Bilal'in Anlam ArayışıYazarın okuduğum ilk kitabıydı. Dili oldukça yalın ve anlaşılırdı. Kitap yazarın Nazi soykırımı sebebiyle Polonya’daki Auschwitz kampına gönderilmesiyle başlıyor. Eğer bu kitabı daha farklı bir meslekten biri yazmış olsaydı muhtemelen bolca duygusal içerik görecektik. Psikolog olarak oraya gitmiş olması acıların yaşanması noktasında kötü olsa da onları bir amaç uğruna aktarmak istemesi bizim açımızdan şans oldu. Tabi ki insan bunların birer kurgu ve Logoterapi denemeleri yapılacağı bir gözlem deneyi olmasını diliyor. Ancak sonuç ortada.
Auschwitz kampından biraz bahsetmek istiyorum. Çoğunluğunun sadist gardiyanlardan oluştuğu görevli bir ekip var. Sırf size eziyet çektirmek için fırsat kollayan hatta fırsat yaratan adamlarla dolu olan bir kamp burası. Kamptaki gaz odalarında, krematoryumlarda yapılan katliamlar o kadar rutin hale gelmiş ki, mahkumlar kendi aralarında olası öldürülme anının gelmesinden korkup pes eden tutukluların ruhsal ve fiziksel durumlarından kaç gün içerisinde intihar edeceğini hesaplayabiliyor. Kamptaki durum sadece katliamla da sınırlı değil. İş yaptırdıkları ekiplerin başlarında duran ustalar da mahkumlara eziyet çektiriyor. Yetmiyor mahkumlar açlıkla, susuzlukla, soğukla, giyecek imkansızlıklarıyla boğuşurken ölen, intihar eden mahkumların üzerlerindeki elbiseleri yağmalıyor. Yas tutma süreci yok. Tamamen kendini kurtarma, imkanlarını bir nebze düzeltme haliyle kıvranıyor bu insanlar. Kitabın bir bölümü tamamen bu olayları anlatıyor. Sonrasındaki bölümlerde ise Logoterapi yöntemlerinden, sonuçlarından bahsediyor.
Logoterapi’nin wikipedi tanımı: Logoterapi, nörolog ve psikiyatrist Viktor Frankl tarafından, bir bireyin birincil motivasyonel gücünün hayatta bir anlam bulmak olduğu fikrine dayanan bir kavram üzerine geliştirildi. Frankl bunu Freud'un psikanalizi ve Adler'in bireysel psikolojisi ile birlikte “Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu” olarak tanımlıyor.
Yazar tedavi tekniğinin alt yapısını, felsefesini en net bence şu ifadeler anlatmış:
“Logoterapiye göre bu yaşam anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz: 1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak; 2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek; 3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.” (Sayfa 125)
Madde madde gitmeye çalışacağım.
1)Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
Ben yaklaşık 5 yıldır işsizim. Kendimi inanılmaz işe yaramaz hissettiğim anlar oldu. Çünkü bir işim yoktu. İşim olmadığı için bir üretkenlik sağlayamıyordum. Bir yandan gelecek kaygısı taşırken bir yandan işe yaramaz hissetmek sanırım birçoğumuzun başına gelmiştir. Başarı odaklı Kapitalist düzen yüzünden insanlar isimlerinin önündeki sıfatlara, aldıkları maaşa, giydikleri elbiselerin markasına, yedikleri yiyeceklere, gittikleri mekanlara vs bir çok ayırt edici özelliği bakıp birbirlerine değer biçmektedirler. Bu da yetmiyor. Günümüzde futbolcuya, şarkıcıya, sosyal medya fenomenlerine daha çok özeniliyor. Bu sadece para ile açıklanacak bir şey de değil. Gösteriş, şöhret, kendini bir şekilde ön plana çıkarma isteği bunlardan bazılarıdır. Peki başarının kıstası mesleğe, kazanılan paraya, şöhrete göre midir? Örneğin bir boyacının başarısı nedir? Bir evi, apartmanı, ondan istenen herhangi bir yeri düzgünce boyaması başarı mıdır? Bence başarıdır. Doktorun başarı kıstası nedir? İsminin önündeki unvan mıdır yoksa yaptığı başarılı tedaviler sonucu iyileşen hastalar mıdır? Peki başarı dediğimiz şey sadece mesleklerle mi ilgilidir? Beni başarılı kılacak mesleğim midir? Yazar kitapta işsiz gençlerle ilgili bir araştırmasından bahsediyor. Gençler işsiz oldukları için yararsız olduklarını düşünüyorlar. Gençlere ücret almayacakları kamu hizmetlerinde görevler veriliyor ve gençlerin duygu durumları olumlu anlamda düzeliyor. Demek ki insanın herhangi bir yararlı iş yapması, basit şeylerde üretkenlik sağlaması bile onun kendini işe yaramaz hissetmemesine sebep oluyor. Bence birinci sebep doğrudur. Ben de uzun süredir işsiz olan biri olarak son zamanlarda bunun beni değersiz yapmasının anlamsız olduğunu, kazandığım paranın, yükseldiğim mevkinin beni değerli kılamayacağını anlamış bulunuyorum.
2) Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
Yazar burada genel anlamda insanlarla kurduğumuz diyalogtan tutun da onlarla geçirdiğimiz zamandaki yaşadığımız olayların bize bir şeyleri anlatma noktasında işe yarayacağını söylüyor. Örneğin birini sevin diyor. Onunla ilgilenin. İlgilenirken ikinizin de potansiyeline göre bir çabanız olsun. Örnek veriyorum daha önce denemediğiniz hobileri keşfedip deneyin. Beraber hayvan besleyin. Sevginin, insanın anlam bulma noktasında bir ateşleyici gücü olduğunu düşünüyorum. Ne kadar da bilim adamları buna işte beyindeki dopamini sağlıyor ondan mutlu oluyorsunuz dese de ya da felsefeciler bu bir hazdır dese de anlam bulma noktasında işe yarayacağını düşünüyorum. Ama ben sizi ileriye taşıyacak potansiyelli bir sevgiden bahsediyorum. Biraz faydacı olarak yaklaşmam gerekirse sizi ileri taşıyacak birliktelikler yaşamanız gerekiyor. Örneğin sizden daha zeki bireylerle etkileşimde bulunun. Onunla iletişim kurmak için kendinizi geliştirirken bunu bir amaç edinebilir ve kapasitenizi arttırabilirsiniz.
3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek
Benim en çok dikkatimi çeken madde de bu olmuştu. Acıya yönelik bir tavır geliştirmek ne demek? Açıkçası bu kısımda kendimi uzak doğu felsefesinde yer alan acıyı kabullen ardından ona karşı bağışıklık kazan gibisinden önerileri okurken bulacağımı düşünüyordum. Yine buna yakın şeylerden bahsetmiş ancak burada acıyı kabulleniş şekli biraz farklı. Gittiğim psikologtan öğrendiğim en önemli şeyi kitapta da tekrar okumuş oldum. Hayatın sana getirdiklerini bahanelerin arkasına sığınmadan en yalın, en olağan haliyle kabul et ve ardından saygı duy. Kabullenmediğin, keşkeler ürettiğin anda geriye gidiyor, zaman kaybediyorsun ve zamanla psikolojik buhranlar yaşıyorsun. Yazar da acı noktasında bunu anlatmak istiyor. Bir yakınını kaybettiğinde, bir hastalığa yakalandığında çektiğin acıyı anlam arayışında kullanmanı tavsiye ediyor. Örneğin bir savaşa gittiniz ve bir elinizi kaybettiniz. Acı çekmeye başladınız. Yaşamınızdaki aksaklıklar yüzünden hayattan kopma noktasına geldiniz. Bu böyle olmaz diyerek bir anda aklınıza robotik kol yapma fikri geldi ve bunu hayata geçirdiniz. İlk başta kendinize bir kol yapıyorsunuz. Olumlu sonuç aldıkça bunu seri üretime geçirip başka insanlara da yardımcı olmaya başlıyorsunuz. Kol yapmakta uzmanlaştınız ve artık başka uzuvlar, yapay organlar üretmeye başladınız. Savaşta kaybettiğiniz kolun acısını bir amaca dönüştürdünüz. Yazarın bahsettiği kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirmek tam olarak buna benzer bir şeydir.
İncelemeyi noktalarken bu kitabın oldukça faydalı olduğunu, kitabın her boşluğa düştüğümüzde anlam arayışlarımıza sunacağı çözümlere yön vermesi açısından tekrar tekrar okunması gerektiğini düşünüyor ve tavsiye ediyorum. İyi okumalar dilerim.