Gönderi

73 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Büyük bir filozof ve matematikçidir Bertrand Russell. İnanç biçimi ve neye inanıp inanmadığı tabi ki kimseyi ilgilendirmez. Ama yazmış Lord Russell. Mesela Sokrates için kötü bir papaz tipini andırdığını söylüyor. Haklı mı, evet kesinlikle haklı. Neden mi? Çünkü kısa zamanda eleştirel aklın, uzun zamanda da bilimin önüne en büyük engeli çeken adamlardan biridir. Açıklayalım. Sokrates için Nasıl diye bir şey yok. O Niçin sorusu ile ilgileniyor. Dünyanın Nasıl oluştuğu ile değil de Niçin yaratıldığı ile ilgileniyor. İnsanlar Nasıl ortaya çıkmışlar diye değil de Niçin yaratılmışlardır diye soruyor. Buradaki temel nokta kafanızı karıştırmasın. Önemli olan oluştu mu yaratıldı mı meselesi değil. Önemli olan nasıl kısmını bilebilmek. Siz eğer ki nasıl kısmını, sürecin içerisine dahil etmezseniz, o zaman işlerin nasıl ilerlediğini anlayamazsınız, yani çevrenizi tanıyamazsınız. Çevrenizi tanıyamadığınız zaman da depremleri Poseidon’un yaptığına inanır, şimşeklerin Zeus’dan geldiğini zannedersiniz. O zaman da çevrenize karşı korumasız kalır, kendinizi yalnızca dualarda korumaya çalışırsınız ki benim gördüğüm kadarıyla İslam dünyası dualarla pek korunmuyor. Bertrand Russell, Sokrates’in gerçeği aramak yerine kendi inançlarını empoze etmeye çalışan sahte bir peygamber olduğunu göstermiştir. Neden sahte peygamber diyoruz Sokrates için? Ben demiyorum kendisi yani Sokrates, kendisini peygamber ilan ediyor. Adalet Tanrıçası Dike’den kendisine vahiyler geldiğini ve onun yerine dünyada adaleti yaymakla görevli olduğunu iddia ediyor. Uyarma yöntemi de ilginç. Kendisininki dışındaki bütün görüşleri, çürütünceye kadar soru sormak. Buna doğurtma yöntemi diyor. Annesi ebeymiş, bundan dolayı muhtemelen. Diyor ki aslında ruhumuz, her şeyin bilgisine sahipmiş ve doğumla birlikte unuturmuşuz. İşte bu soru sorma yöntemi de içimizdeki unutulmuş bu bilgileri açığa çıkararak bizleri her şeyin bilgisine ulaştırıyormuş. Eğer öyle olsaydı, sanırım hepimiz kuantum fizikçisi olurduk. Her şeyin bilgisi nasıl olsa ölümsüz ruhlarımızda var değil mi! Russell da Sokrates’in Yunan bilimine en büyük ihaneti yaptığını söylüyor ki bu da bence doğru. Russell dinin, evrenin soğukluğu karşısında korkakça bir cevap olduğunu söylüyor. Bu konu üzerinde biraz düşününce aklıma önce dinlerin ortaya çıkış biçimi, Sümer tabletleri ve Yunan mitolojisi geldi. Dinin bir izah işlevi vardır, bilirsiniz. Çevrenizi gözetlersiniz ve ona uygun bir ortam var etmeye çalışırsınız. Bu gözlemle ters bir çevre inşa edemezsiniz. Çünkü felaketiniz olur. Toprağa küçücük bir tohum atıyorsunuz, kocaman buğday oluyor. Kadın, hamile kalıp çocuk doğuruyor. Toprakla kadın eşleştiriliyor, çünkü ikisi de doğuruyorlar. Toprak bir anda Ana oluyor. Kadın bir anda Tanrıça oluyor. Volkanik dağ patlıyor, etrafa müthiş bir felaket yayılıyor. Depremler meydana geliyor, şimşekler çakıyor, patlamayla birlikte. Bunun aynısını erkek yani baba yapıyor. Kızınca dövüyor çocuğu. O zaman diyorlar ki bunu yapan biri var, babam gibi o da dövüyor. Baba bir anda Tanrı oluyor. Mezopotamya’da yapılan kazılarda ele geçirilen Sümer tabletlerine bakıyorsunuz, bizim ilk defa Tevrat’ta duyduğumuz Yaradılış hikayesi, Babil Kulesi, Nuh Tufanı, İbrahim’den önceki peygamberler efsanesi, İnsanın yaradılışı gibi hikayelerin benzerleri var. Yunan mitolojisine bakıyorsunuz, bizim dinlerimize ne kadar çok benziyor. Kargaşadan Gaia yaratılır yani yeryüzü. Yeryüzü, Uranos’u yani Gökyüzünü doğurur. Gökyüzü, Yeryüzünün üzerine yağar, bereket olur. Devler doğar, yüz kollular, tepegözler... Uranos bakar bunlar çirkin, devler hariç hepsini yutar. Anne Gaia üzülür ve Devlerden Kronos yani Zaman’ı babasına kışkırtır, Kronos babasını yener ve Tanrı olur. Sonra o çocuklarını yutmaya başlar. Anne çocuklardan Zeus’u mağaraya saklar. Zeus büyür ve babasını yener, onu adaya hapseder ve baş tanrı olur. Kendisine Olimpos’un zirvesinde bir tanrılar krallığı kurar. Biraz düşününce, kendinizi zorlamadan bizim dinlerimizdeki benzerlikleri görebilirsiniz. Tüm bunların bir açıklaması olmalı değil mi! Nedir bu açıklama? Birileri bizimle alay mı ediyor yoksa her şey en başından beri yalanlar ya da görüngüler üzerine mi kurulu? İki büyük dünya savaşı atlattık. Büyük felaketler yaşandı ve hala daha savaşlar devam diyor. Bir büyük dünya savaşı daha yaşanır mı bilmiyoruz. Ancak yaşanırsa bunun son savaş olacağı da şüphesiz ki gerçek gibi duruyor. Ama şu anki dünyada da zaten sıkıcı ve monoton bir yaşam içerisine sıkışıp kalmadık mı? Çevrenize iyi bakın, memuriyetlere bakın. Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sındaki gibi sıkıcı ve acımasız bir bürokrasi içerisine sıkışmış haldeyiz. İnsan doğaya aykırı bir şey değil, onun bir parçasıdır diyor Russell. Az yukarıdaki doğayı anlamlandırma anlatımından sonra bunu izah etmeye gerek yok sanırım. İşte size dinin izah işlevi. “İnsanlar ölümsüzlüğe inanmak istiyorlar.” Doğru diyor Lord Russell. İnanmak istiyoruz çünkü öldükten sonra her şeyin sona erebileceği fikri ile yaşamak çok zor. Yaşadığımız sefil hayatlara bakınca, öldükten sonra ikinci bir şansın olmayışı karşısında duyacağımız yeis, tek seçimlik hayatımızı da mahvedecektir. Her şeyin sona ereceğini bilerek yaşayan bir insanı, savaşa göndermek de zordur, onun duygu ve düşüncelerini kontrol etmek de zordur. Çünkü insanlar bilmek isterler ve din bize kesin ve gerçek bilgiyi vaat eder. Çünkü bilim, hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceğini, tüm bildiklerimizin şimdilik doğru olduğunu ve bir gün yanlışlanabileceğini söyler. Şimdilik böyle biliyoruz der bilim. Bu da şüphesiz ki insanları tatmin etmez ve kokutur. Korkuya kapıldığınızda ne yaparsınız? Birilerinden yardım beklersiniz. O an sizi içine düştüğünüz durumdan kurtarabilecek, ateşinizi düşürebilecek birileri. Kim olduğu önemli değildir, sadece kurtulmak istersiniz. Kimse yoksa da Tanrı’ya sığınırsınız. Ondan medet umar, sizi ancak onun oradan çekip çıkarabileceğini düşünürsünüz. Russell’ın şu sözü çok ilgimi çekti; “Şayet dünyayı Tanrı yönetiyorsa, Tanrı’yı da dua ile harekete geçirebiliyorsak, kadiri mutlaklıktan payımıza düşeni almış oluruz.” Sizce de öyle olmuyor mu? Tanrı bizim zor durumda olduğumuzu görüyor ve bizi kurtarabilecekken neden bizim dua etmemizi bekliyor? Yoksa diyecek misiniz ki biri senden yardım istemeden onun yardıma ihtiyacı olduğunu nereden bilebilirsin? Ama o Tanrı! O her şeyi biliyor ve görüyor. Yine de bize yardım etmesi için ona dua etmemizi istiyor. Ve ben dua ettiğim zaman Tanrı beni görerek harekete geçiyorsa o zaman bende tanrısal bir güç olması gerekmiyor mu? Kafalar gene karıştı değil mi? Zaten sorunlu bir konu olmasa bu kadar çok filozof ya da bilim insanı bu konuyu çözememiş olur muydu? Bu konuya devam etmek istiyorsanız, siz de Russell ve kitaplarını alıp okuyunuz. Ben öyle yapacağım.
Neye İnanıyorum
Neye İnanıyorumBertrand Russell · BGST · 2015144 okunma
·
215 görüntüleme
Enver Baş okurunun profil resmi
Yazınızın hepsine katılmakla beraber, Sokrates'in "niçinci" felsefesinin ne için gerçeği araştırmalıyız? ne için çevremizi tanımalıyız? ne için yaşamaya devam etmeliyiz? soruları da soracağından yunan bilimine ihanet etmekten ziyade yunan felsefesine farklı bir bakış getirdiğini düşünüyorum. Bu yüzden de Russell'ın güncel bilim yöntemlerini kabul etmedi gerekçesiyle ve yine toplumun büyük kısmında temelsiz inançlara yol açabileceği gerekçesiyle Sokrates'in felsefesinin gereksiz bulunması bilimden daha büyük bir eksik getirecektir diye düşünüyorum. Çünkü niçin yaşamalıyız ki? :D
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.