Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

159 syf.
7/10 puan verdi
·
22 saatte okudu
NEYİZ BİZ? İNSAN MI? HAYVAN MI? YOKSA VAHŞİ Mİ? Dünya çapında Golding’in en popüler romanı “Sineklerin Tanrısı” olsa da yazarın en sevdiği kitabı ise 1955’te yazdığı “Mirasçılar” isimli romanıdır. Yazar, “Sineklerin Tanrısı”dan sonra bu romanı 29 günde yazmıştır. “Sineklerin Tanrısı”da savunduğu tez neyse “Mirasçılar”da savunduğu tez de aynıdır: İnsanın vahşi doğası ve kötülüğe karşı eğilimi iki kitabın ortak konusudur. Golding için yazılacak en önemli tema insan doğasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda insandaki şiddetin kaynağına birinci elden tanık olmuştur: Birbirini acımasızca katleden insanları hayretle izlemiştir. Bu durum onda ömür boyu insan doğası üzerine düşünmeye sevk etmiştir. Golding’e göre insan doğuştan kötüdür. İnsandaki kötülüğün kaynağı harici değildir, kötülük içimizden gelir. Belki “Sineklerin Tanrısı”da dendiği gibi kötülük bizizdir. İyilik ise dışarıdan gelir, bir nevi dünyada başkaları arasında yaşayabilmek, sorun yaşamamak için bir zorunluluk durumudur. Daha güzel bir metaforla iyilik bir maskedir ya da makyajdır. Kötülük ise kendi yüzümüzdür. Kurallar olmasa, medeniyet olmasa, ahlak olmasa insanın hali ne olur? Golding’e göre insan ilkel benliğine geri döner. Bunun edebiyat ve sinemada pek çok örneği vardır. Aklıma ilk gelenler, Saramago’nun “Körlük” kitabı, sinemada ise “Arınma Gecesi” serisi insandaki otorite ve ahlak boşluğunda neye meyledeceğini çok güzel anlatıyor: vahşet ve seks. Uygarlık geliştikçe baskı altına alınan vahşi içgüdülerimiz de o derece baskılanır. Vahşi olmamanın yolu kurallara uymaktan geçer. Golding yukarıda adı geçen iki kitabında milyonlarca yıllık insan evriminin onun doğasında kayda değer hiçbir değişiklik meydana getirmediği kanısındadır. Geçmişte neysek yine oyuz. Her evrim döngüsünde insan daha fazla geri giderek, ilkel benliğine bir adım daha yaklaşarak vahşileşiyor. Yazarın pek çok kitabının konusu bu yazdığım fikirler etrafında şekillenir. Yazarın bu fikirlerini göz ardı edersek yapacağımız her inceleme yetersiz ve eksik kalacağı düşüncesindeyim. Yazar bu kitabında bizi çağlar öncesine, ilk insanın ortaya çıktığı döneme götürüyor. İki insan türünü karşı karşıya getiriyor: Neandertal ile Homo Sapiens. Bu iki tür arasındaki savaşı yukarıdaki bilgilerden sonra kimin kazandığını tahmin etmek zor değil. Yazar bu iki türü ne şekilde tasvir ediyor şimdi ona bakalım: Neandertal insanı: Günümüz modern insanına, gerek morfolojik gerekse genetik olarak bildiğimiz en yakın insan türlerinden biri. Kitapta insan olarak adlandırılan gruptur. Homo Sapiens’den ise yeni bir insan ırkı olarak söz ediliyor. Neandertallardan kitapta anlatılan büyük yangından sonra sekiz tane kalmıştır ve kitabın gerçek kahramanları onlardır. Doğa ile uyum içinde yaşayan bir ırktır. Adem ile Havva gibi çıplaklıklarından utanmazlar, şiddet ve günahın ne olduğunu bilmezler, çünkü beyinlerini kullanacak kabiliyetleri yoktur. Öyle ki ölme pahasına bile hayvan öldürmekten çok uzaktırlar. Hayatta kalmak için başka hayvanların öldürdükleri hayvanların leşlerini yerler. Günahsız ve uysaldırlar, kendi aralarında sürekli bir yardımlaşma söz konusudur. Hayal edebilmelerine rağmen düşünemezler. (Düşünmek günahtır!) Bilişsel algıları çok kısıtlıdır, olayları mantık süzgecinden geçiremezler. İletişimleri kısıtlı, zaman zaman da telepatiktir. Sesleri tek hecelidir, diyaloglar kısa, basittir. Konuştukları dil ağırlıklı olarak görüntü ve duygulara dayanır. Geçmiş ya da gelecek zaman kavramları yoktur. Bu durum yazar açısından biraz sıkıntı vericidir. Bunların yerine karakterler birbirleriyle resimler çizerek anlaşırlar. Resimleri anlatırken de çok zengin tasvirlere başvururlar. İsimleri bile tek hecelidir: Yaşam tarzları gibi isimleri de çok basittir: Lok, Fa, Mal… Yeni İnsanlar: İkinci kısımda yazar yeni bir türü olaya dâhil ediyor. Bu yeni insan türünün varlığı adaya yıkıntıdan başka bir şey getirmez. İki türün karşılaşması da Neandertalların kaderini tayin eder. Bu tür bizlere kötü, saldırgan, zalim ve vahşi olarak gösteriliyor. Mızrakları, kanoları ve aletlerinin olması gelişmişlik düzeyleri hakkında bize bilgi veriyor. “Sineklerin Tanrısı”daki Jack ve Ralph’in arasındaki savaş, yani uygarlık ile barbarlık arasındaki savaş burada iki tür arasındaki savaşın bir benzeridir. Bu tür, karşılaştıkları Neandertalları incelemeden, onlar hakkında fikir sahibi olmadan onları öldürmeye başlar. O insanları şeytan olarak görürler. Çünkü o grup kendilerinden faklıdır. İnsanoğlunun genlerine kazınmış zaaflarından biri de belki farklı olana tahammül edememe duygusudur. Farklı olmak bilinmeyen demektir. Bilinmeyen şey de insana korku verir her zaman. Burada da bunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Son iki bölüm dışında kitaptaki olaylar Neadertal Lok tarafından anlatılır. Lok olayları çok kısıtlı bir bakış açısıyla anlattığı için burada okura çok iş düşer. Yazar belki bu şekilde olayları aktararak okurun kendi çıkarımlarını yapmasını istiyor. Eksik kısımları okurun tamamlamasını bekliyor herhalde. Hikâyede neler olup bittiğine dair okur biraz zorlanabilir. Karakterlerin de çok fazla tasviri yapılmadığı için onlar da okurun zihninde biraz havada kalabilir. O yüzden burada kısaca olay örgüsünü vermek istiyorum. Kabataslak özetlemek gerekirse hikâyede 2 çocuk, 3 çift vardır. Mal: Kabilenin en yaşlısıdır, liderdir. Kendisine yaşlı kadın derler. Ha ve Nil orta yaş bir çifttir. Likus (Küçük Oa) adında bir kızları ve isimsiz bir bebekleri vardır. Lok ve Fa ise en genç çifttir. Çocukları yoktur. Hikâye Neandertalların yazlık mağaralarına düzenli yaptıkları yolculukla başlar. Bu mağara ada gibi bir yerdedir ve yanında kocaman bir şelale vardır. Lok ve Fa her gün yiyecek arayışına çıkarlar. Bir gün Mal ölür ve Ha da kaybolur. Lok, Ha’yı bulmaya çalışır ve adada yeni insanların kokusunu alır ve yeni yüzler görür. Bu yeni insanlar Nil’e saldırırlar ve Nil ölür. Yeni insanlar Likus ve bebeği alırlar. Lok ve Fa ellerinden kurtulur. Bu ikili her ne kadar arkadaşlarına yardım etmeye çalışsalar da başaramazlar. Yerliler bu ilkel dedikleri türden öylesine korkarlar ki tanrılarına kendi türlerinden olanları adak olarak sunarlar. Devam eden kovalamacalarda Fa da yakalanır ve ölür, bir tek Lok kurtulur. Ancak o da ertesi sabah ölür. Onlardan geriye yalnızca bir bebek kalır. Bu yeni tür de o bebeği bir evcil hayvan gibi sahiplenir. Kitap yeni insanların gölde ufka doğru yelken açmasıyla son bulurken içlerinden şifacı olarak adlandırılan biri olanlar üzerinde derin düşünceye dalar. Acaba o sırada aklından neler geçiyordur? Tahmin etmek zor olmasa gerek. Yeryüzünün yeni mirasçıları artık Homo Sapiens’tir. Sonuç olarak hikâyede insanoğlu evrimde bir adım daha geriye gitti. Aksi olması gerekiyordu oysa. Yeni gelen türün bir öncekinden daha üstün, daha iyi olması bekleniyordu. Ama olmadı. Bunun adı olsa olsa tersine evrim olur.
Mirasçılar
MirasçılarWilliam Golding · Siren Yayınları · 199228 okunma
··
160 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.