Eskiler ne güzel söylemiş; “ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu diyardan gideceğiz.” Biz ne deveyi güdebildik, ne bu diyardan gidebildik, kafamız yıldızlarda içine saplandığımız çamurun içinde battıkça battık...
Dünya üzerinde en çok yıkıma sebep olan olaylardan biri şüphesiz 1. Dünya savaşı, gerek Hollywood yapımları olsun, gerek görsel basın, yayın olsun en çok aşina olduğumuz konulardan biri de aynı zamanda. Peki, sanki hep bir film karesiymiş gibi gelen bu savaşı olanca dehşetiyle yaşamış ve kaleme almış birinden dinlemeye ne dersiniz.
Şolohov şüphesiz Rus edebiyatının en güçlü isimlerinden biri, hakkında pek bi bilgim olmasa da Durgun Don serisinin ilk kitabını okuduktan sonra bunu daha iyi idrak ettim. İnsana içinde bulunduğu anı unutturan bir dili var kitabın, günlerdir çarlık Rusya’sında yaşıyormuş gibi hissediyorum. Oya gibi ince ince işlenmiş, çoğu kez gerçekle, hayalin birbirine karıştığı, içinde aslında bir çok tarihi olayı da barındıran muazzam bir dönem kitabı.
Kitabın 1.Cildi serinin bir girizgahı niteliğindeydi. Kazak’ların yaşayış biçimi, farklı etnik kökenli halkların bir arada oluşturduğu olumlu ve olumsuz ilişkiler, halkın gözünde Çar’ın nasıl ilahlaştırıldığı, yüzyıllardan beri süregelen Kazak-Rus yaşayış biçiminin yavaş yavaş son demlerini yaşayıp, sarsıntının 1. Dünya savaşıyla daha fazla hissedilip, Ekim Devrimine giden yolun kendini hissettirişi, Rusya’da sosyalist fikirlerin yavaş yavaş halk tabanına nasıl yayıldığı işleniyor. Savaşı anlattığı bölümlerde ismi geçen bir çok askeri karakter gerçek kişilerden oluşuyor, okurken karakterleri merak edenler olursa Google’layabilirler.
Henüz ilk cildi okudum ama epey süredir böylesine güzel bir klasik eser okumamıştım, belki diğer ciltler için de bişeyler karalarım. Savaşın çarpıcılığı yazarın anlatımının güçlülüğüyle birlikte gerçekten okunmaya değer bir eser ortaya çıkarmış. Diğer ciltler için sabırsızım :) incelememi okuduğunuz için teşekkür ederim.