Dört Garip Adam
Ne büyük mutluluk dağın kutsal yalnızlığına tırmanmak
Tek başına, o temiz dağ havasında, ağzında bir defne dalı
Kanının topuklarından hızla dizlerine, beline yükseldiğini
Oradan boğazına ulaşıp bir ırmak gibi yayılmasını
Ve aklının köklerini yıkmasını duymak
Sağa gideyim, sola gideyim demeyi düşünmeden
Aklının yol kavşağında dört rüzgarı birden estirmek
● Nikos Kazancakis
Yeryüzünü toprak ile buluşturan nisan yağmurunun ardından dört genç ellerinde
Kazancakis’in, Allah’ın Garibi kitabı ile birlikte yola çıkarlar. Güneşin kendini göstermesiyle
güvenleri tazelenmiş olan tarla kuşları ağaçlarda konaklamaya devam ederken dört genç,
kalplerini durulayan doğanın sesine ses karıştırmamak adına, tek ses etmeden köylerini
ayaklarının altına seren ihtiyar kayanın zirvesine varırlar.
Bay D: İçimdeki boşluğun duvarlarını kırarak, kendimde bana ait olmayan bir alanı
fethetmemi sağlayan bu yürüyüşün ardından kitabı nasıl konuşacağız merak ediyorum
doğrusu.
Bay B: Senin için bir anlamlandırma süreci oldu anlaşılan bu yolculuk. Anlamlandırmadan
durabildiğin vakit var mı? :)
Bay A: Bırak anlamlandırsın kardeşimiz. Anlamlandırmak özgürlüğe dahil ne de olsa.
Bay E: Nasıl dahil olduğunu açıkla o vakit de biz de özgürleşelim.
Bay A: Şöyle ki, her insanın kendi zaviyesinden bakıldığında, anlamını bulamadığı her kısım,
onun özgürlüğüne ve hatta kendisine çizilmiş bir sınır. Bilinmeyenin ördüğü duvarı yıkmanın
yegane yolu bir meçhulün anlamını bulmanın fetih olduğunun idrakinden geçiyor.
Bay E: İşin garip tarafı fetih sonunda kazanılanın aslında bize ait olmasıydı. Tabi bunun
yanında şunu da gözden kaçırmamakta fayda var. Kendisinde manasını kavrayamadığı bir
kısmın varlığını hisseden insanın bir anlamlandırma ihtiyacı doğar.
Bay B: Kesinlikle, özellikle kitap okuma serüveninde dikkat edilmesi gereken bir unsur bu.
Çoğu insanın diline pelesenk olmuş “okuduklarımızı öze işleme” meselesi de bununla alakalı.
Bay D: Nasıl yani?
Bay B: Biz, bir şeyleri okumaya yarısından başlamakla ünlü bir gençliğiz aslında. Evet, birçok kitap okuyoruz, birçok kitabı özümüze işlemek istiyoruz. Ancak özümüzün neye ihtiyacı olduğunu çoğu zaman gözden kaçırıyoruz. Hâl böyle olunca okuduklarımız yük
olmaktan öteye gidemiyor.
Bay E: Eyvallah. Muhabbet ne kadar tatlı da olsa yavaştan kitaba geçelim. Francesco
kardeşten sonra Kazancakis’in nasıl yetiştiğini merak eden bir ben miyim?
Bay A: Ben biraz araştırdım. O karakter iradesiz bir yazardan çıkmazdı zaten. Girit adasının
Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olduğu bir dönemde yaşıyor Kazancakis. Babası, Girit’te
idam edilen Hristiyanlar darağacında sallandırılırken, sabah namazı vaktinde Kazancakis’i
uyandırıp asılı Hristiyanların ayaklarını öptürmeye götürürmüş.
Bay D: Hangimiz böyle bir idealizmle yetiştik diye sorgulamadan okuyamadım kitabı zaten.
Bay E: Kitabı arayış kitabı olarak da nitelendirebiliz sanki. Francesco’yu şairin “aradıkça
dirisin, aradıkça mecalsiz kaldı kibrin” dizeleriyle özdeşleştirdim açıkçası. Güçlü bir irade ile
birlikte kibirsiz, yalın, hem arayışına hem aradığına duyduğu aşk ile kutlu yolculuktu onunki.
Bay B: Ve arayışımıza en büyük yardımcının aşk olduğunu Kazancakis şu cümleleriyle bize
anlattı. “Bütün aşklar birdir: ha kadın, çocuk, ana, vatan aşkı, ha bir düşünce veya Tanrı aşkı.
Aşkın en alt basamağındaki bir başarı bile sizi Tanrı’ya götüren yolun çizilmesine yardım
eder.”
Bay A: Parçalanmış bir aşk anlayışıyla aşklarını bağdaştıramayan bizler için bir aşkı
kalbimizdekilere eklemiş olmaktan ziyade Aşk dairesine bir vesile kapısından adım
atmanın daha isabetli olduğu kanaatindeyim.
Bay D: Her zerresine hükmeden bir aşkla yolda olmanın kıymeti bir başka tabii. Ancak
parmak basmak istediğim farklı bir husus daha var: İnsanın arayışına engel olan başlıca
hususlar ne sizce?
Bay E: Bana kalırsa insanın kendisini aldatması en büyük engel. Kendine dürüst kalamamış
birisinin, eriştiğini zannettiği hikmeti özüne işlemiş olması mümkün değil.
Bay B: Aramayan kişinin bulmasının mümkün olmadığı gibi yolunda dürüst olmayanın da
yolda kendini bulamadığından kendisini oluşturmasına imkan yok.
Bay A: Kendini kandırdığının farkında olmayanların bir gün kendileriyle yüzleştiğinde, Hayri
İRDAL gibi “aldandığımı anladım” dan başka kendilerine söyleyecek sözleri yok sanırım.
Bay D: Veyahut “Döndüm ki şehrin ağrıları üstüme kaldı” dizelerinden başka. O yüzden
rahatlıkla söyleyebilirim ki, “Her insan nefes alacağı şehrini oluşturmakla mükelleftir.”
Bay B: Eyvallah. Bunların yanında arayışa bir başka engel de bu çağ. Bu çağ insanın
kendisiyle arasına örülmüş bir duvar.
Bay E : İnsanı kalbinden, acısından uzaklaştıran bu çağın içerisinde müdrik olmak oldukça
zor. Aslında Kazancakis yapmamız gerekeni kitabında şöyle ifade ediyor. “ Bütün
yapacağımız şey, bakışlarımızı kendi yüreklerimize çevirmektir.”
Bay A : Oysa insan acısıyla baş başa kalabilmek için sıyrılmalıydı dünyadan ve hatta
yakınlarından. Delikanlı Francesco’nun dediği gibi demeliydi. “Git Leo kardeş. Acımla baş
başa bırak beni. Duam seninledir.”
Bay B: Ben de burada Leo kardeşin hakkını teslim etmek istiyorum haddime olmasa da. Leo
kardeş, dost odur ki dostunun acısını yüreğinde taşırken dostunu da acısıyla baş başa
bırakabilen adam. Sen hakiki bir dosttun.
Bay D: Duran Emmi’ye de selam olsun :) Ben de bir hak teslim edeyim bu noktada.
Franceso’nun “ Kadınlarda zeka küstahlıktır. Her söylenene karşılık vermeyi kim öğretti
sana?” sözlerine “Yüreğim” diyerek Francesco kardeşi titreten, tökezleten Clara Hemşire sen
hakiki bir insan, hakiki bir kadındın.
Bay E: Eyvallah beyler :)) Çelik adam Kazancakis’e saygılarımızı sunup kitabın içeriğini
değerli arkadaşlara bırakalım. Hatta yavaştan kalkalım.
Bay D: Kalkmadan bir soru sorayım. Seçimler hakkında ne düşünüyorsunuz? :))
Bay A: Kentin kalabalığında kaybolanlarla ihtiyar kayanın misafirleri arasında fark olmalı
diyorum. :)
Bay B: Haydi o zaman. Turuncu bir yangın yerini karanlığa bırakmadan kalkalım evlerimize
dönelim.