“O” SÖZLERİN ÇİZDİĞİ RESİMYıllar öncesi. Güneydoğu’da tenha bir ilçedeyim. İstanbul çocuğuyum. Işıklı caddelerden, denizlerden, martılardan ayrılıp gelmişim. Ne yana baksam dağ, kirli renkler. Ne zaman baksam içimde ağlama hissi.
Çarşıya çıktım. Erkek gibi, pantolonumla. Kızlar pantolon giymezmiş; çok ayıp. Hesap soran bakışlardan iyi bir dayak yedim. Onlardan nefret ettim.
Çarşı dediğin bir avuç dükkân. Saçlarımı nerede kestireceğim? Ben medeniyetten geldim, burada maydonoz bile yok. Maydonozdan da nefret ettim.
Okulda bir koridor. Kızlarla aynı yönde yürüyemezsin. Onlar bir tarafa, sen bir tarafa. Tarafımı ben mi seçtim doğarken? Okuldan nefret ettim.
Bir şarkı söyledi öğrenci. “Yolcusuz yolların anlamı olmaz.” Boş derse gelen öğretmenin gözleri uzaklarda. Burası çok uzak! Uzaklardan nefret ettim.
“Terbiyeli eteğimi” giyip bir gün ekmek almaya gittim. Ekmek. Somun değil. Açık ekmek, öyle düz, gözler önünde. Para nerede? Unutmuşum, utandım. Bıraktım “açık ekmeği”, kapıya yöneldim. “Hele dur!” dedi fırıncının sesi. Kara gözlerinin içi gülümserken ekmeği tutuşturup elime, “ Bişe etmez!” dedi.
Gören gözler için ekmekleri gibiymiş meğer yürekleri. “Açık!”
Anlayabilir mi bunu bir şehirli? Şehirde her şey gizli.
O gün nefretlerimi fırının ateşinde erittim.
Yıllar sonra, Edgü’nün mevsimindeyim. Bir kez daha çaresizliğin mevsimine gittim. Hangi dili konuşuyorduk, kimin diliydi insanı insana anlatan? Hadi, açın bildiğiniz bütün sözlükleri!
Dağ yollarını bilmeyen bir öğretmenin, dağ köyünde konuştuğu dili çevirin kendi dilinize. Bakın o köhne sınıftaki gözlerin içine. İlgililerin ilgisinin yetmediği o yerde, siz verin cevapları kendinize.
Artık ölecek bebe kalmayana dek peş peşe bebelerin öldüğü o yerde, siz öğretin abeceyi kardeşlerine. “Bahara değin yaşar dağ başında yapılan kardan adam.” Isıtın çocukların çıplak ayaklarını kar üstünde.
Haydi, bul sözcüklerini bu kitapta. Hatta yaz bir kâğıda, ver yüreğinin postasına. Emin ol, bulacaktır sahibini .