Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
9/10 puan verdi
"Ya daha sağlıklı bir evlilik ya da boşanma"
Kadının Görünmeyen Emeği; Bu kitabın içinde 1970'li yıllarda feminist düşünce hareketini besleyen dört makalenin çevirisi yer almaktadır. "Kadının Görünmeyen Emeği" ifadesi Türkçe literatüründe bu çeviriden sonra yer almaya başlamıştır. Bu yüzden bu kitap ve bu kitabı hazırlayan iki kadın yazar önemlidir. Bunlar: • Gülnur Acar Savran; Son faaliyetinden başlarsam, Simone de Beauvoir'a ait olan ikinci cins serisini Payel Yayınlarının çevirmeni Bertan Onaran'dan sonra 2019 yılında çeviren kişidir. Payel Yayınlarının çevirisinin güncellenmeye ihtiyacı vardı. Bu çeviri bu nedenle önemlidir. Kendisi Sosyalist-Feminist bir yazardır. Kendisine ait Beden-Emek-Tarih diye bir kitap daha var o da dikkat çekici, listemde olan bir kitap göz atmanızı tavsiye ederim. • Nesrin Tura Demiryontan; Bu yazarımız hakkında bilgiye ulaşamadım. Ne kitabın içinde bir tanıtım yazısı var ne de internet ortamına bir bilgi geçilmiş. Kadın çalışmaları alanında çalışmalar yapıp eser vermiş olan bir kadın yazarın adının hiçbir yerde geçmemesi de bu alana olan ilgiyi göstermektedir. Ön sözde bu iki yazar kadının görünmeyen emeğinin tazmininin gerekliliğine vurgu yaparken şunları demektedirler: "Ev dışında ya da içinde ücretli çalışsın çalışmasın bütün kadınlar, yaşamları boyunca, kocaları için ev işlerini yaptıkları, onların giyiminden, beslenmesinden sorumlu tutuldukları; çocuklarının, yaşlı akrabaların, yakınları olan hastaların bakımını üstlendikleri ve bütün bu işleri karşılıksız olarak yaptıkları için, Feministler, yasada kadınların bu görünmeyen emeklerinin tazminini ve bu emeğe bağlı özel önlemler alınmasını istediler.' Feministler bu alana vurgu yapmasaydı şayet bu görünmeyen emeğin açığa çıkma durumu mümkün olmayabirdi. Çünkü ataerkil aile yapısı yüzyıllar boyunca kadının ev içindeki emeğini kutsallığa vurarak bu mahkumiyetini doğrulamış keskin bir şekilde toplumsal cinsiyet rollerini ayırmıştır. Kutsallığa sığınıp erkeğin yaşam konforunu arttıran ataerk kadının ötekileşmiş konumunu doğal bir nedene bağlamaya çalışmıştır. Bu görünmeyen emeğin kadınların kimlik inşa etme sürecine olumsuz etkilerini de ön sözde yazarlarımız şöyle belirtir: "Kadınlar evde karşılıksız emek harcadıkça güç yitirir, politikadan, kültürden dışlanırlar; düşük ücretli, güvencesiz işlere razı olmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla karşılıksız emek, kadınların ekonomik olarak bağımsızlaşmalarının önünde bir engel oluşturur; onları evlilik ilişkisine, yani (bir kez daha) karşılıksız emeğe mahkûmeder. Kısacası karşılıksız emek kadınlar için bir kısır döngüye, bir mahkûmiyete ve kadınlarla erkekler arasında bir çıkar çatış-masına işaret eder." Mevcut toplumsal yapının kadının görünmeyen emeğinin üzerinde yükseldiğini vurgulayan iki çevirmen bu görünmeyen emeğin tam olarak yok edilme noktasına gelemeyecek olduğunu ama kadının çalışan bir birey olsa da yarı zamanlı işçi tam zamanlı anne olma durumunun erkekle paylaşılır hâle gelmesi için uğraş vermektedirler. Kadınların bu boyun eğiş sürecine de kendilerince bir son vermeleri gerekmektedir. Ataerkil aile yapısının dayatmaları kendiliğinden sona erecek gibi gözükmüyor... İlk makale S.Coontz/P.Henderson patriyarka ya da erkek egemenliğinin Tarihsel gelişimine değinmiştir. Kadının tabiiyet kaynağına yönelik şöyle bir ifadede bulunuyor: "Kadınların tabiiyetinin kaynağının, erkeklerin kadınlara saldırısında değil, belirli akrabalığa dayalı birliklerin hem kadın hem de erkek üyelerinin, başkalarıyla rekabet koşullarında, emeği biriktirme ve denetleme çabalarında yattığını öne sürüyoruz. Baba-yerli toplumlarda bu tür bir denetimi uygulamak için daha çok özendirici ve fırsat vardı ve onların çabaları, evlendiğinde kocasının yanına taşman kadınlara yönelikti; bunun sonuçları ise bütün kadınlara yansıdı." Bu makalede savunulan görüşe göre ilk komünal topluluklarda önemli olan şeyin evlilik yoluyla diğerinin yanına taşınan eşin konumudur. Ataerkil düzenin oluşumundan önce erkek ile kadın arasında belirli bir taşınma üstünlüğü yoktu. Her iki cinsten bireylerde diğerlerinin yanına taşınabiliyordu. Bu durum da ev sahibi olan eşin hem aileden gelen kalabalık olma durumu hem de üretim yapılacak topraklara sahip olma durumu ona belirli bir üstünlük sağlıyordu bir nevi ev sahibi olma avantajı diyebiliriz. Lakin bu durum eşitsizlik yaratmaktan çok daha fazla söz sahibi olma konusunda işe yarıyordu. Zaman geçtikçe soy bağlarına dayalı aile yapılanması gelişiyor ve soyların idaresi erkeklerin eline geçiyordu. Böylece soya tabii olan erkek ve kadın sayısı giderek artıyordu. Bu maddiyata bağlı güçlü olma durumu evlilik kurumunda da ikamet sahibi olma durumunda ağırlığın bir tarafa kaymasına neden olmuştur. Artık ikamet sahibi soya bağlı hayat süren erkeklere geçiyor kadınlar da verilen başlık parasının büyüklüğüne göre statü sahibi oluyordu. Bu makalede sivil devletin gelişimi ve kadının konumuna da değinen yazar şöyle bir paragraf kaleme almıştır: "Kadınların ezilmesini ya da ideolojik olarak değersizleşmesini devlet başlatmadığı hâlde, devletin gelişimi kadınların durumunu birçok bakımdan kötüleştirdi. îlk olarak, adaletin, politik iktidarın ve emek yükümlülüklerinin dayatılmasını tekelleştirmeyi ve merkezîleştirmeyi başardığı ölçüde devlet, yalnızca klanların erkek reislerine yardımcı olarak da olsa, çoğu kez kadınları da içeren eski otorite hiyerarşisini massetti. Otoritenin yeni kamusal, hiyerarşik doğası, aristokrat kadınların aile konumları sayesinde kullandıkları biçimsel olmayan ve temsilî yetki içeren iktidarlara bir son verdi." Sivil devlet kadın cinsine toplu yaptırımlar uyguluyor, onları daha kolay bir şekilde denetim altına almak adına geçmiş zamandan kalan Ataerkil uygulamaları devam ettiriyor, dini liderlerle iş birliği yapıyordu. En basit örnekleri aile yapılanması, çocuk sınırlandırılması, kürtaj yasakları, doğum kontrol yöntemlerine müdahalelerle klan, soy liderlerinin kadın bedeni üzerindeki ilkel hakimiyetini daha sistematik hale getirerek tüm kadın bedenlerini bu denetim mekanizmasına dahil ediyor ve kurallara uymayan kadınlara da adli yaptırımlar uygulanıyordu. Bu adlî yaptırım mercilerine August Bebel'in bir deyişi ile değinelim. "Çünkü hukuki uygulama hakkına sahip olanlar çoğunlukla bu çürümüşlüğün tepesinde bulunuyordu.." Simone de Beauvoir'un kitabında geçen bir alıntı da şöyledir: Pek az kimsenin tanıdığı kadın hakları savunucusu Poulain de la Barre, XVII. yüzyılda: "Erkeklerin kadınlar üstüne yazdıklarına kuşkuyla bakılmalıdır, çünkü onlar hem yargıç, hem davacıdırlar" demiş. Kadın - İkinci Cins 1, Simone de Beauvoir Hem yargıç hem davacı olma durumu çok uzun yüzyıllardır devam ettiğinden dolayı kadın hareketinin ilk güçlü belirtileri ancak yüzyıllk bir geçmişe uzanabilmektedir ağırlık olarak da son elli yıl. Ki bu hareket henüz Ataerki yıkabilir boyuta ulaşamayacak kadar yenidir. Feminizmin yayılmasının önüne bu nedenle geçilmektedir. Feminizm bu nedenle sürekli çarpıtılmaktadır. Bu hareketten uzaklaşan her kadın ataerkil sistemin çıkarları için fikir üretmeye devam edecektir. İlk makaleyle ilgili sözlerime son verirken Yine August Bebel'in bir alıntısına aktarmak istiyorum: "Kadın gelişiminin tarihini azbuçuk bilen hiçbir kimse, binlerce yıldır kadına karşı ağır günahlar işlendiğini ve hâlâ işleniyor olduğunu reddedemez." Kadın ve Sosyalizm, August Bebel İlk makale tarihsel süreci işlediğinden dolayı bir hazırlık evresiydi. İkinci makale ile birlikte "maddeci bir feminizm üzerine" alt başlığına giriş yapmış oluyoruz. İkinci makale Christine Delphy tarafından yazılmış. Britanya'da yayımlanan makale daha çok Fransa'da ki görünmeyen kadın emeğinden yola çıkarak bir sonuca varmaya çalışmaktadır. Delphy bu makalesinde Marksist anlayışın kadınların ezilmesinin önemini proletaryanın sermaye tarafından sömürülmesi mücadelesinin yanında ikincil bir konuma koydukları gerekçesiyle bir eleştiri getirecektir. Delphy kadının görünmeyen emeğinin 1965'li yıllara kadar lafının bile edilmediğini vurgular. Çünkü bana tarihe kadar kadının (evli olan) ekonomik durumu kocasına bağlı Fransa'da o tarihe kadar koca isterse karısının dışarıda çalışmasına engel olabilirdi. İlk köle olan kadın hâlâ kocasının isteklerine göre hareket etmek zorundaydı. Kocanın arkasında otorite var, anayasa var, din vardı. Kadının arkasında ise kimse yoktur. Bir başka kadın bile.. 1965'li yıllardan sonra hızla gelişen bir feminist dalga kadın kimliğini politik alana sokmayı başardı ve anayasal haklar yavaş yavaş kazanılmaya başlandı. O yılların Fransa'sında bu ilerici eylemlerin ön saflarında tanıdık bir isim yer alacaktı. Simone de Beauvoir. İdeolojik olarak ayrılan kadın savunucuları ellerinde hiçbir hak olmadığı için zorunlu bir birliktelik ile uluslararası bir yankı düzeyine ulaşacaklardı. Feminizm'in oluşum süreci çok zorlu aşamalardan geçmiştir. O yüzden feminizm hareketini savunmak karşısına Ataerkil düzeni almak anlamına gelmektedir. Kimse basite indirgeyip bu harekete zarar vermemelidir. Delphy aile içi emek sömürüsünü daha iyi ifade edebilmek için aile (familia) kelimesini tarihsel ve etimolojik olarak bir üretim birimi olduğunu vurgular ve şunları yazar. "Latince’de Familia, aile babasının iktidarına (o zamanlar mül-kiyetle eş anlamlıydı) tabi kılınmış toprak, köle, kadın ve çocuklar toplamı anlamına gelir. Bu üretim biriminde aile babası egemendir: Otoritesi altında bulunan bireylerin emeği ona aittir veya başka bir ifadeyle aile, emeklerini bir “reis’ e borçlu olan bireyler toplamıdır." Delphy'nin deyimine göre kadınların çok az bir kısmı Kapitalist sistemin içinde yer alır. Çünkü kadın evlilik yoluyla sınıf atlasa dahi üretim araçları erkeklerin elinde olacağı için kadın da işçi sınıfından ayrılsa da ev içi köle konumunda sabit kalacak ve bu nedenle kadınların büyük çoğunluğu da proleter sınıfa mensupmuş gibi olacaktır. Dikkat çekici bir paragraf var makalede o da Lenin'in komünist erkeklere getirdiği eleştiri. “Yoldaşlarımızdan birçoğu hakkında, ne yazık ki ‘şu komünistin üstünü biraz kazıyın, altından odun gibi bir adam çıkar’ denilebilir... Bunun en açık kanıtı da, kadınların, zamanlarını ve güçlerini tüketen, tek düze ve bitap düşürücü işlerin, yani ev işlerinin yüküyle yıpranmalarını kıllarını bile kıpırdatmadan izlemeleridir (...) Proleterler arasında bile ‘kadın işlerinde yardımcı olarak karılarının acılarını ve sıkıntılarını önemli ölçüde hafifletmeyi ve hatta onları bu acılardan ve sıkıntılardan tümüyle kurtarmayı düşünecek az koca vardır." Bu satırlar Clara Zetkin'in Lenin'i andığı bir yazıdan alınmıştır. Clara Zetkin çok önemli bir kadındır. Bu hareketi savunan o kadar önemli isimler var ki onların görüşlerini benimsemeyen ve çoğunluk olan erkekler hangi ideolojiden olursa olsun kadının ezilmiş konumunu devam ettirmektedir. Bu durumu Lenin'den önce dile getiren bir Sosyalist vardı. August Bebel yazılarımı takip edenler sürekli August Bebel'e değindiğimi görmüştür. 1880 yılında Bebel kadınların kurtuluşunun sadece kadınlar eliyle olacağını yazarken Sosyalist görünen çoğu erkeğin kadının kurtuluşuyla ilgilenmediğini gördüğünden dolayı bu düşünceleri belirtilmişti. O zamanlarda henüz Lenin 10 yaşında bir çocuktu. Sonrasında onunda aynı şeyleri söylediğine şahit oluyoruz. Günümüzde de değişen bir şey olmadığı için rahatlıkla tekrar edebiliriz. Kadın kurtuluşunu güçlü bir kadın hareketi sağlayabilir. Bu harekete güçlü bir erkek desteğini beklemek her zaman ütopik olacaktır. Ama Delphy makalenin başlığını "baş düşman" olarak koyarken (yani erkekler) Marksizmin eski teorilerinden yola çıkarak onları eleştiriyor. Yukarıda verdiğimiz iki örnekte olduğu gibi kendinden onlarca yıl önce olan görüşlere sığınıp getirdiği eleştiri nedeniyle de eleştiri alacak Delphy. Marksist Feministler ve sade Marksistler kendilerinin dahi ayrıldığı bazı teorileri dile getirip eleştirilmekten rahatsızlık duyacaklardı. Peki Delphy kurtuluş yoluna dair nasıl öneriler getirmektedir? Onlara da bir bakalım. "İlk elde, patriyarkal üretim ve yeniden-üretim sistemi tümden yıkılmadıkça kadınların kurtuluşunun gerçekleşemeyeceğini ileri sürebiliriz. Bu sistem, bilinen bütün toplumların merkezinde yer aldığından söz konusu kurtuluş, bilinen bütün toplumsal sistemlerin temellerinin tümüyle yıkılmasını gerektirir. Bu yıkılma ise devrimsiz olamaz. Kadınların seferberliği, patriyarkal ezilme temelinde oluşturulmalı, dolayısıyla patriyarka tarafından ezilen ve bu yüzden de onun yıkılmasıyla ilgili olan herkesi, yani bütün kadınları kucaklamalıdır." Yani bütün kadınları kucaklamalı... Lakin Delphy makalesini evli kadınlar ekseninde geliştiriyor. Ya kalanlar? Ya da her evli olan benzer bir ev içi sömürüye maruz kalıyor mu? Ya da kadının sömürülmesi salt ekonomik boyuta indirgenebilir mi? Bu soruların ışığında yeni bir makale çıkıyor karşımıza Maxine Molyneux karşılaştırmalı bir şekilde ev emeği tartışmasını ele alacak.. Bu makalede Delphy ve Harrison'un görüşlerinin yukarıdaki sorular ışığında bir eleştirisi yer alıyor. Maxine Molyneux, kadının görünmeyen emeğinin salt ekonomik boyuta indirgenmiş olmasının yanlışlığına vurgu yapar. Ve Delphy'nin erkekleri baş düşman olarak gösterip kadının emeğine el koymakla suçlarken Harrison kadının görünmeyen emeğini erkeklerin değil sermayenin sömürdüğünü savunur. Maxine sermayenin sömürdüğü görüşünde haklılık payı bulsa da şöyle genişletir bu görüşü: "Kuşkusuz, gerçekte ev işini yapanlar sadece kadınlar değildir; bekâr erkekler, çocuklar ve başkaları da ev işi yaparlar ve bazı evlerde ev işi, hane üyeleri arasında paylaştırılır. Ama iş görüldüğü sürece, sermaye bu işin hangi toplumsal ilişkiler içinde ve kimler tarafından yapıldığı konusunda, kuşkusuz, oldukça ilgisizdir." Tabii ev içi emeğin büyük bölümü hâlâ kadınların üzerine yıkılmıştır. Lakin genelleme yapılamayacak duruma geldiğimiz ekonomik ve sosyal politika değişliklikleri yaşadık. Kapitalizm kadının görünmeyen emeğini çıkarına katkı sağladığı zamanlarda hafifletir. Çocuk kreşleri, çocuk bakım ürünlerinde yardım veya maddi yardım vb. yollarla kadının emek gücünü elde edebilmek adına görünmeyen emeği paylaşma yoluna gider. Evin erkeği de artık mevcut ekonomik bunalımı tek başına ürettiği emek gücüyle karşılayamadığı için ev içi emeği çalışan eşiyle paylaşmak zorunda kalmaktadır. Tüm bunlara rağmen kadın hâlâ bu döngüde en emektar olandır. Devletin rolünde aksaklık olacağı zamanlar da yüksek işsizlik olduğu zamanlardır diye ekler. "Yüksek işsizlik oranının hüküm sürdüğü ileri kapitalizm koşullarında, köktenci biçimde müdahaleci bir devlet yönünde bir değişiklik yapılmadan, kadınları ev içi alanından özgürleştirecek koşulları yaratmak son derece sorunludur, çünkü emek piyasasında onların emmeye yetecek sayıda iş yoktur." Maxine Molyneux yüksek teknoloji ürünlerinin varlığını kadının görünmeyen emeğini azaltabilir görüşünü savunurken kalıcı çözüm olan "Ev içi eşitliğinin olanaklı olması için, kadınların erkeklerle eşit temelde çalışabilmeleri ve bunun sonucu olarak, kadınlar için iş olanaklarının artması ve kadınların ayrıcalıklı bir erkek ücretine bağımlılıklarının ortadan kalkması gerekir." görüşünü savunur. Asıl sorun sermayenin kadını yedek ordu olarak tutmak isteyişidir aslında. Her kadını sömürücek bir iş olsaydı günümüzde her iş yerinde bir çocuk bakım ünitesi, kreşi yer alabilirdi. Ya da kadınların ev içi emeğini hafifletmek adına kadına esnek çalışma düzeni getirilirdi. Bunlar hayali talepler değildir. Bunlar sadece sermayenin çıkarları ile çatıştığı için yürürlüğe sokulmayan gerçeklerdir. Son makaleye geldik. Ayrıca bir kitap halinde de basılan Heidi Hartmann'ın "Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği" adlı makalesine. En sona bırakılan bu makale kitabın da en etkileyici makalesidir benim için. Hartmann girişi şöyle yapar: "Marksizmle feminizmin “evliliği”, kocayla karısının İngiliz örfi yasasında tanımlanan evliliği gibi olmuştur. Marksizmle feminizm tek bir şeydir ve o bir şey de Marksizmdir." Açıklama kısmında yazılana göre İngiliz örfi yasası evlilikte kadın ve erkeği bir birey olarak görür ve o birey de kocadır. Marksizm de daha baskın bir ideoloji olduğu için feminizmi kendi içinde öğütür. Hartmann makalesini üç bölümden oluşturur. • Marksizmle ilgili görüşler ve bazı kuramcılar • Radikal Feminizm ve görüşleri • Ortak bir paydada buluşma çabaları İlk bölümde Marksist kuramcıların eleştirilerine gelmeden önce Marksizmin sermaye yasalarına karşı temel bir içgörü sağlarken cinsiyetlere karşı kördür görüşünü belirtir Hartmann. Cinsiyet arası ilişkilerin özgül halini de feminizm ortaya koyar ama o da yetersizdir çünkü yeni bir yapılanma ve yeterince maddeci olamamıştır Hartmann'a göre. Marksizmin kadın sorunundan çok kadının sermaye ile olan ilişkisine vurgu yaptığını ve kadınların işçi sınıfına dahil olup kapitalizmi yıkma konusunda erkek işçi sınıfıyla mücadele etmesi gerektiğini savunur. Ekonomik ilişkiler çözülünce kadın-erkek ilişkileri de çözülecektir. Ama Feministler bu durumu yeterli bulmuyor ve kadınların hangi sınıfa mensup olursa olsun yaptığı üretimin erkeklerin işine daha fazla yaradığını savunuyorlar. O yüzden kadın hareketini dışlayan bir Marksizm eksiktir. Bu nedenlerden dolayı radikal feministler kurtuluşu güçlü bir kadın hareketine bağlar. Hangi ekonomik sistemde olursa olsun kadının ev içi emeğinin erkeğe nazaran fazla oluşu patriyarkanın varlığını sürdürmek için yaşamsal öneme sahiptir. Hartmann "saf bir kapitalizm" ya da "saf bir patriarka" diye bir şeyin söz konusu olmayacağını savunur. Tarihsel gelişim süreci boyunca patriarka varlığını devam ettirmek için daima bir ortak bulmuştur kendine. Kapitalizm öncesinde de patriarka vardı. En son ortağı olan kapitalizmle de varlığını devam ettiriyor. Sosyalist bir rejimde de varlığını devam ettirebilir. Patriarka esnek ve kolay uyarlanabilir. Hartmann radikal feminizm ve Marksizmin bir çatı altında buluşabilmesi gerektiğini söyler ya da katılım sağlamak isteyen başka sol bir ideolojinin. Ama bu buluşma hem patriarkaya karşı hem de kapitalizme karşı olmalıdır. Bu iki kanattan sürecek ve ortak olacak olan örgütlenme yaratılmak istenilen toplumun ideolojik hareketi olacaktır. İşçi sınıfındaki kadının kurtuluşunu önemsiyorum. Çünkü toplumsal sınıflarda en alta yerleştirilen proletaryanın içindeki kadınlar en çok ezilen kadınlardır. Hem ev içinde hem ev dışında ağır bir bunalım süreci yaşayan bu kadınların kurtuluşu daha büyük bir aciliyet gerekmektedir bana göre. August Bebel işçi sınıfında kadın-erkek tanımını şu şekilde yapıyordu: "Erkek genellikle cahildir, kadın ondan da az bilir ve birbirine söylenecek çok az şey hemen söylenip biter. Erkek, evde eksik olan güzellikleri bulmak için kahveye gider; içer ve ne kadar az da olsa, kendi koşullarına göre çok fazla para harcar... Bu arada kadın evde oturup kinlenir; kendisi bir yük hayvanı gibi çalışmak zorundadır, dinlenebileceği tek bir an yoktur; erkek ise, erkek olarak doğmuş olma rastlantısının ona sağladığı özgürlüğü elinden geldiğince kullanır." Bu sınıftaki kadın hem çalışmak hem de çocuklarına bakmakla yükümlü olduğu için yaşamadan ölen türdür. O yüzden ilk kurtarılaması gereken herhangi bir hak bilincine erişme olanağı bulunmayan patriarkanın kıskacında alınıp satılan ya da can veren kadınlardır. Orta sınıfa mensup kadınların kendi kimliklerine erişme olanağı ne kadar fazlaysa alt sınıflara mensup kadınların olanağı o kadar azdır. Bireysel bir kurtuluştan sonra kadın hareketine sırt çevirmek bu alt sınıflara mensup kadınların yaşam alanlarına daha daraltmaya ya da tehlikeye atmaya neden olmaktadır. Kadınlara vurgu yapıyoruz çünkü feminizm güçlü bir kadın hareketine güveniyor erkeklere değil. Hartmann'ın erkekler için dediklerine bakıp sona erdireyim yazımı.. "Erkekler uzun süredir sermayeye karşı savaşım verirlerken, kadınlar ne için mücadele edeceklerini biliyorlar. Genel bir kural olarak, erkeklerin patriyarka ve kapitalizmdeki konumu, hem bakım, paylaşma ve gelişmeye yönelik insanca gereksinimleri, hem de bu gereksinimleri hiyerarşik olmayan, patriyarkal olmayan bir toplumda karşılama potansiyelini fark etmelerini önler. Ama biz onların bilinçlerini yükseltsek bile, erkekler potansiyel kayıplara karşı potansiyel kazançları değerlendirip statükoyu seçebilirler. Erkeklerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri de vardır."
Kadının Görünmeyen Emeği
Kadının Görünmeyen EmeğiGülnur Acar Savran · Yordam Kitap · 201696 okunma
··
429 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.