Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

418 syf.
10/10 puan verdi
·
41 günde okudu
DEĞERLERİMİZE, İNANCIMIZA SALDIRAN, BİZ!
Kitaptan çok sevdiğim bir alıntıyı paylaşıyorum, zira ben bu denli anlatamam bu kitabın önemini, toplum olarak gençlerimiz olarak kaygan bir zemindeyiz, tarihimiz ve kültürümüz bu zeminin üzerinde, bugun ya baban nasıl düşünüyorsa öyle düşünüyorsun ya da babana tam ters, özellikle Türk toplumunun yapısına uymayan birtakım ideolojilerin avukatlığını yapanlar aslında asil bir tarih ve kültürü yok saymaktadır, savunucusu oldukları o kültürler tarafından da zaten hoş görülmemektedirler. Ne pahasına? Dini 'ben bilimi savunurum abi' diyeceğiz diye öyle bir eleştiriyoruz ki insanların inançlarıyla dalga geçiyoruz, ve de bunu farketmiyoruz bile, niye? Çünkü artık filmlerde gördüğümüz bilimin peşinde koşan modern insan o şekilde. Kapitalizm diye bişey var demi, dine gerek yok. İnsanlar inançla ilgili nasıl bu kadar keskin konuşabiliyor anlamıyorum bende mi bir sorun var? benim de git gellerim oluyor, ama sanki kimisi ölmüş de 'öbür taraf' diye bir şeyin olmadığını görmüş gibi konuşuyor abi öldün mü hiç nerden biliyosun hiç düşünüyomusun herşeyin doğru olabileceğini? ben anlam veremiyorum. Eskiden ne dünya heveslisiydim,çocugum olsa direk Roberte yada Galatasaraya gönderecektim bi de bi sürü paralar vererek nolucaktı benim zeki yavrum, kendi kültürüne yabancı bir genç. en son istediğim şey. eninde sonunda herşey bitecek, herşey gün gibi aydınlanacak sanırım o zaman göreceğiz ama hayatınızı böyle büyük bir risk alıp inanç konularıyla nasıl dalga geçebiliyorsunuz? Neyse bahsettiğim alıntı buydu. Buyrun. ''Çağdaş mı olacağız yoksa Avrupalılaşacak mıyız? Daha başka bir deyişle: Zamanın ilim ve fenninde Batı ile eşit müesseseler, sanayiler, teşkilatlar kurmaya mı talibiz? Yoksa usul ve üslubumuzdan, iman ve törelerimizden bütünüyle vazgeçip Avrupalılar gibi olmak mı istiyoruz? İşte bu büyük soru, Tanzimatın başından itibaren gazete sütunlarınca ve hatta ciltlerce tartışılmıştır. Fakat bir sonuca varılamamıştır. Çünkü yönetici ve aydınların büyük Japon liderlerini emsal tutarak bu hususta karar vermeye niyetleri yoktur. Kimileri karar vermemekte, kimileri zaten aldatılmış bulunmakta, kimileri de Batı'nın bizde türettiği ''gericilik'' heyulasından korkmaktadır. Bir kere, elbette biz, küçük Afrika kavimleri gibi ''Batılı sahiplerin'' bir görünüşleri ile, hemen onlara benzeyemezdik. Yani bizi ''eritemez'' ve başkalaştıramazlardı. Fakat, 18.yüzyıl başlarına kadar, Avrupaya tek başına meydan okuyan ve ''Yenilemeyen Türk''ün, eritilemezse bile hiç olmazsa özünden koparılması lazımdı. Bu husus Avrupalı hristiyanlık, kültür ve yönetim kurmayları tarafından inceden inceye planlanıyordu. Nihayet vaktiyle Osmanlı'nın kullandığı bir usul geldi hatırlarına. Bu ise; Türkiyenin mukadderatına hakim olacak aydınları, Batı hayranlığı, Batı usulleri, Batı inançları ve Batı yaşayışına özenti içinde yetiştirip okutmak olabilirdi. Devir Osmanlı devri idi. Yani Türkiye'de Müslüman kadar Hristiyan, Türk kadar başka kavimler de vardır. Batı, bu konuda şu yolu tutturdu: Daha çok itimat ettiği, Hristiyan ve Musevileri, komisyoncu, aracı, ithalatçı ve ihracatçı yaparak, imtiyazlı bir zümre haline getirdi. Türk okumuşlarını ise kolejlerde, sultanilerde veya İngiliz, Fransız, Alman vakıflarının açtıkları özel mekteplerde Batılılara benzemek heyecanı ile koşuşan kimseler haline getirdi. Bu taktik ve plan uygulanması inanılamayacak kadar başarılı olmuştur. Kolejlerde ve bizzat Batı'da yetişen kimseler, iç ve dış işlerde, orduda, yönetimde, üniversitede Türk mukadderatına hakim olmuşlardır. Daha sonra onların kolejlerinde yetişenler Türk okullarına, eğitim sistemine, basına ve her sahaya da el atmışlardır. Böylece Batı, Türkiyenin en kıymetli cevherini, yani bazı nüfuzlu aydınlarının ''beyinlerini'' kendine bağlayınca yukarda söylediğimiz o tereddüt ve ''ikicilik'' azalacağı yerde içimize iyice ve sanki devamlı olarak yerleşmiştir. O gün bugün tartışıyoruz: Fakat içine tıkıldığımız ve sel gibi hızlı akan bir nehrin üzerinde, bizden gittikçe uzaklaşmaya başlayan bir geminin içinde tartışıyoruz. Tartışan biziz, fakat gemiyi akıntıya bırakan başkalarıdır. Rahmetli Cemil Meriç ve Kemal Tahir'in benzetişleriyle: Biz vaktiyle nasıl yabancı soyların beyin ve kabiliyet sahibi yahut asil ve zengin gençlerini alıp kendi İslamiyet ve milletimizden geçirerek,(Sokullu Mehmet) kendi soyuna, kültürüne karşı savaşan liderler, yöneticiler olarak kullanmışsak, Avrupa ve Amerika da bir asırdan beri bizimkileri devşirmiştir...Batı'nın Yeniçerisi olarak kültür ve medeniyetimizi, iman ve örfümüzü esir aldırtmıştır. Dün olduğu gibi bugun de Batı devletlerinin bayraktarı gibi çalışan iç ve dış yöneticilerimiz vardır. Eski tanzimat dünkü tek particilik gibi bugün masonluk, holdingcilik, ''ilericilik'' va hatta özel bir anlamda kasten kullanılan ''Atatürkçülük'' dahi '' beynelmilelci, gizlici, çıkarcı zümrelerin elinde Türkiyeyi bir anlamda sömürge yapmanın aracı gibi istismar etmektedir.'' Ziya Paşa aslında bu konuyu en güzel şekilde özetliyor : İster isen anlamak cihanı Öğrenmeli Avrupa lisanı Bitmiş orada fünun terakki Diyerek çağdaş olmayı savunurken, İslam imiş devlete pabendi terakki(ayak bağı) Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı Milliyeti nisyan ederek(unutarak) her işimizde Efkarı Frenge tebaiyet(tabi olmak) yeni çıktı Diyerek de batılılaşmayı reddediyordu.
Temellerin Duruşması
Temellerin DuruşmasıAhmet Kabaklı · Türk Edebiyat Vakfı · 2008270 okunma
··
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.