Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

198 syf.
9/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Geçmiş, tarih, gelenek, örf, âdet… Birey için olduğu gibi toplum için de büyük bir önemi haiz kavramlardır. Bu kavramlar, kişinin ve toplumun var olma biçimlerini ifade ederler. Mâmafih bunlar, aslında toplumun var olma sebepleridir. Zira geçmişi ve bu geçmişte oluşan geleneği-göreneği, örfü, âdeti olmayan veya bunlara sahip çıkamayan toplumların öz benliği olmaz yahut bu toplumlar öz benliğini koruyamazlar. Diğer taraftan geçmişi köklü ve tarihte güçlü olagelen toplumların günümüzde bu durumu koruması hatta daha da ileriye taşıması; geçmişleriyle nasıl ilişki kurmaları gerektiğine bağlıdır. Kendilerini dogmatik düzeyde geleneğe bağlayan toplumlar, önlerini göremezler. Çağın koşullarına ayak uyduramaz, tarihin karanlığına hapsolurlar. Atalarının döktüğü yaprakları takip ederek hakikati aramaya çalışırlar. Ancak bilmezler ki üzerlerine hazan mevsimi çökmüştür. Yaprakların ömrü kısadır, ufak bir rüzgârda savrulurlar, bir yere kadar onları takip edebilirler. Ancak ağaçlar sapasağlam orada durmaktadır. İşte asıl sahip çıkılması gereken, geleneğin diktiği bu ağaçlardır. Zira onlar, her ne kadar yaprak da dökse, elbet bir gün çiçek açacaktır. İlim Bilmez Tarih Hatılamaz, sonbaharı yaşayan bir toplumun gözünden kaçırdığı ya da küçük gördüğü çınarı -yani şerh ve haşiye geleneğini- yeniden tomurcuklandırmaya çalışan bir kitaptır. İsmail Kara, kitabını iki kısma ayırmıştır. Birinci kısım “Tarihten Bugüne Gelirken Şerh ve Haşiye”; ikinci kısım ise “Bugünden Tarihe Giderken Şerh ve Haşiye” başlıklarını taşımaktadır. Kitabının son yarısını “Ekler” başlığına ayıran yazar, bu kısımda şerh ve hâşiye geleneğine ait sekiz adet örnek metin zikretmiştir. Kara, kitabın “Mukaddime”sinde şerh ve haşiye geleneğinin sadece İslâm toplumuna ait olmadığını dile getirmektedir. Zira diğer semâvî dinler başta olmak üzere dinî, felsefî ve hikemî eserler, kanunlar, siyasî metinler, şiirler ve nutuklar gibi pek çok alanda bu literatürün örneklerini görmek mümkündür. Yazara göre bunun en temel sebebi söz konusu yazılı ve sözlü literatürün anlaşılma, sahiplenilme, zamana ve zemine göre uyarlayıp sürdürülebilme ihtiyacıdır. Bu sebeple İslâm geleneğinde -özelde Türk ilim ve kültür geleneğinde- şerh ve haşiye literatürünün önemli bir yeri vardır. Çünkü İslâm geleneği dediğimiz şeyin başlangıcı Hz. Peygamber ile birlikte olmuştur. Bu gelenek zamanla genişlemiştir. Ancak bu genişleme etkileyen, etkilenen, mekâna yayılan, farklı kültürlere karışan bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle söz konusu geleneğin çıkış zamanındaki gibi kalması elbet mümkün değildir. Çeşitli değişmelere uğraması muhakkaktır. Kara, kitabının ilk kısmında -önemli gördüğümüz bazı kısımlarını yukarıda zikrettiğimiz- İslâm ilim ve kültür geleneğindeki şerh ve haşiye literatürünün zenginliğinden bahsetmektedir. Hatta daha da ileri giderek bu zenginliğin, telif türleri ve bu türlerin isimlendirilmesinde dahi görüldüğünü zikretmektedir. Bizce şerh ve haşiye türü geleneğe bu tür bir üslupla yaklaşım, söz konusu literatürü kutsayıcı bir özelliğe sahiptir. Zira birinci kısım sadece şerh ve haşiye geleneğini tanıtıcı bir yapıya sahip değildir. Günümüzde İslâmî ilimlerde geldiğimiz durum ile gelenekteki literatürü kıyaslayan bir söylem vardır. Ayrıca bu söylem geleneği “aşırı” yücelten bir özelliğe sahiptir. İlk kısım, ayrıntılarına kadar övgü ile bahsedilen şerh ve haşiye geleneğine toz pembe biz gözlükle bakılarak kaleme alınmıştır. Bu alana işaret eden ilk metin olma özelliğini taşıyan kitabın daha birçok soruya kapı araladığı rahatlıkla söylenebilir. Yazarın “Felsefe ve Orijinalite Efsanesi” başlıklı bölümünde haklı olarak söylediği Aydınlanma Felsefesi ve Bilim Devrimi’nin dünyanın kuruluşundaki belirleyici ve itibarlı konumu, felsefenin istinaî bir önem kazanmasına neden olmuştur (s. 95). Ancak burada müellifin gözden kaçırdığı veya görüşlerine zemin hazırlamak adına bilerek zikretmediği husus, bu dönemde genel anlamında “felsefe” değil, “Aydınlanma/Batı Felsefesi” istisnaî bir önem kazanmıştır. Zira felsefe, -gerek İslâm dünyasında olsun gerek diğer toplumlarda- varlığı ve insanın konumunu anlamlandırma gibi hususlarda, tarih boyunca, kaçınılmaz olarak önem verilen bir alan olagelmiştir. Ancak Kara, paragrafın ilerleyen satırlarında bunun tam aksi söylemlerde bulunmaktadır: “Farklı bir şekilde söylersek; felsefenin hem varlık, ilim-bilgi seviyesinde hem de kâinatın, insanî olanın, toplumsal ilişkilerin ve değerlerin açıklanması ve anlamlandırılması düzeyinde modern dönemde kazandığı yaygınlık, etkinlik ve itibarın derecesi insanlık tarihinde sık tesadüf edilebilecek bir vâkıa değildir” (s. 95-96). Felsefenin Aristoteles’ten itibaren sistematik ve mantıkî olarak yazarın yukarıda saydığı her alanda revaçta olan bir alan olduğu bilinmektedir. Ancak Kara’nın söylemleri, şerh ve haşiye türü eserleri dahi -istinaları da olmakla beraber- felsefî bir ürün olmaktan çıkarmaktadır. Sonuç olarak İsmail Kara, şerh ve haşiye geleneğinin göz ardı edilmesine ve bu alanda kaleme alınan zengin literatüre, günümüzde, küçümser oryantalist gözüyle bakılmasına tenkitçi bir yaklaşım izlemektedir. Diğer taraftan bu literatürün aslında muazzam bir geleneğin ince işçilik dönemi olduğunu savunmaktadır. Günümüzde bu alanın özellikle İlahiyat camiası tarafından göz ardı edilmesinin arkasında Batı’nın modern felsefe ve bilim dayatması yatmaktadır. Aslında son yüzyıllarda Batı’da gerçekleşen bu devrimler Müslümanlar üzerinde bir şok etkisi yaratmış ve çoğu çağdaş İslâm düşünürü ve mütefekkiri krizi atlatmak adına geleneği görmezden gelmiştir. İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, bu alanda önceden ortaya çıkan bir farkındalığı bizlere sistematik olarak sunmaktadır. Ancak üslup olarak Batı’nın ihtişamı karşısında geleneği hakir gören İslâm mütefekkirlerinin söylemlerine benzer bir söylem göze çarpmaktadır. Yani geleneği reddedenleri hakir gören bir üslup… Bu nedenle (1) ilk kısımda şerh ve haşiye literatürünü aşırı kutsayan; (2) ikinci kısımda ise “hakir” görülen şahsiyetleri fazla yeren ve yazarın görüşlerini kabul ettirmek için yer yer gereksiz alıntı yapılan bir üslup söz konusudur. Alanında ilk defa kaleme alınan bu eser önemli bir noktaya dikkat çekmektedir. Bundan sonra, bu alanda, daha tafsilatlı yapılacak çalışmalara pek çok yönden örneklik teşkil edeceğini söyleyebiliriz. Kanaatimizce üslup bakımından yukarıda zikrettiğimiz iki aşırı yolun ortasını bulmak, daha verimli çalışmaların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz
İlim Bilmez Tarih Hatırlamazİsmail Kara · Dergah Yayınları · 201121 okunma
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.