BİR LOKMA, BİR HIRKADAN ÇOK DAHA FAZLASISene 1902. Jack London Londra’nın doğu yakasının sefalet içinde yaşayan insanlarını gözlemlemek ve dünyanın geri kalanına aktarmak için yola çıkar.
Her dört kişiden birinin devletin hayır kurumlarında aç biilaç öldüğü, her 1000 kişiden 939’unun sefalet içinde hayata veda ettiği, 8 milyon kişinin açlık sınırında çırpındığı o “büyük imparatorlukta” aynı onlar gibi sefil bir kılıkta, sefil şartlar altında günler geçirir.
Sonra da, her satırında insanı insan olduğuna utandıran bu eseri yazar.
İlk sayfalar beni, kilo alırım korkusuyla “Ama ben börek yiyemem ki!” dediğim bir öğrencilik anısına götürdü. Birazcık harçlık için inşaatta çalıştıklarını, para karşılığı cenaze taşıdıklarını sonradan öğrendiğim birkaç arkadaşımın, yüzüme niye öyle tuhaf tuhaf baktıklarını sonradan anladığım o olayı hatırladıkça bugün bile utanırım.
Kitabı okurken on defa daha utandım. Zaman zaman sahip olduğunuz “şey”lerden utandığınız olur mu hiç? Barındığınız evden, yediğiniz yemekten, soğuk havada sıcacık tutan giysilerinizden... Ben bunu sık sık hissederdim. Bu kitabı okurken hislerim kat be kat arttı. Dünyadaki eşitsizlik on defa daha ökemi kabarttı.
Sosyal ve ekonomik açıdan kendi kaderine terk edilmiş, sokaklarda rastlayınca gözlerine bakmadan geçtiğimiz, yoklarmış gibi davrandığımız nice insan, okuduğum her satırda gelip yakama yapıştı. Ve bu durumun hayatın bir gerçeği oluşu, normalleşmesi, her bir insanı dehşete düşürmemesi bir kez daha kanımı dondurdu.
Hayır! Bu normal değil!
Tek göz odada bir ailenin yaşaması normal değil.
Herkesin o odada yatıp, o odada kalkması, tuvalete gitmesi, çoluk çocuk, anne baba, hepsinin aynı odada tek bir yatakta uyuması, hatta yatağa sığmayanların yerde kıvrılıp yatması normal değil. O daracık odanın gece boyunca ağırlaşmış havasında uyanıp, kahvaltı diye ağıza konulmayacak şeyler yemek, orada çamaşır yıkayıp orada kurutmak, her sofradan doymadan kalkmak normal değil!
Daha kötüsü, bu tek göz evi bile bulamamak, yağmurda, çamurda, soğukta sokaklarda sabahlamak, kaldırımlardaki çöplerle beslenmeye çalışmak, hatta sokaklardan bile kovulmak normal değil!
Erk sahibi olanlar ve onların bir avuç ortaklarının, sömürüp hakkını yediği insanları sokaklarda dahi görmeye tahammül edememesi normal değil.
Toplumun çoğunluğunun henüz beş yaşına gelmeden ölmesi, hele hele ölen çocukların cenazesini kaldıracak parayı bulana kadar cesedi o tek odada muhafaza etmek zorunda kalması normal değil! Gündüz yatakta bekletilen cenazeyi, akşam olunca yatağı kullanabilmek için masaya kaldırmak normal değil!
Kadın, erkek, çocuk, hepsinin birden aç ve sefil bir halde, sağlık koşullarından yoksun deliklere tıkılmasının getirdiği ahlakî çöküntü normal değil!
Bunlar insanlık ayıbıdır, insanlık suçudur!
Bu koşullarda insanca yaşamak hayaldir, namusluca çalışmak hayaldir, umutlarınızın olması hayaldir.
Sonuç, açlıkla ve soğukla boğuşurken şartların dayattığı alçalmışlığa uyum sağlamak, intihar etmek ya da vahşi hayvanlar gibi ölmektir.
Bunlar normal olarak görülemez; bunlar insanlık suçudur!
Ey inananlar, inanmayanlar, her pazar kiliseye gidenler, her cuma camiye gidenler, elde ettiği kazancı bölüşmekten kaçanlar, eşitlikten dem vuranlar, hak yemeyi hak sayanlar, kaynakları bölüşmek istemeyenler, bir babanın çocuklarının açlığına tanıklık etmesine aldırmayanlar, insanı üç kuruşa çalıştırırken milyonlar kazanıp yine de gözü doymayanlar...
Hepiniz bu suça ortaksınız. Yüz yıl da geçse, beş yüz yıl da geçse aynısınız!
İnsan yaşamı bu denli tekinsiz, bu denli sefil yaşanmayacak kadar değerli.
Yardımseverlik iyi de, asıl hedef insanı yardıma muhtaç hâle getirmemek; değil mi?