VURULDUM!“Bugün 70'lerin başbakanı Nihat Erim'in adını bile duymamış insanların, o dönem hücrelerde yatan Ahmed Arif'in adını, şiirlerini halen yüreklerinde bir bayrak gibi taşıması, edebiyatın zamana direnen gücünün muktedir olanı her zaman yeneceğinin somut kanıtıdır.”
Yılmaz Odabaşı
Herkes şiir sevmez. Niye sevmez? Çünkü edebiyatın “overdose” kısmıdır da ondan. Aşırı dozda duygu alırsanız bünyeniz kaldırmaz.
Hem bulaşıcıdır şiir.
Umut, sevda, isyan, hatta yaşama sevinci bulaştırır. Birçoğumuz bu yüzden mesafelidir şiire. Ben bilirim bunu ama onlar itiraf etmezler.
Sustuklarımızı bizim yerimize haykırır:
“her ömür kendi gençliğinden vurulur”
Karanlığa direnir; seni de yanında sürükler:
“şiirleri sabahlara gerelim, aydınlık olsun”
Olmadık yerde umuda salar insanı:
“günlerin çarmıhında
seni en güçlü kollarımla sevdim
daha çok olsun dedim, her şey daha çok
daha çok olsun yaşamak, madem doğduk”
İnsan olma onurunu incitmeden ele verir seni:
“yırtık bir ağrıyla dolaşıyorum günlerdir
günlerdir parasızlık akıyor ceplerimden”
En naif biçimde haddini bildirir:
“kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını;
...
akşam, dönerken evine:
filen kadarsın...”
Aşk demeden aşkın binbir hâlini anlatır:
“oysa ölünecek bir şey yokmuş
gidince sen
yaşanacak bir şey olmadığı kadar”
Ve en fiyakalı vedadır giderken. Hoşçakal bile demeden:
“bir su yatağı gibi aktım sonra kendime
kan bile damlamadı, yürüyüp gittim
yüzüme yalancı bir sevinç iliştirdim”
Şairler...
Adından önce dizeleri gelir aklımıza. “Tek kişilik kalabalıktır aşk.” demiş, dillere destan olmuş. “Yakarım Geceleri” demiş, dudaklara ses olmuş ODABAŞI
Farsça olmuş, İngilizce, Almanca, Fransızca, Kürtçe olmuş şiirleri. Olmuş da dilden dile dolaşmış.
Öyleyse, hiç okumadan olur mu?