Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şevket Süreyya Aydemir
Şevket Süreyya Aydemir
harbe katılmadan önce büyük Turan umutlarıyla dolu bir Türk genci ve bu umutlarla gidiyor cepheye. Fakat anadolu diye gördüğü topraklar, kurak ve bozkır, akarsuları ise onun geldiği yerdeki gibi gür akmıyor. Şaşkına dönüyor Aydemir, şiirlerle cennet diye anlatılan anadolu bu olamaz, diyor. Fakat harbe katıldığında, bölüğündeki askerlerin, anadolu askerlerinin cehalet ortamında büyüdüklerine de tanık oluyor ve bu tanıklığını otobiyografik romanı olan
Suyu Arayan Adam
Suyu Arayan Adam
’ın 86-91 sayfa aralığında şu şekilde aktarıyor: “...Fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktu. Derse başlarken İstanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplars katılmamasını söyledim. Sonra askerlere sordum: -Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz? Hep birden: - Elhamdü-l-illah Müslümanız, diye cevap vereceklerini sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi “İmamı azam dinindeniz” dedi. Kimisi “Hazreti Ali dinindeniz” dedi. Kimisi de hiçbir din tayin edemedi. Arada: -İslamız, diyenler de çıktı ama; -Peygamberiniz kimdir? deyince, onlar da puslayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi; -Peygamberimiz Enver Paşadır! ... “...Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı. -Bi hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı.: -Biz Türk değil miyiz? deyince de hemen -Estağfurullah! diye karşılık verdiler. ...”Estağfurullah” diye cevap verenlerin görüşüne göre, Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı. Yahut belki de aslında Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı. Anadolu‘da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. Gerçi bu öldürülenler hakiki saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleriy’diler. Demek ki korku hala yaşıyordu... Bu durumun Aydemir’i umutsuzluğa sürüklediği de oluyordu. Ve şöyle yazıyordu kitabında: -“Bu insanlar neye yarar, derdim, bu adamlarla, bu birbirini tutmayan, birbirine yapışmayan insan malzemesiyle hangi toplum yapısı düzenlenebilir? Ancak disiplinin kıskacı içinde savaşıyorlar ve ölüyorlar demektir. Bu şehit künyesi diye askerlik şubesine gönderdiğimiz isim, belki de hakikatte yakalanmış bir asker kaçağının uydurma adıdır. Galiba biz kendi kendimizi aldatıyor. Galiba ilerimizde Turan’ı kurmak isterken gerçekte, arkamızdaki Türkiye bile bizim değil... Hatta ilk iş, belki de Turan’dan önce Türkiye’yi kurmak ve kazanmak?...” Fakat sonra bu düşüncesini tam tersi yönde şekillendirdiğini de şu şekilde aktarıyor: “ peki ama, diyordum, bu insanlar kendi sefaletlerinden niçin kendileri sorumlu olsunlar? Evet, kendi maddi ve manevi sefaletlerinden?Yüzyıllar boyunca bu insanlara ne verdik? Köylerine yol mu yaptık? Yol başına mektep mi kurduk? Camisi, muallimi, imamı var mı? Hastalıklarıyle mi savaştık? Eşkiyaya, toprak ağasıba, şeyhe, mütegallibeye karşı onu koruduk mu? Dinin hükümlerini, milletin adını, vatanın sınırlarını öğrettik de öğrenmediler mi? Verdiği vergileri, aldığımız askerleri ne yaptığınızı söyledik mi? Padişahın adını nereden bilsin? Başkentin adını neden bilsin? Hatta bütün bunlara rağmen onun bugün gene burada olmasına şükretmeli. Yoksa bu at bir gün başını kaldırır ve bizi üstünden atabilir!...”
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.