Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
9/10 puan verdi
Osman Bey Hakkında Her Şey
Osman Beg, “Cihan İmparatorluğunun Kurucusu” ön adıyla Doç. Dr. Uğur Altuğ tarafından hazırlanmış bir kitap. Altuğ bir akademisyen tarihçi ve Halil İnalcık ekolünden geliyor. Merhum Halil İnalcık'ın da bir öğrencisi aynı zamanda. Kitaba baktığımız zaman, kitabın bazı bölümlerden oluştuğunu görüyoruz. Girişin ardından Osman Bey'in tarih sahnesine çıkışındaki “Koşullar, coğrafi ortam ve karizmatik bir liderin temayüzü” adıyla bir bölüm var. Burada Osmanoğulları Beyliği'nin teşekkül aşamasında Bizans ve Anadolu'da hangi şartların olduğu ve coğrafi ortamın bunu nasıl etkilediği konusu üzerinde duruluyor. Uğur Hoca'nın tezi Ertuğrul Gazi'nin ve dolayısıyla Kayılar’ın sıradan bir aşiret olmadıkları; aksine, Sultan I. Alaaddin Keykubat tarafından uclarda görevlendirilecek kadar önemli bir yapılanmaya sahip oldukları… Dolayısıyla Ertuğrul Gazi'nin herhangi bir aşiret reisinden öte, bir Selçuklu Bey'i kabul edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Tabii Osman Bey ile ve doğal olarak Osmanlı'nın kuruluşu ile ilgili kaynakların kıt olduğunu söylemek gerekiyor. Bazı Bizans kaynakları ve o dönem mesela Aşıkpaşazade gibi bazı Osmanlı yazımları var. Kitapta bunun sebebini de aslında öğrenebiliyoruz. Bu arşiv kıtlığının esas sebebi olarak 1402 Ankara Savaşı'ndan sonra Timur'un Bursa'yı ele geçirmesi ve ilk dönem Osmanlı arşivini de yaktırmasını görebiliyoruz. Yoksa Osmanoğulları ilk yüzyıllarında da kayıt tutan, arşive önem veren, bir geleneğe sahipler. Ancak Timur'un Bursa işgali, maalesef yazılı kaynakların pek çoğunu ortadan kaldırmış görünüyor. Tekrar başa döndüğümüzde, Ertuğrul Gazi'nin ailesinden bahsediyor. Osman Bey onun en küçük oğlu. Osman’ın iki abisi var ve yine ailede söz sahibi olan Dündar Bey var. Dündar, Osman Bey'in amcası ki, ilerleyen süreçte bir fikir ayrılığına düşecekler, amcası bozgunculuk içinde olacak ve amcasını oklayarak öldürecek. Osman Gazi diğer iki ağabeyinden yaş olarak hayli küçüktür. Üstelik onlardan farklı bir mizaca sahiptir. Kara Osman lakabı da var mesela ve daha genç yaşında bile gözüpek, cesur ve bugünkü tabirle karizmatik bir liderdir. Liderlik özellikleri oldukça baskın ve öyle cahil cühela bir adam değil, birçok şeyi hesap ederek, stratejik davranarak hareket ediyor. Örneğin Köse Mihal ile olan dostluğu ve yine Samsa Çavuş ile olan arkadaşlığı önemli taktik hareketler olarak göze çarpıyor. Çünkü birisi bir tekfur ve sonradan Müslüman olacak. Dolayısıyla onun üzerinden bölgedeki gayrimüslim halka dokunabiliyor. Diğeri önemli bir Selçuklu Beyi. Hatta Osman Gazi'nin çocuklarına verdiği isimlerin bile stratejik isimler olduğu ortadadır. Çoban, Alaaddin, Melik ve Orhan gibi isimlerin hepsi bir yerlere, bazı kişilere işaret ediyor aslında. Osman Bey'in arkadaş çevresi de burada çok önemlidir. Alp tipinden bahsediliyor. Aykut Alp, Turgut Alp, Konur Alp, Akçakoca, Samsa Çavuş, Abdurrahman Gazi gibi isimler, Osman Gazi'nin hem yakın arkadaşları hem de kader ortağı ve yoldaşlarıdır. Bunlar da önemli komutanlar, cesur insanlardır. İkinci bölümde Osman Bey'in ailesi, ilişkileri inceleniyor. Özellikle Osman ismiyle ilgili birtakım spekülasyonlar var. İsminin aslında Ataman veya Atman hatta Otman olduğu yönünde bazı iddialar söz konusu. Hoca, bunun kesinlikle doğru olmadığını belgelerle ortaya koyuyor. İsmi Osman'dır! Hatta Osman Bey'in ismi babası Ertuğrul Bey tarafından ona yine özellikle verilmiştir. Çünkü babasının da manevi desteğini aldığı Babailer, yani Baba İshak ve Baba İlyas gibi isimlerin ve onun devamı olan Şeyh Edebali gibi önemli isimlerin yer aldığı bir tarikat var. Evet bu tarikatın şeyhinin adı Osman Şeyh’tir. Ve tarikat da Vefaiyye tarikatıdır. Yani, aslında çok popüler bir isim olmasa da Osman Gazi'nin ismi bu Şeyh Osman’dan geliyor. Bu Vefaiyye tarikatı sonrasında da Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda oldukça önemli bir rol oynayacaktır. Yani o dönem Osman isminin kullanılması mahzurlu değildir ve ismi Osman’dır. Burada Atman, Ataman gibi isimlerin Osman’ı Batı dillerine çevirirken telaffuz ile alakalı tercümeler olduğu, bu nedenle mesela Ottoman denildiği ortaya konuluyor. Yine bu isimle ilgili iki tane belge var. Bunlardan ilki Osman Bey hayatta iken yazılan Asporçe Hatun Vakfiyesi ise diğeri onun vefatının hemen ardından yazılan Mekece Zaviyesi Vakfı evraklarıdır. Her ikisinde de, doğrudan doğruya ismi Osman olarak zikredilmiş hatta çocuklarının ve eşlerinin adları da var. Yani, “aslında ismi Ataman’dı fakat aradan çok uzun zaman geçtikten sonra Arap etkisinden dolayı ismi evraklardan silinip, Osman olarak değiştirildi” gibi iddiaların herhangi bir tarihi gerçekliği yoktur. Dönemine ait vakıf senetlerinde de açıkça ismi Osman olarak kaydedilmiş durumda. Dolayısıyla kitap, bu polemiğe bir ışık tutuyor ve doğrusunun Osman olduğunu belirtiyor. Tabii aile bilgileri var. İki tane eşi olduğunu görüyoruz: Malhun Hatun ve Rabia Bala. Ancak Şeyh Edebalı'nın kızının aslında Rabia Bala olduğunu, ilk eşi olan Malhun Hatun’un ise Ömer Bey adlı bir Selçuklu kumandanının kızı olduğunu anlatıyor. Nitekim Malhun Hatun, Orhan'ın annesidir. Ama Şeyh Edebalı'nın kızı o değildir. Osman'ın çocuklarının isimleri ise şu şekilde veriliyor: Bazarlu, Hamit, Melik ve Çoban. Bir de Fatma adlı bir kızı var. Bunların dışında Osman'ın yine Orhan ve Alaaddin adlı çocukları da var. Bir de kayıtlarda olmayan ama hadiseler de geçen ismi bilinmeyen bir oğlu ile Savcı adlı bir oğlu olduğu daha işaret ediliyor. Yani bilinen yedi oğlu, bir kızı var Osman Bey'in. Osman Bey evlilik yoluyla da siyasi ilişkilerini geliştirmektedir. Ömer Bey'in kızı Malhun Hatun ile evlenerek askeri bir nüfuz sahibi olurken, Vefaiyye tarikatının kudretli Şeyhi, Edebalı'nın kızı Rabia Bala ile evlenerek de yeni bir dini nüfuz alanını kendisine sağlamış oluyor. Devleti kurarken ve yaşatırken ikili ilişkilere çok dikkat ediyor. Osmanlılar, özellikle “garip sevici” olarak tanınıyorlar. Buradaki gariplerden kasıt, yersiz, yurtsuz insanlar ve bunlar da büyük ölçüde Moğol istilasından kaçıp batıya doğru ilerleyen Türkmen gruplarıdır. Osmanoğulları hanedanlığı yurtlarını bunlara açmış ve bu gariplerle ciddi anlamda ilgilenmiştir. Zaten bazı batılı tarihçilerin oldukça taraflı ve yanlış değerlendirmeleri vardır. Aslında Osmanlıların Türk olmadığı, çok az nüfusa sahip bir aşiret olduğu ve bu bölgeye gelip, Rumları zorla Müslümanlaştırıldı, böylece karma bir millete dönüştüğü iddiası vardır ki, bunu da yine tarihi belgelerle aslının olmadığı ortaya konuluyor. Çünkü Osmanlıların ortaya çıkışından itibaren çok büyük bir Türkmen göçü yaşanıyor ve Osman Gazi de bu göçü zaten teşvik edici davranışlarda bulunuyor. Yörede yaşayan gayrimüslim halka ki, çoğunluğu Rumlardan müteşekkildir istimalet ( ısındırma) politikası uygulanıyor. Osman Gazi bir adalet timsali olarak davranıyor. Bizans'ın ve tekfurların yönetiminden hem ekonomik olarak hem de başka sebeplerle bunalmış olan halk, Osmanlılara karşı gayet sıcak bir yaklaşım sergiliyorlar. Çünkü Osmanlılar buralarda katliam yapmıyor, vergisini almak kaydıyla insanları dininde, dilinde, gelenek göreneklerinde serbest bırakıyor. Bunun yanında tarımda devamlılığı sağlıyor. Bu nedenle halk, Osmanlılara karşı istimalet politikasının da etkisi ile hayli olumlu bir tavır alıyor. Kitaptan bir alıntı ile devam edelim. “Osman Beg'in ilişkileri ve etrafındaki çekirdek kadronun niteliklerinin tespiti, bize yalnızca beyliğin kurucu figürleri ve Osman'ın bu süreçteki rolü hakkında değil aynı zamanda karizmatik kişiliği ve özellikle de mesleği ve donanımı hakkında da önemli fikirler vermektedir. Bilhassa kendisine çekmeyi başardığı farklı kökenlerden unsurları beyliğin oluşum sürecinde önemli görev ve fonksiyonlarda organize edebilmesi oldukça çarpıcı bir görüntü sergilemektedir. Yani Osman Gazi öyle üstünkörü değil, son derece bilinçli bir şekilde bir devlet temeli atıyor. Vergi sisteminden, istimalet politikasına, iskân politikasından hanedan hayatına kadar pek çok şeyin temellerini daha o dönemde atmış oluyor. Kitabın 3. bölümünde, siyasi ve askeri faaliyetlerden söz ediliyor. Yani aslına bakarsanız bir bakıma savaşlardan bahsediliyor da diyebiliriz! Burada Osman Gazi'nin ve beylerinin, alplarının uçlarda yaptığı akınlar özellikle ön plana çıkıyor. Nitekim genel bir politika olarak Türkler karşıya illa da bir akın düzenlemiyorlar. Hatta genellikle gayrimüslimlerden, kaleleri özellikle aman dileyerek, gönüllü bir şekilde almayı tercih ediyorlar ve gönüllü olarak kaleyi teslim edenlere hiçbir şekilde zarar verilmiyor ancak kaleler direnir ve kan dökerlerse alındıktan sonra mutlaka yağma uygulaması gerçekleştiriliyor. Tabii ki, Müslüman bir toplumlar. Nitekim cihat ile gaza kavramlarıyla bunu ortaya koyuyorlar. Yani yine birilerinin iddia ettiği gibi, “Vay efendim onlar daha, doğru dürüst Müslüman bile olmamışlardı.” gibi iddiaların hiçbir şekilde aslı astarı yoktur. Kayı boyu oldukları da çok net bir şekilde tamgalarından anlaşılmaktadır. Yine kitapta anlatılan çok enteresan bir hadise var; Buna “Osman Gazi'nin Truvası” denilebilir. Bilecik tekfurunun Osman Bey’i tuzağa düşürme hamlesine karşılık Osman Bey'in muazzam bir taktiği vardır. Yine Karacahisar'ın, İnegöl'ün alınması çok önemli hamlelerdir. Keza Bilecik, Yenişehir, İnegöl, Yarhisar da öyleler… Buralar 1299'da fethediliyor. Başta Halil İnalcık olmak üzere bazı tarihçiler Osmanlı'nın kuruluşunun 1299 değil 1302 olması gerektiği ile ilgili iddialar öne sürüyorlar. Kitapta da aynı tez geçerlidir. Bunun temel sebebi ise, Koyunhisar veya Bapheus Savaşı dediğimiz ve 27 Temmuz 1302 tarihinde gerçekleşen büyük bir meydan muharebesidir. Peki, neden bu çok önemseniyor? Çünkü Osman Gazi ilk defa yerel tekfurlara karşı değil, doğrudan doğruya Bizans ana ordusuyla savaşmıştır. Ayrıca Koyunhisar Meydan Muharebesi'nden önce Yalakova, yani bugünkü Yalova'da karaya asker çıkaran Bizans ordusu, Osmanlı Türkleri tarafından daha orada büyük ölçüde imha ediliyor. Onlara ciddi bir hasar veriliyor. Bizans ordusundan arda kalanların geldiği Koyunhisar’da 27 Temmuz 1302 günü Türk ordusu, Bizans ordusunu mağlup ediyor. Dolayısı ile bu zafer artık Osmanoğulları'nın adeta bağımsız olduğunu ortaya koyduğu gibi, Osman Bey'in karizmatik kişiliği bir anda çok daha geniş bir coğrafyada yayılıyor. Gerek Anadolu içlerindeki Türkmenler, gerekse Marmara havzasındaki Rum nüfus ve elbette İstanbul merkezli Bizans Devleti, Osman Gazi ile adeta resmen tanışmış oluyorlar. Bu nedenle Bapheus zaferi çok önemlidir ve Halil İnalcık tarafından da Osmanlı'nın kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Sonrasında Osman Gazi yine ordusunun başındadır. 1303’te Dimbos Savaşı ve Bursa Ovası'nda yerleşme oluyor. Uludağ'ın köylerine ve Uludağ eteklerinde Kızık dediğimiz köylere Türkmen nüfusu ilk defa bu dönem yerleşiyor ki, günümüzde de halen varlıklarını devam ettiriyorlar. 1303’deki bu savaşın ardından, 1304 yılında Sakarya seferleri düzenliyor. Sonrasında, 1305 itibarıyla ordunun başındaki yerini oğlu Orhan'a bırakıyor. Ancak burada da Osman Bey'in, yaşlılık yahut nikris hastalığından dolayı tamamen yönetimden çekilmesi durumu olmamış olmalı. Aslında kendisi her şeyle, yine bizzat ilgileniyor ama sadece ordunun başında artık sefere çıkmıyor. Yine de bir nevi kendisi yaşarken, yerine bir veliaht tayin etmiş oluyor ki, Orhan Bey de bu görevi zaten fazlasıyla yerine getirecek. Osman Bey'in vefatına ve kişisel mirası olan terekesine baktığımızda şu ifadeleri görüyoruz: “Osman Beg'in terekesinde (kişisel mirası) gündelik ihtiyaçlarını gidermeye yönelik birkaç sürü hayvan ve malzeme dışında altın ve akçe cinsinden hiçbir zenginlik unsuru bulunamamıştır. Bu sade ve gösterişsiz tereke, kendisinin gösteriş, ihtişam ve debdebeden uzak, oldukça mütevazı bir hayat sürdüğünü kanıtlamaktadır.” Dördüncü bölümde, Savaş, Ordu, Nüfus Politikaları ve Kurumsal Yapılanma başlığı var. Burada Osmanlı ordusunun kuruluşu, savaş sistemi, yıllar boyunca başarılı olup kazandığı zaferlerin temelinin nasıl atıldığı… Yine Osman Bey döneminde başlatılan ve geliştirilen nüfus, iskân, istimalet, adalet ve fetih politikalarından bahsediyor. Osman Bey'in lakabı “adl u dad.” Adaleti her şeyin önüne koyan bir karakteri var. Bu anlamda Osmanlı Devleti'ni kuran şuur, ruh, karakter bizatihi Osman Bey'e ait aslında ve torunları da bu karakteri devlet idaresinde yüzyıllar boyunca devam ettiriyorlar. Tımar sisteminin temelleri yine onun döneminde atılıyor; vakıflar, bürokrasi, saltanatın nasıl olacağı… Bunların hepsi Osman Bey döneminde temeli atılan kurumlar. Ayrıca fakihler, alimler, kanunlar, hutbeler, basılan paralar yani sikkeler… Bunların da hepsi yine Osman Bey döneminde karşımıza çıkıyor. Son olarak sonuç bölümü var ve kitabın genel bir özeti ve ortaya konulan ana tezlerden bahsediyor. En sona bir kronoloji konulmuş. Bu kronolojiye göre Osman Bey 1257’de doğuyor. Yani meşum Kösedağ Savaşı sonrasında; Anadolu, Moğol işgali altına girdikten sonra doğuyor. 1281 veya 82'de babası Ertuğrul Bey vefat ediyor. Osman Bey aslında o hayattayken işleri eline almıştı ama sonrasında tamamen aşiretin veya beyliğin başına geçiyor. Ermenibeli çatışması ile başlayan muharebeler yıllarca devam ediyor. Bu arada Osman Bey'in kardeşi ve iki yeğeni savaşlarda şehit oluyorlar. Bu da ailenin aslında kelle koltukta savaştığını ortaya koyan bazı önemli göstergeler olarak kabul edilebilir. 1324 yılı ise Osman Bey'in vefat ettiği tarih oluyor. 67 yaşında vefat ettiğini kabul ediyoruz. Bursa onun vefatından iki sene sonra, 1326’da fethediliyor ve vasiyeti üzerine kabri Bursa'ya taşınıyor. Özetle, Osman Bey dönemine ait kaynak sıkıntısı olmasına rağmen Halil İnalcık ekolünü takip eden Uğur Altuğ, mevcut evraklar üzerinden yola çıkarak birtakım çıkarımlarda bulunmak suretiyle, eli yüzü düzgün, başarılı bir kitap ortaya koymuş diyebiliriz. Osman Bey'i dizilerden falan öğrenmek yerine bu kitabı okuyarak doğru öğrenebiliriz. Bir de bir unutmak olmaz; bir romandan da söz etmem gerekiyor. Benim için Türk edebiyatının en başarılı tarihi romanlarından birisi ve hatta belki de birincisi olan Tarık Buğra'nın Osmancık adlı romanından… Bu kitabı okuduktan sonra gözümde daha da kıymetlendi. Elbette edebi kurgulara girmiştir Tarık Buğra. Sonuçta bir romandır. Mesela Malhun Hatun’u Şeyh Edebalı'nın kızı yapmak gibi veya Orhan'la Nilüfer'i pazar yerinde karşılaştırmak gibi… Ama tarihi gerçekliğe genel anlamda bağlı kaldığını ve Kara Osman, Osmancık, Osman Gazi sıralaması ile giden çok başarılı bir karakter oluşturduğunu söylemem lazım. Tabii ki tarihi bir kaynak değildir ama çok başarılı bir tarihi roman olduğunu tekrar etmekte fayda görüyorum. Hatta o kadar başarılı ki, bugün pek çok yerde kullanılan “Şeyh Edebalı'nın Osman Gazi'ye Nasihati” adlı metin esasında tarihi bir belge falan değildir; gerçekliği yoktur; tamamen Tarık Buğra'nın yazdığı bir metindir. Fakat çok güçlü bir metindir ve adeta tarihileşmiştir.
Osman Beg
Osman BegUğur Altuğ · Kronik Kitap · 2020117 okunma
··
175 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.