Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

327 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Kitabımız 11 bölümden oluşmaktadır (Kitabın başında yer alan takriz, önsözler ve sonda yer alan bibliyografya hariç). 1. BÖLÜM: CİHAT Bu bölümde yazar, İslam ve şanlı Osmanlımızda çok büyük öneme sahip olan ‘’cihat’’ kavramının kutsiyetinden bahsetmiştir. Cihat kavramının farklı anlamlarına yer vermiş. Ayrıca ayetlerle birlikte örnekler sunarak, dinimizin bu kavrama verdiği değeri güzel bir şekilde açıklamıştır. Cihat kavramının farklı dönemlerdeki yerine değinilmiştir. Bu dönemler: Ashab’da Cihat Aşkı, Sonraki Dönemlerde Cihat Aşkı, Osmanlı’da Cihat Aşkı şeklinde sıralanmıştır. Bu bölümlerde cihada dair hayattan örnekler verilmiştir. Bu örneklerde cihat aşkına ve şehadet şerbeti içme arzusuna duyulan büyük istekten bahsedilmiştir. Bu cihat aşkının en zor şartlar altındayken bile askerimizin ruhunu ve bedenini ayakta tuttuğunun üstünde durulmuştur. Son olarak birkaç usta şiirimizin cihada dair döktüğü mısralarla bu bölüm sonlandırılmıştır. Bu bölümden elde ettiğim bulgulara gelecek olursam eğer; sadece tek bir kavramla bile-’’cihat’’ kavramıyla-tarihimize duyduğum hayranlığın beni büyülediğinden bahsedebilirim. Özellikle de, yer yer verilen ayetlerle, gerek dinim gerek tarihim adına bir daha gurur duydum. Ayrıca, yazarın diğer ana bölümlere geçmeden önce bu kavramın üstünde bu denli durmasını çok hoş buldum-ki ilerleyen bölümlerde en zorlu şartlar altında savaşan atalarımıza savaşı kazandıran şeyin bu kavram olduğunu daha iyi anlayacaktım. Çıkarımlar açısından düşündüğümüzde; savaşın kazanılmasında cihat önemli bir unsurdur. Cihat aşkını veya herhangi bir inanışı bünyesinde barındıran toplumlarda savaşların kazanılma olasılığı diğerlerine göre daha yüksektir diyebiliriz. 2. BÖLÜM: HAÇLILARI TANIYALIM Bu bölümde yazar, genel olarak Haçlıların bize duyduğu nefret, kin ve düşmanlığı üzerinde durmuştur. Öyle ki geçmişteki başarılarımızla defalarca kez Hristiyan âlemine uğrattığımız bozgunlukları kabullenmek istemeyen Haçlı âlemi çıkıyor karşımıza. Bu âlemin en büyük kaygısı, yazarın da deyimiyle :’’Hilal’in Haç’ı boğacağı korkusudur.’’ Bu korku Hristiyan âleminin Türk’e karşı gereksiz bir düşmanlık beslemesine yol açmıştır. Bu düşmanlık ve kin öyle bir hale gelmiştir ki, Türklere haksız ve çirkin yakıştırılmalar yapılmıştır. Azınlıklara ve diğer devletlere, bu aslı astarı olmayan yakıştırmalarla Türkler ‘’barbar, vahşi, gaddar’’ bir millettir, ibaresi gerçekmiş gibi aşılanmış, bu şekilde çoğunluğu azınlık olmak üzere diğer devletlerin de Türklere bu gözle bakılması sağlanmıştır maalesef. Yazar, bölüm boyunca Haçlı askeri ve Türk askerini, yaptıkları davranışlar, kişilikleri bakımından mukayese ederek, söylenenlerin aksine Türk milletinin merhametini, düşünceli oluşunu, naif kimliğini çok güzel örneklerle gözler önüne sermiştir. Bu örneklerde, Haçlıların sözüne inanıp da aldanan sonradan pişman olan Anzak askerlerinden de bahsedilmiştir. Bu bölümden çıkardığım bulgulara gelirsem eğer, Haçlıları ve onların emellerini daha net öğrendiğimi söyleyebilirim. Açıkçası, Türkler hakkında bu kadar korkunç ve asılsız sıfatlardan bahsetmiş olmaları beni üzecek duruma getirdi. Bunu kitabın da içinde yer alan bir Anzaklı Subayın öyküsüyle örnek vermek istiyorum: ‘’25 Nisan 1915 günü Arıburnu’na çıkarma yapan iki Anzak subayı bizlerce esir düşmüş ardından Hüseyin Avni Bey’in çadırına getirilmişlerdir. Fakat bu sırada bir şey Türk askerlerinin dikkatini çeker. İki esir durmadan titremektedir. Bu durumun nedeni seneler sonra ortaya çıkar, meğer o iki esirini korkudan bu kadar titrek hale getiren şey, ordu komutanlarının Türkler hakkında dedikleri şu korkunç sözlermiş:’’ Sakın Türklere esir düşmeyin ve ölene kadar çarpışın. Çünkü Türkler yamyamdır, sizi yerler.’’ Bu asılsız sözlerden de anlaşılacağı üzere, o gün esir düşen iki asker, o gün Türkler tarafından yenileceklerini düşündükleri için korkudan titremektedirler. Ne var ki, komutanlıklarından işittiklerinin aksine Türklerin onları centilmence karşılamaları, onlara Türk’ün asilliğini ve ne derece aldatıldıklarını göstermiştir.’’ Bu bölümde buna benzer öykülerle, Türklerin asıl kimliğini öğrenip pişman olan nice askerlerin öyküleriyle dolu. Buradan da anlıyorum ki Haçlıların kendilerine medeni bize barbar demeleri ne kadar gülünç ve üzücü bir tutumdur. Haçlılar, Türkler tarafından mağlup edilince bunu gururlarına yedirememişlerdir ve bunun üstesinden gelmek için asılsız iddialar ortaya atarak, azınlık askerleri de kendi menfaatleri uğruna savaşa sürmüştür diyebiliriz çıkarımlar açısından. Burada Haçlıların etik yollarla olmasa da kendi aralarında bir beraberliğinden söz edebiliriz. 3. BÖLÜM: BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ÇIKIŞI Bu bölüme yazar, Avrupa’nın menfaatleri ve sömürgeleri üzerinden örnekler vererek giriş yapmış. Ve Avrupa’nın gözünü Müslüman toprağı olup da sömürge olmayan tek devlet olan Osmanlımıza gözünü nasıl diktiğinden bahseder. Kısacası, Batının Osmanlıyı tarih sahnesinden silmek istemesindeki büyük hırsını anlatıyor. 20.YY’ın başında sömürge tutkusunun Avrupa’yı bir barut fıçısı haline getirdiğinden ve bir savaşın patlak vermesine az kaldığından bahsediliyor. Tabi bu bahane Ferdinand’ın bir Sırp fanatiği tarafından öldürülmesiyle maalesef patlak vermiştir. Bu sırada savaşın neticesini az çok tahmin eden Osmanlı ise başta itilaf devletlerine bazı gizli teşebbüslerde bulunmuş olmuşsa da bu teklifler kabul edilmemiştir. Ki itilaf devletlerinin amacı zaten Osmanlıyı parçalayıp yutmaktır. İlerleyen süreçte ise Almanya’nın kendi çıkarları uğruna, Osmanlı kendini savaş sahnesinde bulmasıyla kapanıyor bu bölümümüz. Bu konu hakkında diyebileceklerim, Avrupa’nın sömürge bataklığını iyice genişletmek istemesi yüzünden dünyada patlak veren acımasız savaşın milyonlarca insanı yutması. Hele de bizim gibi kendisini bir anda savaşın ortasında bulan bir devlet, üstelik ‘’av’’ olarak görülen bir devlet için sürülen hain planlar, aldatmacaların bizi bugün bile eseflendiriyor olması. Üstüne üstlük geçmişi gibi şanlı olan Osmanlıya yakıştırdıkları ‘’hasta adam’’ yakıştırmasındaki çirkinlik, Batının kana ve sömürgeye doyamaması insanı fazlasıyla üzecek cinsten. İngiltere ve Fransa’nın bitmek bilmeyen sömürge rekabetinin bu savaşın çıkma nedenlerinden temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Neticede istedikleri olmuş ve savaş patlak vermiştir. İlk başta tarafsız kalan Osmanlı ise itilaf devletlerinin yanında savaşa girmek istemiş ancak bu reddedilmiştir, çünkü Osmanlı bu devletlerin olmazsa olmaz avı olmuştur. Almanya’ya gelirsek, o da kendi menfaatleri uğruna Osmanlıyı aldatarak savaşa sürmüştür ve durum gittikçe içinden çıkılamaz hâle gelmiştir, diyebiliriz çıkarımlar açısından. 4.BÖLÜM: ÇANAKKALE SAVAŞI: Yazar, bu bölümü çok kapsamlı bir şekilde ele almış. Gerek bazı yerlerde içimizi ısıtan, bazılarında ise yüreğimizi burkan çarpıcı, yaşanmış hikâyelerle; gerek acıklı şiir, türkülerle gerekse çarpıcı rakamlarla (şehitlerimizin sayıları, kullanılan savaş aletlerinin azami sayısıyla) ,hatta mucizevi olaylarla Çanakkale destanını okurun iliklerinde ona hissettirerek anlatmaya çalışmıştır. Bu bölüme ilk olarak harekâtın başlamasıyla başlanmıştır. Sonrasını ise bir solukta, bizi o günlere götüren olaylardan bahsedilmiştir. Çok zor koşullar altında, gerek asker yokluğu gerekse aş yokluğuyla azami sayıda savaş malzemesiyle ama cihat aşkıyla, vatan aşkıyla kazanılan savaşı anlatır yazar akıcı anlatımıyla. Tarihin böyle çarpıcı bir savaş görmediğinden, kazanmak için uğruna bir Darülfünun gömüldüğünü, gerektiğinde süngüyle, taşla savaşıldığını aktarılıyor. Mehmetçiğin vatanı uğruna her şeyinden vazgeçtiği, son anlarında bile vatanının menfaati için gösterdiği fedakârlıklardan (örneğin şehit olacağını bildiği için, o günkü öğünde bir şey yemeyen askerler, kıyafetlerini arkadaşları faydalansın diye ardında bırakan yiğitler, düşmanı oyalamak için bedenlerini siper eden aziz şehitlerimiz ve niceleri) bol bol yer almıştır kitapta. Ayrıca sadece Mehmetçik değil, savaşın kazanılmasında büyük tesiri olan Türk analarından kahraman kadınlarımızdan: Şerife Bacı’dan, Nene Hatun’dan, Elif Nine’den, Saliha Bacı’dan da bahsedilmiştir. ’’Beşik sallayan eller, gün gelir dünyayı sallar.’’ Sözü misali, kadınlarımızın fedakârlıklarını da es geçmemiş yazar. Buradan çıkarabileceğimiz bulgular gayet açıktır. Binbir türlü yokluk altında, sayamayacağız kadar zor koşul altında, düşmandan daha az sayısıyla, topuyla, tüfeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, talebesiyle, kadınıyla ortaya bir destan çıkaran aziz şehitlerimiz ve gazilerimiz bizlere ne güzel bir vatan armağan etmişlerdir. Kitapta yer alan çarpıcı örneklerin beni ne derece etkilediğini ve üzdüğünü buraya yazamam. Bende en çok yer eden olaylardan bir tanesi de, daha çocuk denilebilecek yaştayken kendini cephede bulan çoğunlukla bir daha geri dönemeyen talebelerimiz ve açlıkla savaşan Mehmetçiklerimiz. Bu sayı o kadar fazladır ki nerdeyse mektep sıraları bomboş kalmıştır. Öyle ki, ’’Biz Çanakkale’de bir darülfünun gömdük’’, sözünü daha iyi kavramış oldum. Çıkarımlarım ise şöyle; İngilizler, Türkleri küçümseyerek kısa bir zamanda Çanakkale’yi geçeceklerini zannediyorlardı. Anadolu o zaman maddi açıdan yoksuldu fakat manevi açıdan çok güçlüydü. Cihat aşkı Mehmetçiği bir kere bile yalnız bırakmamıştır. Bunun sonucunda savaş, binbir türlü fedakârlıkla kazanılmıştır.1.Dünya Savaşının aylarca uzatılmasına sebep olmuştur. 5.BÖLÜM: ÖYKÜLER Bu bölüm 16 öyküden oluşmaktadır. Öykülerin çoğunda Türk askerinin hoşgörüsünden, centilmenliğinden, cesurluğundan bahsedilmiştir. Bazı düşman askerlerinden ve bazı ecnebi devlet adamlarının Türkleri onurlu, centilmen bulmalarından bahsediliyor bazı hikâyelerde. Ben ,en çok etkilendiğim hikâyeyi özet geçerek bu bölümü anlatmak istiyorum. ‘’Bak Hele Benim Tüfek Bozulmuş’’ adlı hikâyede, bir askerimiz düşmana doğru ateş ederken tetiği defalarca çekmesine rağmen, ateş almadığını fark eder ve yanındaki arkadaşına dönüp bunun nedenini sorar, arkadaşı ise şöyle cevap verir: ’’Ne bozulmuşu, senin parmak gitmiş.’’ Arkadaşı bunu dediği vakit, parmağındaki acıyı hisseder Mehmetçik. Oysa ki parmağı orta yerinden kopmuştur. Bu örnek bile başlı başına gösteriyor ki, biz bu vatanı gerçekten onlara borçluyuz. İngilizlerin bir hafta gibi bir sürede bu toprakları alırız dediği Çanakkale’de, biz bu ve benzeri olaylarla değil topraklarımıza onlara bırakmak, değil bir hafta, biz bu azimle savaşın uzamasını bile sağladık. Bu savaş Türk’ün kanında akan cihat aşkı, Allah aşkıyla, vatan, millet aşkıyla, Türk’ün adaletli olmasıyla, şerefli, hoşgörülü olmasıyla kazanıldı. Bunu daha sonradan düşman askerleri de kabullenmek zorunda kalmıştır. Çıkarımlarım ise şöyle; bir savaşı kazanmak için her zaman maddiyat birinci safhada yer almaz. Bazen yokluk içinde bile mucizeler gerçekleşebilir. Zafer, o milletin inancına ve fedakârlığına bağlıdır. 6. BÖLÜM: TABLOLAR Yazar, buradaki başlıkta ‘’tablolar’’ derken aklımıza ilk gelen sanatsal olan tablolardan değil de, savaş yıllarında Anadolu’nun nabzını tutan çarpıcı öykülerden bahsetmektedir. Bir nevi Anadolu manzaraları gibi anlaşılabilir. Bu bölümde de en çok etkilendiğim öyküyü paylaşarak bitirmek istiyorum. ‘’Firari Olmayayım Komutanım ’’adlı hikâyede Sakarya Savaşı’nın bittiği gün yaşanan bir olaydan bahsedilmektedir. İsmail Hakkı Bey, bir keşif kolu çıkarır. Şehitlerin gömülmesini, yaralıların da toplanmasını ister. Bu sırada İsmail Hakkı Bey de savaş alanında dolaşmaya başlar. Bakar ki, bir tepenin başında yaralı bir Mehmetçik yatmaktadır. Hemen yanına gidip bir şeyi olup olmadığını, ondan bir isteği olup olmadığını sorar. Bu sırada Mehmetçiğin verdiği cevap ise yürek burkan cinstedir: ‘’Hiçbir şey istemem komutanım… Yalnız kıtama yazın… Firari olmayayım… Kaçtı sanmasınlar.’’ Bu tür öyküler okudukça bu devleti gerçekten ne kadar zorlu koşullar altında kazandığımız geliyor aklıma hep. On binlerce şehidimizin olduğunu düşünürsek eğer, kim bilir daha ne acıklı hikâyeler, sayıları bilinmeyip de ölmeden mezara koyulan nice şehidimiz var. ’’Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor’’, sözünden de bahsedildiği gibi bu Anadolu nelere şahit oldu, bugünleri görebilmek için uğruna kaç hilal söndü. 7. BÖLÜM: ANZAK TÖREN VE ABİDELERİ Bu bölümde yazar, başlıkta verildiği üzere, Anzakların geçmişlerine verdikleri değerden bahsetmektedir. Öyle ki dedelerinin mezarlarını görmek için dünyanın öbür ucundan gelip onları anan Anzakların takdiri hak ettiklerini yazar. Bunlara başka örnekler ekleyerek de düşüncelerini kuvvetlendirmiştir yazar. Bu olaylar şöyle dursun, bizim ise günümüzde şehit ve şehitliklerimize yeteri kadar değer vermediğimizden yakınır yazar. Batının nesillerini yetiştirirken aslı astarı olmayan fikirlerle bile gençlerini bilinçlendirirken bizim şanlı tarihimiz, binbir türlü kahramanlık destanımız varken nesillerimizi yetiştirmekteki sıkıntılarımızdan esefle bahseder. Aynı zamanda kafelerimize, belde ve mevki isimlerimize Batı kökenli isimler vermemizdeki vahim durumu da ele alır. Yazarın dediklerine ne yazık ki katılıyorum. Günümüzde dilimizin içeriğine bile baktığımızda özellikle de genç nüfus arasında sıkla kullanılan yabancı kelimeler olsun, kafelerimize, piyasa ürünlerimize verdiğimiz yabancı isimler olsun aslında tehlikeye nasıl yaklaştığımızın birer sinyali halindeler hepsi. Yazarın da verdiği bir örnekle durumun vahimliğinden söz etmek mümkün. Gençlerimizin çoğunluğu maalesef kendisini tarihle doldurmuyor ve bundan zerre kadar pişmanlık duymayıp gençliğini yavan bir şekilde yaşıyor diyebilirim. Buradan ulaşabileceğimiz çıkarımlar, bir milletin kökleri onun geçmişi ve atalarıdır. Bir millet tarihine olan bağlılığıyla öne çıkar. Kendi geçmişini gününe uyduran bir nesil, parlak bir gelecek yaratır. 8. BÖLÜM: GENÇLERİ ŞOKLAMA Yazar bu bölümde, Türkleri savaşla mağlup etmenin zor olduğunu bilen Batının farklı politikalar yürüterek bizden milli şuurumuzu almayı, bizi de sömürgeleri altına almak için çırpındığı hain planlardan bahseder. Bunları şöyle sıralayabiliriz: ’’Soğuk savaşlar, nesilleri dejenere etmek, insanları benliklerinden uzaklaştırmak, insanları tarih ve geçmişlerine düşman etmek, benliklerinden uzaklaştırmak, aralarındaki birlik ve beraberliği yok etmek.’’ Bu örnekler de gösteriyor ki, bir an önce kalkınmamız için donanımlı bir nesil yetiştirmeliyiz, yazar buna ‘’gençleri şoklama’’ demiş, onları doğru örneklerle, tarihin içinden derslerle devletimize kazandırabilirsek Batının oltasına takılmamızdan söz dahi edilemez. Bunun içindir ki, gençlerimiz bizim ana damarımızdır, onları şoklamak yapabileceğimiz en güzel davranıştır. Çıkarımlar; geçmişteki hatalardan ders çıkaran, analitik düşünebilen donanımlı bir nesil, ülkesinin geleceği olur, bağımsızlığını sürdürür. Milli şuura bağlandıkça devletleri tarih sahnesinden kolay kolay silinmez. 9. BÖLÜM: NETİCE Bu bölüm, bir nevi bir önceki bölümün devamı niteliğindedir. Netice olarak diyebileceğimiz şey ise, bir devletin parlak bir gelecek için bilinçli gençlere duyduğu ihtiyaçtır. Bu gençlerin zihinlerinde tarih nüfuzunun yer etmeli, geçmişten ders çıkarabilmeli ki içinde bulunduğu devlet kalkınabilsin. Bunun için bizlere önemli görevlerin düştüğünden bahsediyor yazar. Gençler, bir devletin kalkınması için başlı başına temel bir donanmadır. Onlara ne kadar iyi eğitim verilirse, medeniyet sahasında devletlerini o kadar öne çıkarırlar. 10. BÖLÜM: BİZ REDDİ MİRAS EDERKEN DÜNYA OSMANLIYI ARIYOR Bu bölümde yazar, dış devletlerin Osmanlı hakkındaki yüz gülümsetici yorumlarından bol bol alıntılama yapmış diyebiliriz. Öyle ki bir zamanlar Osmanlı toprağında huzur içinde yaşayıp da sonradan Osmanlıya başkaldıran azınlıkların veya da Osmanlıya karşı savaşmış devletlerin şimdilerde Osmanlıya, onun huzurlu yönetimine duydukları özlem dile getirilmiştir. Zamanında Osmanlıya başkaldırdığı için pişman olan ve günümüzde pişmanlık yaşayan devletlerin Osmanlıyı mumla arar duruma gelmesinden bahsediyor yazar, verdiği örneklerle. Halkını, güven verici koşullar altında yöneten bir devlet, bir gün yıkılsa dahi gelecek yıllarda hala adından söz ettirebilir. Başından beri bu devlete kin duyan düşmanları ise boş durmayarak, çeşitli propagandalarla bu devletin torunlarını dedelerine düşman ettirmek için etik dışı yollara başvurur. 11. BÖLÜM: ÇANAKKALE ŞİİRİ Bu bölümde Çanakkale şiirine yer verilerek, kitabın başından sonuna kadar anlatılan Çanakkale destanı böylece sona ermiş, kitap burada sonlandırılmıştır. Şiirde en çok dikkatimi çeken ve destanımızı çarpıcı bir şekilde yansıtan mısra ise: ‘’Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor’’, olmuştur. Bir devleti kazanmak, o topraklar kanla boyanmadığı müddetçe mümkün değildir. Bir devlet ancak elinden gelen her türlü fedakârlığı yaptıktan sonra zafere ulaşabilir. GENEL DEĞERLENDİRME: Yazarı değerlendirecek olursam eğer, kitabını okuru sıkmayacak bir şekilde kaleme almıştır. Özellikle de bir tarih kitabında bunun çok iyi bir artı olduğunu düşünüyorum. Yazarın, akıcı, içten anlatımı olayları kendi içimde bana bir daha yaşattırdı. Ve bir genç olarak, kitapta-özellikle de gençlere -verilen mesajları üstüme alındığımı belirtebilirim. Kitabı okurken kendi tarih bilgimi de sorgulamadım değil, bunun için tarih kitaplarına yönelip en kısa zamanda eksiklerimi kapatmam, tarihime dört elle sarılmam gerektiğini de yazarın mesajlarından kaptım.
Haçlı Gururunun Ezildiği Yer - Çanakkale
Haçlı Gururunun Ezildiği Yer - ÇanakkaleAbdullah Uçar · Kendi Yayını · 201044 okunma
·
91 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.