaması, Fred’in Kaete’yi daha iyi tanımaya başlaması. Kaete susuyor, kaldığı yerden Fred devam ediyor. Fred susuyor, Kaete devam ediyor. İnsanın başını döndüren bir şiirsellik! Ağlatan, tebessüm ettiren ve tekrar ağlatan. Ağlamanın ayıp olmadığını gösteren bir kitap! İkinci konusu ise, belki de kitabın asıl konusu, hayattan uzaklaşan dindir. Kitabın ana düşüncesi ise çok basittir: "Tanrı buyursun bizim hayatımıza gelsin". Yoksul evimize uğrasın, zenginlerin evlerini süsleyen o pahalı ikonlara uğradığı kadar… Tanrı ayrım yapmasın! Tanrı bizden uzakta olmasın! Elbette bu cümlelerle, dönemin din algılayışını belirleyen “kilise” eleştirilmektedir. Çünkü “kilise” fakirlerin medet umduğu fakat zenginlerin kazandığı bir kurum hâline gelmişti savaştan sonra. İşte Heinrich Böll’ün ustaca eleştirdiği ve bu kitabı yazmasına sebebiyet veren şey budur. Bu kadar basit bir gözlemden böyle bir şaheser yaratmak da herkesin yapabileceği şey değildir. İşte “sanatçı” unvanını hak etmek bundan ibarettir. Tabi ki çevirmenini de unutmamak gerekir. Behçet Necatigil gerçekten kitabı baştan sona tekrar yazmış gibi hissettiriyor. Her şeyden öte, anlatımın şiirselliğini ikiye katlıyor Necatigil’in çevirisi. Her yazar Heinrich Böll gibi şanslı olamıyor. Böyle bir çevirmen, yazar için en büyük ödüllerden birisidir. Heinrich Böll Almanya'nın en önemli, en tanınmış yazarları arasında yer alan Heinrich Böll, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatını başka hiçbir Alman yazarının başaramadığı ölçüde etkilemiş, ona adeta damgasını vurmuştur. Gürbüz Deniz
Ve O Hiçbir Şey Demedi
Ve O Hiçbir Şey DemediHeinrich Böll · Can Yayınları · 2000356 okunma
··
211 görüntüleme
bamdiyar okurunun profil resmi
Ne güzel bir inceleme...
Gürbüz Deniz okurunun profil resmi
Çok teşekkürler,okumanıza,zaman ayırmanıza çok sevindim buse hanım
Cem okurunun profil resmi
Kitaplar yola çıktı. İncelemen de yine güzel :) bende de var bu kitap. Okumam için bir vesile olacak.
Gürbüz Deniz okurunun profil resmi
Sağolasın güzel dost
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.