Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

245 syf.
6/10 puan verdi
William Faulkner’dan bahsederken hep bir sis bulutunun ardından konuşmak lazımmış gibi geliyor bana. İsimleri birbirine karıştırmak, aynı kişiyi kimi zaman ismi kimi zaman da isme benzeyen bir soy isimle ifade ederek iki ayrı kişiymiş zannı uyandırmak; ya da karakterlere cinsiyeti evrensel olarak bilinmeyen isimler vererek karakterlerin erkek mi yoksa kız mı olduğu konusunda (Türk) okuru şüpheye düşürmek… William Faulkner’ın Türkiye’de pek okunmamasının sebepleri bunlarla sınırlı değil; en bariz neden, çoğunlukla bizim yabancısı olduğumuz bir yer ve zamanı anlatması: ABD’nin güneyi, 20. yüzyıl başları. Tüm bu uzaklaştırıcı sebepler düşünüldüğünde, Faulkner’a şöhret kazandıran romanı Tapınak’ı (Sanctuary) okumak bu yazarı keşfetmek için en makul roman gibi görünebilir. Ancak iş tam olarak da öyle değil. Roman her ne kadar okuduğum diğer romanlarına (Ses ve Öfke, Döşeğimde Ölürken) göre çok daha anlaşılır olsa da, Faulkner’ı Faulkner yapan bazı temel ögelerden yoksun. Bunların arasında açık uçlara yer verilmemesini, bilinç akışının görece daha az kullanımını ve çevirideki birkaç eksikliği inceleyelim. Öncelikle, ana hatlarıyla konudan bahsedelim. Roman Horace isimli (soy isimli) bir avukatın romanın ilk yarısına sahne olacak yasadışı içki üretim fabrikasından geçişiyle başlıyor. Bu idealist ama aynı zamanda da beceriksiz avukat, Faulkner’ın eziyet etmekten neredeyse memnun olduğu bir tip. Roman Horace ile açıldıktan sonra çabucak odak değiştiriyor ve romanın anlaması en zor kısımları başlıyor. Temple Drake isimli bir genç kızımız var, erkek arkadaşı Gowan ile bir partiye gitmiş, sonra araba ile ertesi günkü maça gidecek olan trene yetişmeye çalışırlarken kaza yapıyorlar ve Horace’ın şöyle bir gelip geçtiği içki üretim fabrikasına düşüyorlar. Buradaki zenciler için bir kızın buraya gelmesi büyük bir olay elbette, hepsinin aklında pis düşünceler var. Temple da bunun farkında ve bu yüzden orada kalmak istemiyor. Ama aynı günde birkaç kez sarhoş olabilen erkek arkadaşının içler acısı hali düşünüldüğünde, yapacak fazla bir şeyi yok. Romanın bu kısımları Faulkner’ın en Faulkner olduğu yerler diyebiliriz. Bilinç akışı olsun, belirsiz anlatım olsun, zamanda atlamalar olsun, gotik anlatım tarzı olsun; bir Faulkner romanından bekleyebileceğiniz her öge bu gerilimli kısma serpiştirilmiş vaziyette. Faulkner’ın sisli anlatımı hem gerilime, hem de sürükleyiciliğe katkıda bulunuyor. Bu sisli kısımlar bir cinayet ve tecavüzle son bulurken, romanın ikinci kısmı başlıyor. Temple Memphis’e kaçırılmış, Horace’a da cinayeti araştırmak düşmüştür. Bu kısımlar daha çok bu sisli bölümlerde ne olduğunu çözmenize yardımcı nitelikte ve çoğunlukla tekdüze. Tekdüzeliği katlanılır kılan iki faktör var. Birincisi, yazarın ilk kısım diye tabir ettiğim yerde oluşturduğu yapbozu çözmek. İkincisi, yazarın başarılı ruhsal betimlemeleri. Özellikle Temple’ın içki fabrikasında geçirdiği o geceyi anlattığı kısım kitabın zirvesi denebilecek düzeyde. İkinci kısımda Faulkner’ın o dönemin toplumunu yansıtıcı (belki de eğimli bir ayna gibi bozuk bir yansıtıcı, nitekim kitap yayımlandığı vakit hakaret olarak nitelendirilip güneydeki bazı yerlerde yasaklanıyor) ilginç kısımları var. Mesela cinayetle suçlanan adamın evlilik dışı bir ilişkisi ve bir bebeği var. Toplum, kadını ve çocuğu dışlıyor; öyle ki kendi şehirlerinde kalsınlar bile istemiyorlar. Horace, idealist bir avukat olarak, bu kadınla çocuğa yardım etmeye adıyor kendini, kendini de okların hedefine koyacak derecede. Ailesi onu anlasa da, onlar dahi bir süre sonra Horace’ı yalnız bırakıyorlar. Aslında bu cinayet davasında her şey ortada; ancak, malum sonu engellemek mümkün değil. Bu yönden bakıldığında, romanı Sartre’ın Yabancı’sına (hüküm çoktan verilmiştir) ve daha da önemlisi Jose Saramago’nun Körlük’üne çok benzetiyorum. Körlük hakkındaki yazımda şöyle demiştim: “Yazar körlük sürecini bir deney gibi başlatıyor. Bir çözeltiye bir damla başka bir madde ekliyor ve doğal bir şekilde maddenin çözeltiye dağılışını anlatıyor. … Tabiri caizse deneye dışarıdan hiçbir müdahale gerçekleşmiyor. Romandaki bu düzlük, kayıtsızlık, ortada dönen rezilliğin vuruculuğunu artırıyor.” Tapınak için de aynı şeyi -en azından romanın ikinci kısmı için- söylemek mümkün. Hatta Faulkner’ın bu deneye keskin bir tiksintiyle baktığı da ortada. Diğer romanlarında (Ses ve Öfke, Döşeğimde Ölürken) yazarın empati ve sempati çabalarını gözlemlemek mümkünken; burada hiç kimseye karşı hiçbir iyi duygu göremiyoruz. Canları cehenneme diyorlar ya, öyle. Bu noktalarda, romanın toplumsal ve tarihsel arka planından yoksunluk, insanı romanın uğraştığı meselelere yabancılaştırıyor. Mesela Memphis’in ne menem bir yer olduğunu önceden biliyor olursanız Temple’ın Memphis’e kaçırılmasının ne demek olduğunu daha o kısımları okumadan kavrıyorsunuz. Peki, madem roman böylesine çarpıcı ve diğer Faulkner romanlarına göre daha anlaşılır, neden bu roman Faulkner dünyasına giriş için iyi bir tercih değil? Öncelikle yerel bir sebepten bahsedelim, çeviri. Romanın özellikle ilk kısmının çeviri açısından pek başarılı olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar güneyin sokak ağzını İç Anadolu şivesiyle vermek gibi şaşırtıcı çözümler mevcut olsa da, anlatımın ilk kısımda sürükleyiciliğe rağmen aynı zamanda olması gerektiğinden daha kafa karıştırıcı olduğunu düşünüyorum. İkinci kısmın tekdüze anlatımı, çevirideki muhtemel eksiklikleri örtmede yardımcı. Bu tekdüze kısım bizi ikinci sebebe getiriyor. Faulkner, Ses ve Öfke’de de benzer bir yapı kullanmasına rağmen (anlaması güç bir ilk kısım, görece daha anlaşılır ama bulanık ikinci kısım ve tekdüze ilerleyen son iki kısım), bu romanın tekdüze kısmı Ses ve Öfke’nin son iki kısmı kadar nitelikli değil. Yazar, romanın kafa karıştırıcı kısmında oluşturduğu bulmacayı okura çözdürürken biraz ağırdan alıyor. Ayrıca Ses ve Öfke’de çok boşluk kalırken, bu romanda hiçbir boşluk bırakılmamaya çalışılmış denebilir. Hele romanın sonunda kötü adamımız Popeye’ın acayip hayat hikâyesinin tamamen yersiz. Üçüncü eksiklik olarak bahsettiğim bilinç akışı tekniğinin sınırlı kullanımının ise biraz daha kişisel bir eleştiri olduğunu söylemeliyim. Bu eksikliği dolduracak başka bir şeyin olmaması belki de bunu bir eksiklik kılıyor. Evet, elde sarsıcı bir konu ve kurgu var; ancak bu noktaların fazlasıyla vurgulanması sadece ajitasyonu artırıyor ki bu da Faulkner romanına pek yakışmıyor. Özetleyecek olursak, Tapınak, sarsıcı bir kitap. İlk kısım diye adlandırabileceğim sisli anlatımın olduğu bölümlerde gerilim güzelce artırılıyor; gotik anlatım da ayrı bir renk katıyor. Tüm bunların ortasında İç Anadolu şivesiyle konuşan karakterler renk mi katıyor renk mi alıyor karar vermesi güç. Romandaki düğümlerin çözüldüğü ve daha çok tekdüze bir anlatım gördüğümüz ikinci kısım ise romanın geçtiği dönem ve toplum hakkında bilgi sahibi olunduğu takdirde daha anlamlı olacaktır. Bu romanın, okuduğum diğer iki Faulkner romanına göre daha yerel kaldığını söylemek mümkün. Bu yüzden bu roman -ve yazar- okur için “iyi de ilgi alanıma girmiyor” kategorisine girebilir.
Tapınak
TapınakWilliam Faulkner · Yapı Kredi Yayınları · 2021282 okunma
··
52 görüntüleme
Cem okurunun profil resmi
Ne güzel bir inceleme..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.